Zülfü DİCLELİ

Zülfü DİCLELİ
Zülfü DİCLELİ
Tüm Yazıları
Birbirlerinin Tamamlayıcısı Olarak Karşıtlıklar
27.07.2011
3919

En az iki yüz yıldır zıtların yalnızca çeliştiğini, aralarındaki mücadelenin mutlaka bir hegemonyaya yol açması gerektiğini ve bunun sonuçlarının öngörülebileceğini varsaydık.Düşünce paradigmamız buydu.

Uzun yıllar tek kullandığımız sosyal kategori sınıf kavramı oldu. Tarih sınıflar savaşının bir ürünüydü, kapitalist toplum başlıca iki sınıfa ayrılıyordu. İşçi sınıfı toplumun öncüsüydü ve sosyalist toplumu kurarak kendisiyle birlikte tüm toplumu kurtaracaktı. Partimiz işçi sınıfının öncü örgütüydü ve işçi sınıfını ve tüm toplumu mücadele içinde bilinçlendirecekti. 

Birey bizim gözümüzde ancak sınıfın üyesi olarak bir anlam taşıyordu. O nedenle insanların ekonomik, sosyal ve kültürel haklara fiilen sahip olabilmesi için asıl önemli olan iş, konut, eğitim ve sağlık hizmeti gibi temel insan haklarının devlet tarafından sağlanmasıydı. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin Sosyal, Ekonomik ve Kültürel Haklar Sözleşmesini yer alan haklar bizim için temel mücadele hedefleriydi. 

Sonra, sosyalizm çöktü. Yanı sıra, toplumsal gelişmeye salt sınıf kavramıyla yaklaşmanın birçok şeyi açıklamaya yetmediğini de gördük. Çöküş, sosyalist ülkelerdeki ve komünist partilerdeki merkeziyetçi, otoriter anlayışın çöküşünü de birlikte getirdi. Sözde işçi sınıfın çıkarları için kendi bireyselliğimizi, kişisel haklarımızı tümden silmenin anlamsızlığı gördük.

Böylece birey kavramıyla tanıştık, bireyselliğin ve birey haklarının—İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin Sivil ve Siyasi Haklar Sözleşmesinde yer alan insan haklarının—değerini öğrendik. 
Birey hakları batılı liberal düşüncenin de temel kavramıydı. Batı düşüncesine göre, birey diğer kişilerden ayrı olarak var olan, akılcı bir şekilde kendi ihtiyaç, amaç ve arzularının peşine düşen ve doğuştan gelen temel hakları olan insan demekti. Özgürlük fikri ve bireyin hakları böylece, akılcı bireyler arasındaki bir toplum sözleşmesi olarak demokrasiye ve akılcı bireylerin özgür tercihleri olarak piyasa ekonomisine bağlanıyordu. Ayrıca azınlıkların çoğunluklar tarafından ezilmesinin önlenebilmesi için bireysel haklar oylama konusu da olamazdı.

Ne var ki bireycilik, en temelde, kendi başına birey diye bir şeyin var olabileceği gibi bir önkabulden yola çıkıyordu. O nedenle, grupların üyelerinin bireysel haklarının ötesinde hiçbir hakkı olamazdı. Bireycilik temelinde yükselen batılı düşünce, grup tabanlı davranışın daha ağır bastığı doğulu toplumlara yönelttiği eleştirileri de en başta bu yaklaşıma dayandırıyordu.

Ne var ki yaşanan bağlantılı da olsa farklı iki gelişme—sanayileşme çağının sona ermesi ve sosyalizmin çöküşü—birçok şeyin sonunu getirdi. Bunların her ikisi de üretimi, tüketimi, düşünceyi, eğitimi, mimariyi ve kültürü tüm ülkelerde aynılaştırma, tekdüzeleştirme, mekanikleştirme eğilimindeydi. Henry Ford ve Lenin, Le Corbusier ve Milton Friedman aynı okulun mezunlarıydı. Mao ceketleriyle blucin pantolonların, Taylor’un bilimsel yönetimiyle YÖK’ün bilim yönetiminin pek farkı yoktu.

İzleyen yıllar her alanda çeşitlenme, farklılaşma, özgürleşme yılları oldu, oluyor. Büyük anlatıların yerini çok çeşitli “küçük” öyküler alıyor. Paralel olarak batı ve doğu çok çelişkili ve kimi zaman acılı biçimlerde de olsa iç içe geçiyor, birbirlerinin içine yöneliyor. Yunan-Pers Savaşlarından 11 Eylül 2001’e kadar binlerce yıl karşı karşıya gelip birbirlerine silahlarını yönelten doğu ile batı şimdi birbirlerine ekonomilerini, kültürlerini, ilişkilerini yöneltiyorlar. Vaktiyle orduların gidip geldiği rotalarda turist ya da işadamı yığınları gidip geliyor. Bireyci batı ile grupçu doğu karşılıklı etkileşim içinde değişmeye başlıyorlar. Küresel olanda hemen her yerelliği, hemen her yerellikte küresel olanın izlerini görebiliyoruz.

Öte yandan 1980’lerden bu yana batıda da toplumsal bilimler birey temelli davranıştan çok grup temelli davranışların araştırılmasına yönelmeye başlamıştı. Bizlerin soyut bireyler olmadığı, diğer bireylerle bağlantılılar içinde var olan, gruplar için de birlikte var olan, birlikte yaratan, hatta birlikte düşünen varlıklar olduğumuz fikri öne çıkmaya başladı. Grupların birey davranışlarına indirgenemeyen davranışları vardı. Dahası duygularımızın çoğu zaman aklımızdan daha belirleyici olduğu ve birçok davranışımızın bilinçaltımız tarafından yönlendirildiği görüldü. 

Bugün artık açıkça görüyoruz ki, tarihin temel hareket ettirici kuvveti, anlamlı bir amaç için bir araya gelmiş insan gruplarıdır. İnsan etkileşimlerinin şebekeleri, ağlarıdır.(Ve bu doğuda da batıda da böyledir. Evrensellik olgusunun temelinde yatan da budur.) Belli bir grupla/gruplarla bağlantılı olmadığında birey hiçbir şey yapamaz, grup da bütün yaratıcılığını onu oluşturan bireylerin farklılığından alır. Birey değişik gruplar içindeki ilişkileriyle kişiliğine kavuşur, kimliğini oluşturur; gruplar bireyleri arasındaki ilişkilerin niteliğine bağlı olarak özelliklerini kazanır. 

Yeni bulgular bir insanın en çok yaklaşık 150 kişiyle doğrudan ilişki içinde olabileceğini gösteriyor; ayrıca en çok 150 kişiden oluşan gruplar herhangi bir hiyerarşiye ihtiyaç duymadan işleyebiliyor. İnternet bu tür sosyal ilişkiler için her gün artan olanaklar sunuyor.

Bütün bu gelişmeler altında; birey ile grubu karşı karşıya koymanın hiçbir geçerliliği kalmıyor. Bireysel insan hakları ile kolektif hakları, liberal yaklaşımlarla sosyal yaklaşımları, batı felsefeleriyle doğu felsefelerini de öyle! Bunlar birbirlerini dışlayan değil, tam tersine tamamlayan unsurlar. Biri olmadan diğeri olamayan unsurlar. Üstelik, karşıtlıklar sadece birlikte var olmakla kalmıyor, ancak birlikte gelişebiliyorlar! 

Emek ile sermaye de öyle değil mi? Birikmiş emek olarak sermaye ile sermayeyle ödenen ve sermayeye dönüşmek üzere üretim yapan emek! Hele, şimdi temel üretim araçlarını fiziksel makinelerden (elle tutulabilir katı unsurlardan) çok enformasyon ve organizasyon teknolojilerinin, temel üretici kuvvetleri de kol emeğinden çok bilgi ve sosyal ilişkilerin (elle tutulabilir olmayan yumuşak unsurların) oluşturduğu yeni ekonomide; aynı bilgi ve sosyal ilişkilerin kâh sermaye kâh emek olarak karşımıza çıktığı günümüzde bu çok daha açık değil mi? 

Şimdi tartıştığımız özerklik meselesine bakalım. Özerklik bağımlılığın karşıtıdır. Karşılıklı bağımlılık parça ile bütünü bir arada tutar. İkisi ancak birlikte var olabilir, birlikte gelişebilir. Özerkliği artırmak istiyorsanız mutlaka bağımlılığı da artırmanız gerekir. Birini tek taraflı artırmak diğerini boğar! 

Ama özerklik zorunludur, çünkü sadece parçanın değil, aynı zamanda bütünün daha sağlıklı, daha yaratıcı, daha zengin olmasını getirir. Ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, her türlü örgütlenmede parçanın etkinliği için özerklikten daha etkili bir motivasyon kaynağı olmadığını görüyoruz. 

Gerçekten de zıtların birliği böyle bir şey. Aralarında hem karşıtlık, çelişki, mücadele (katılıklar) var, hem de birlik, uyum ve işbirliği (yumuşaklıklar). 

Aynı şey parça-bütün kategorisi için de geçerli. Bütün parçaların toplamından ibaret, ama parçalar da bütünün dışında var olamıyor. Bütün her zaman parçaların toplamından daha fazla (ya da daha az) bir şey oluyor; parçalar her zaman bütünün bir mikrosunu içlerinde barındırıyor. İnsan hücrelerden oluşuyor, ama tüm genetik enformasyonu tüm hücrelerinde bulunuyor. İnsan (dünü ve bugünüyle) insanlığın ve evrenin ayrılmaz bir parçası, ama tüm insanlık, tüm tarihimiz ve kainat bir insanın beyninde var olabiliyor.

Bilimsel düşünce de ayrı ayrı bilimsel disiplinlerin bir bütünü. Anlamak ve kavrayışımızı geliştirmek için düşünceyi disiplinlere ayırmışız. Ama şimdi görüyoruz ki, ister fizik bilimleri ister toplum bilimleri olsun, hepsi aynı bilimsel yöntemle yürütülüyor, birbirlerinden etkilenerek gelişiyor ve biz bütüne ancak çok-disiplinli bir anlayışla yaklaşabiliyoruz.

Geleneksel eğitim sisteminde ve 20. yüzyılın siyasi hareketlerinde birleştirmek ve bağlantılandırmaktan çok ayırmayı, ayrı tutmayı öğrendik. Oysa, bilmek, anlamak ve değiştirmek için her ikisi de gerekli. Şimdi birleştirmeyi (k[i]arşıtlıkları, disiplinleri, farklı dünyaları—her şeyi) [/i]öğrenmenin zamanı! Paradigmayı değiştirmenin! Belirsizliği kucaklamanın!
 

 
 


 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar