Sezin ÖNEY

Sezin ÖNEY
Sezin ÖNEY
Tüm Yazıları
Demir Kubbe
20.11.2012
3298

 “İnsan” olmak, Türkiye’nin tarihi boyunca trajik bir şeydi.

Bunu, bir gün değiştirenler; insana, insan olduğu için değer verenler, aslında hep beklenen ama hiç gelmeyen o büyük dönüşümü yaratacak.

Bunu da herhalde, “bir insan” değil, insanların kendisi yapacak.


Açlık grevleri, neden 70. gününe yaklaşırken bitti?


Acaba; Ortadoğu, Gazze’nin birden alev topuna dönüşmesiyle, en yakıcı gelişmelerin tam da eşiğine düştüğü için mi?

Ortadoğu uzmanı olmadığım için bu konulara, fazla değinmiyor; adımımı bile atmadığım bir coğrafya konusunda yorum yapmak istemiyorum.

Ancak, son dönemde Ortadoğu’da, bazı gelişmeler ardı ardına geliyor; İran-İsrail arasındaki, “vurulacak-vuracak” tartışmalarında son sahneye geliyor olabiliriz.

Sudan’da, İran için silah ürettiği iddia edilen fabrikaların vurulması, ilk kez İsrail’in 40 kilometre içine kadar İran yapımı bir insansız hava aracının girmesi olaylarına dikkat çekmiştim.

Daha geçen hafta da, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun raporu, tam da Gazze’nin vurulmasından önce, İran’ın nükleer enerji programının “bütününün, barışçı amaçlar için kullanılması amacını güttüğünü teyit edemeyeceklerini” dile getiriyordu.

Birleşmiş Milletler’in denetçilerinin raporunun mürekkebi kuruyup da, kamuoyuna duyurulmadan, Gazze bombalandı.

21 yıldır ilk kez, Tel Aviv’de sirenler yankılandı.

75 bin İsrail yedeğinin silâhaltına çağrılmasına onay verildi. 30 bininin, Gazze Şeridi’nin sınırında, kara savaşına hazır olması öngörülüyor.  16 bin yedek, fiilen silâhaltına alındı bile.

İsrail, şu âna kadar, binlerce hedefin vurulduğu Gazze saldırılarına, 60 milyon avro harcadı. Saldırıların bilançosunun, 800 milyon avroya çıkabileceği söyleniyor.

İnsan “maliyetinden” önce saldırıların, İsrail’in göze aldığı mali boyuttan bahsediyorum; çünkü bölge devletlerinin tümünün Türkiye’ninki de dâhil olmak üzere tek kaygısı bu, güç ve para.

Yüzü aşkın kişinin birkaç günde ölmesi, bine yakın kişinin yaralanması, binlerce kişinin savaş travması yaşaması, gerçekte hangi Ortadoğu devletini ne kadar ilgilendiriyor ve hangi siyasetçinin, ne kadar canını yakıyor?


İsrail İçişleri Bakanı Eli Yishai, saldırıların hedefinin, Gazze’yi “Ortaçağ seviyesine” indirmek olduğunu söylüyor. “Böylece, İsrail bir 40 yıl daha rahat eder” diyor.


Aşırı muhafazakâr Şas Partisi’nin lideri Yishai, bir nevi İdris Naim Şahin “samimiyetinde”. Bir askerî harekâtın, 40 yıl hatırı var. İşte, “bölgesel devlet psikolojisi”nin özeti.

Böyle bir ortamda, birden Başbakan Erdoğan’ın yüzünde, bir telaşı, ciddiyeti okuyorum, Gazze konusunda ivedilikle harekete geçerken.

Gazze bombalanırken, Ürdün de karışıyor; Kral Abdullah’a protesto gösterileri başlıyor. Sokaktakiler, gençler.

Arap Baharı sonrası, tüm bölge ülkelerinde gençler, devlete karşı en büyük tehdit olarak algılanıyor.

Gençlerin başını çektiği, protesto hareketleri, “sıradan insanların” artık katlanamaz noktaya geldikleri ezilmişliklerini ifadesiyle, düzeni tehdit eden “patlamaya hazır bombalar” hâline geliyorlar.

İsrail’in kendisinde geçen yaz, 400 bin kişinin sokağa döküldüğü, ülke tarihinin en büyük protestoları gerçekleşti. Bu yaz da, Moşe Silman adlı “sıradan vatandaş”, Tel Aviv’deki protestolarda kendini yaktı.

 Tıpkı, Arap Baharı’nı tetikleyen olaylara neden olan biçimde, Tunus’ta meyve satıcısı Tarık el Tayyip Muhammed Buazizi’nin 2011’de kendini yakması gibi.


Ortadoğu’nun alev alev yanan ortamında, tam da Gazze’nin vurulmasıyla ateş harlanırken; Türkiye, açlık grevlerinden tek bir kişinin ölmesini kaldırabilir miydi?

Keşke, bu eylemlerin hiç olmayacağı bir ülke olsaydı Türkiye.

Keşke, bunları hiç konuşmasaydık.


Ama Türkiye devleti, üzerinden bir tozu silkermişçesine, açlık grevi yapanlar, büyük ihtimalle kendilerine kalıcı zararlar verdikten sonra, neden 70. güne yaklaşırken, eylemlere son vermek üzere birden harekete geçiyor?


Bunu da sormadan edemiyor insan.


İsrail’in füze kalkanı, “Demir Kubbe” (Iron Dome), aslında bölgede, tüm insanların tepesinde. İnsan haklarının, yağmur gibi yağmasını engellemek
 için.

Bir kulenin üst katlarından, gece Pendik sahiline bakıyorum; bir yanda şehir, bir yanda deniz, mor lacivert bir görkemle, ışıl ışık uzanıyor.

Sabah ışıklarıyla, Tuzla’daki tersane, bir mekanik canavar gibi sislerin arasında sıyrılıyor.

Son olarak, “Tuzla’da, 152. Ölüm” manşetiyle verilen haberlerden tanırsınız kendisini. Gazetelerde, aynı manşet hep, sadece sayı değişiyor.

19 Haziran 2008’de, Başbakan Erdoğan, “Tuzla’da iş kazası istemiyorum, ölüm istemiyorum, sıfıra indirgemek için ne yaparsanız yapın, yoksa canınızı yakacağım” demişti. Hatta sözlerine şunları da eklemişti; “Yine de tek bir insanımızın ölmesini bile doğal karşılayamayız. Daha fazla para kazanacağım diye bütün ilkeler bir kenara bırakılırsa karşınızda dururuz” demişti.

Ekim başında, tersane işçisi, Bekir Seven, başına düşen iskele demiri nedeniyle kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti; yaşam ile ölüm arasında bir tek baret olduğu söyleniyor.

Yani, başında bareti olsa, ölmeyecekti.

Hâlbuki inşaat, tersane gibi yerlerde, değil işçiler; mekâna adım atan herkesin başında kaskı olmasını beklersiniz değil mi?

İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi Ekim ayında, en az 78 işçinin hayatını kaybettiğini açıklamıştı.

Ölümler en çok, o cafcaflı ilanlarla duyurulan, “yeni hayatlara” davet eden inşaat projelerinin yapımı esnasında yaşanıyor.

“Demir Kubbe”, İsrail üzerinde yüzde 90 koruma sağlıyor deniyor; Ortadoğu’yu kuşatan Demir Kubbe, yüzde kaçlık koruma sağlıyor halkların, “insan hakları” taleplerinden?


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar