Şahin ALPAY

Hukuk devleti niye yerleşemiyor?
20.06.2015
2457

 Geçenlerde burada “Cumhuriyet'in en büyük başarısızlığı” başlıklı bir yazım çıktı. İngilizce versiyonu da Today's Zaman'da yayımlanan yazıda şu gözlemde bulundum:

“Türkiye Cumhuriyeti'nin belki en büyük başarısızlığı, insan haklarına, evrensel değerlere ve hukuk devletine gönülden bağlı elitler yetişememiş olması. Bu kavram ve ilkeleri savunanlar, ne yazık ki, ya çok dar bir çevreyle sınırlı ya da suskun kalmayı tercih etmekte. Sesi çıkan büyük çoğunluk, hukuka ve ahlaka değil iktidar kimdeyse ona bağlılığı yeğliyor… Askeri vesayet döneminde bunu görmüştük, seçimle gelen iktidarın hukuku katletmesi döneminde de buna tanık oluyoruz.” (16.05.2015)

Bu gözlemde ne kadar haklı olduğumu gösteren örneklere her gün rastlıyoruz. Ne yazık ki bunun en inanılması güç örneğini temel hak ve özgürlüklere bağlı olmasını en çok bekleyebileceğimiz kurum, Anayasa Mahkemesi verdi: Bütün saygın anayasa hukukçularımızın doğal / olağan mahkeme (davaya konu olan olaydan önce kurulmuş ve somut olay ile kuruluşu bakımından ilgisi olmayan mahkeme) ilkesine, dolayısıyla hukuk devletine aykırı olarak niteledikleri (Yargıtay eski başkanı Sami Selçuk'un “Yassıada Mahkemesi'ne” benzettiği) Sulh Ceza Hakimlikleri'nin anayasaya uygun olduğuna kadar verdi. (Ayrıntıları için bkz. Taha Akyol, Hürriyet, 26.05.2015.)

Cumhuriyet Türkiye'sinin bugün, yani 2015 yılında dahi, hukuk devleti açısından 19. yüzyıl Osmanlı Türkiye'sinin gerisinde kaldığını ima eden bu karar, gerçekten, inanılır gibi değildir. 1878'de askıya alınıp, 1908'de yeniden yürürlüğe giren 1876 tarihli Osmanlı anayasası (Kanun–i Esasi), 89. maddesinde aynen şöyle demektedir: “Her ne nam ile olursa olsun bazı belirli suçları yargılamak ve hüküm vermek için kanunen belirli olan hakim dışında olağanüstü bir mahkeme veyahut hüküm vermek yetkisini haiz komisyon kurulması katiyen caiz değildir.” (Bkz Taha Akyol, “Türkiye'nin Hukuk Serüveni”, Doğan Kitap, 2014, s. 231.) 12 Eylül askeri rejiminin getirdiği anayasa bile 37. maddesinde şöyle demektedir: “Hiç kimse kanunen tâbi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz. Bir kimseyi kanunen tâbi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz…”

“Cumhuriyet'in en büyük başarısızlığı” başlıklı yazıma okurlarımdan gelen tepkilerden en çok düşündüreni, Harvard'da hukuk okumuş Amerikalı bir arkadaşımdan gelen soru oldu: “Peki, niye?” Evet, Cumhuriyet'in bu büyük başarısızlığının nedenleri nelerdir? Bunun sebeplerinden birinin, İngiltere'de bundan tam 800 yıl önce (15 Haziran 1215'te) kabul edilen, hükümdarın yetkilerini yurttaşların temel hak ve özgürlükleriyle sınırlandıran Magna Carta Libertatum / Büyük Özgürlükler Sözleşmesi'nin (zorlamayla) bir benzerinin bile Türkiye'de ancak 6 yüzyıl sonra, 1808 tarihli Sened – i İttifak ile gündeme gelebilmiş olmasıdır. (Magna Carta'nın anlamı için bkz. Ömer Madra, “800 yıl önce, 8 yüzyıl sonra,” Açık Radyo Bülteni, 15.06.2015.)

Türkiye'nin siyasi ve idari elitleri, yönetici sınıfları nezdinde insan haklarına, evrensel değerlere ve hukuk devletine değil de, iktidarı elinde bulunduranlara sadakatin çok daha ağır basmasının esas nedenini herhalde, zihinlerde bireyi değil milleti, ümmeti, sınıfı; toplumu değil devleti önceleyen milliyetçi, İslamcı ya da Marxist kolektivist ideolojilerin yaygın egemenliğinde aramak gerekir. Şurası muhakkak ki, bireyin temel hak ve özgürlüklerine öncelik veren liberal felsefe ve zihniyet toplumumuzda sağlam bir yer bulabilmiş değil. Özgürlükçü ve çoğulcu toplumu kurmakta, hukuk devletini yerleştirmekte esas olarak bunun için büyük güçlük çekiyoruz.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar