Murat BELGE
AKP iktidarının Türkiye’de daha önce yapılmamış bir şey yapmadığını ama her türlü demokrasi-dışı davranışın dozunu, derecesini v.b. yükselttiğini yazmıştım. Örneğin seçilmiş belediye başkanlarını istifa etmeye zorlamak gibi bir davranış… Dünyada sık görülür bir şey değil elbette. Ama bunun bizim tarihimizde hiç örneği yok mu? Tam aynı koşullarda değil, ama büsbütün yok değil. Serbest Fırka üyesi olarak Samsun Belediye Başkanı seçilen Ahmet Bey’in hikâyesi örneğin. Ona da “İstifa et” deniyor. Samsun Valisi de diyor, bizzat Atatürk de. Adam istifa etmeyince yukarıdan gelen emirle azlediliyor. Yani, şu son olayda gözlemlediğimiz durumun daha ötesine de geçiliyor.
Bu benzerlikler bana ilginç geliyor çünkü ortada bir “simetri” var. Cumhuriyet’in kuruluşuna egemen olan siyasi yöntem “elitizm”dir. O günün egemen ideolojisi kendine başka yöntem bulamazdı herhalde. Bugünkü iktidarın uyguladığı yöntem ise “popülizm.”
Kağıdın üstüne “elitizm” ve “popülizm” yazdığınızda akla ilk gelecek, bunların birbirinin karşıtı olduğudur. Öyledir de. Öyledir ama belki de tam bu nedenle, “birbirinin karşıtı” oldukları için, birbirinin aynı zamanda yapışık ikizi gibidirler. Biri olmadan öbürü de olmaz. Bir toplum “elitizm”i yaşamamışsa ondan “popülizm”in çıkması da pek beklenemez.
“Elitizm” de sonuçta “halk için”dir. Yanılmıyorsam bunun Kemalizm de nasıl tecelli ettiğini en iyi Şevket Süreyya özetlemişti: “Halk için, halka rağmen” diyerek. Siyasette her akım, kendisinin “halk için” en iyi yolu gösterdiğine inanır, inanmak zorundadır.
“Elitistler” de bütün yaptıklarını “halkın iyiliği için” yaparlar. Bu ideolojide sorun, halkın kendisinin, kendi iyiliğini sağlayacak işleri yapacak olgunluğa bir türlü erişememesidir.
Peki, siyasi ibrenin “popülizm” den yana dönmesi halkın bu olgunluk düzeyine eriştiğini mi gösterir? Hayır. Popülist önder de, en azından elitist önder kadar “halkın babası”dır. Onun iddiası, halkın ruhunun kendisinde cisimleşmiş olmasıdır. Bunu iddia edebilmek için halk çoğunluğunun benimsediği değerlerin diliyle konuşması gerekir. Oysa bunlar, çok zaman elitist önderin “halkın zaafları” olarak gördüğü ve değiştirmeye çalıştığı şeylerdir. Bu konulara gelince elitist önderle popülist önder birbirinden ayrışmaya ve “birbirinin karşıtı” gibi görünmeye başlarlar.
Tarih koşulları, “Türkiye”nin kuruluşunun yeni bir başlangıç olmasını belirlemişti. Bir imparatorluk dağılmasının son aşamasına gelmişti; o yıkılırken içinden yeni bir varlık (başarabilirse) doğacaktı. Bu, söz gelişi bir ülkede seçim sonucunda muhafazakârların kaybedip gitmesi ve yerine liberal ya da sol bir iktidarın geçmesine benzer bir olay değildir. O “yeni varlık”ın başına geçen güç gerçekten “yeni bir toplum” yaratmak zorundadır. Bu misyon 1920’lerde Mustafa Kemal’e düştü ve o, çevresindeki bir avuç kadronun yardımıyla zihnindeki toplumu kurmak üzere kolları sıvadı. Temelleri böyle atılmış bir toplum olarak Türkiye çeşitli badirelerden geçerek 2000’lere vardı. 2002’de AKP’nin seçim kazanarak iktidara gelmesi de, söz gelişi Britanya’da Tory’lerin kaybedip, Labour’ın başa gelmesi gibi bir olaya benzemez. Çünkü AKP’nin önderi Tayyip Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti adıyla bilinen toplumun kuruluş koşullarını ve dolayısıyla kuruluş biçimini benimsemiyor. Çerçevesi belli (ve değişmesi söz konusu olmayan) bir toplumu seçimlerin kendisine tanıyacağı süre boyunca yönetmekle yükümlü saymıyor kendini. Çerçevenin kendisini kabul etmiyor. O da kendi zihnindeki Türkiye’yi gerçekleştirme misyonuna sahip.
Tayyip Erdoğan dünyada “popülist” olarak tanımlanan siyaset adamları arasında yer alıyor. On beş yıl geçen iktidarında o da aşındı ve son referandumda çok küçük bir marjla kazanabildi. Yani arkasından izleyebilecek büyük bir halk çoğunluğu artık yok. Ama Erdoğan varmış gibi davranıyor.
Bütün bu tutuklamalar, hukuk açısından bakıldığında başlamadan bitmiş komik davalar da o davranışın parçası. Erdoğan’a göre toplumun onun gibi düşünmeyen yarısı bir fazlalık- olmasa da olur adamlar.
Dolayısıyla Tayyip Erdoğan üslubuyla siyaset yapmak ancak büyük bir gerilim yaratarak mümkün. Bu zaman zaman, adı konmamış bir “iç savaş” biçimi alabiliyor. Çünkü son dört beş yıldır bu ülkede bir “hukuk” kaldığına inanmak zor. Hukuk iktidarda olan bir kesimin muhalefet edenleri cezalandırmasının, susturmasının v.b. aracı haline geldi. İçeride OHAL, toplum misyonu, dışarıda her gün bir yenisi keşfedilen düşmanlar. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bugüne, gerilimin bu kadarını kaldıracak ölçüde güçlü bir toplum olmadı. Bu gidişin sonu hiç sevimli görünmüyor.
Yazarlar
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKRus cinleri imana nasıl hizmet etti? Tuhaf bir Soğuk Savaş hikâyesi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANMahkemeye düşmüş siyaset 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEAhtapotun kolları 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU3809 sayfa ve temel çelişki 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları






































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
6.08.2025
1.08.2025
28.07.2025
22.07.2025
30.06.2025
16.06.2025
9.06.2025
23.05.2025
21.05.2025
12.05.2025