Bayram ZİLAN

KÜRTLER, EDİ BESE (YETER ARTIK) DEMELİ
10.09.2015
1900

 Yaklaşık üç yıl süren çatışmasızlık ve normalleşme süreci maalesef PKK’nın “barajlar ve kültürel varlıklar su altında kalıyor” bahanesiyle sona erdi. Bugün dönüp geriye baktığımızda silahların konuşmadığı üç yılı, silahları, militanları ve dağdaki bütün enstrümanları şehirlere indirmekle geçirmiş, kentlerde kendi yargısını, mahkemesini kurmuş, mevzilenmiş, dağı ovaya taşımış bir örgüt var karışımızda.

Bunun yanı sıra, HEP’ten bu yana tarihindeki en büyük siyasal alana sahip olan, 80 Milletvekili, 3’ü Büyükşehir Belediyesi olmak üzere toplam 102 Belediye’yi yönetme gücü elde eden, ama bütün bu siyasal mevzilere rağmen PKK’yı siyasi alana çekemeyen, ölümlere dur diyemeyen, siyaseti silahın önüne koyamayan, aksine “silahı kutsayan” bir siyasi parti var karşımızda.

Öte yandan, bugüne kadar Kürt nefreti üzerinden varlık ve mevzi kazanmış Türk/Kemalistlerin, sosyalistlerin, TürkSolu’nun, Roboski’de Kürtlere “katır” diyenlerin PKK’lılardan daha çok PKK’lı olduğu şizofrenik bir durumla da karşı karşıyayız.

Türkiye, duyguların aklı kuşattığı, hislerin düşünceyi bastırdığı zor bir imtihandan geçi(ri)yor. Muhalefet partileri, gençlerin ölümlerine, annelerin gözyaşlarına aldırış etmeden, sadece “oy devşirme” üzerine pozisyon geliştiriyor. PKK’ya tek laf etmeden, salt politik bir rant elde etmek için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef gösteriyor.

Terörle mücadele hususu, sanki sadece Ak Parti’yi, Başbakan Davutoğlu’nu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ilgilendiren bir meseleymiş gibi, bütün muhalefet partileri sırça köşklerinden talimat veriyor, etliye sütlüye karışmadan “ne haliniz varsa görün” diyor.

Plazalarında, 5 yıldızlı localarında, rezidanslarında ve boğazda keyif turları yapan teknelerinde kadeh tokuşturarak, şampanya patlatarak Kürtlere “haydi, ancak siz Başkan yaptırmazsınız” diye ahlaksızca gaz verenlerin, Kürtlerin ve Türklerin acıları üzerine yeniden “imtiyazlı gelecek” hayali kuranların ne bu coğrafyaya ne de bu kadim medeniyete bir saygısı var. Onlar Türkiye’nin yabancısı. Kürt ve Türk gençleri onlar için sadece bir “istatistikten” ibaret. Ölümlere zerre kadar üzülmediler, bundan sonra da üzülmeyecekler.

Oysa İspanya ETA sorununu, İngiltere IRA sorununu bu şekilde çözmedi. Hem İspanya hem de İngiltere’de iktidarı ve muhalefet partileri, STK’ları ve medya kuruluşları ile hep birlikte el ele vererek terör sorunlarını çözdüler. Ama maalesef Türkiye’deki tablo içler acısı. Muhalefet partileri, bazı STK’lar ve merkez medya, terörü, ölümleri ve insanların acılarını, iktidarı devirmek için bir silah gibi kullanıyor. Bu, tam anlamıyla “ahlaksız” bir yöntemdir. Terörü bir silah gibi kullanıp iktidarı devirme amacı güdenler, Seyyid Kutub’un da dediği gibi, aşağılık bir yöntem kullanarak şerefli bir hedefe ulaşamayacaklar elbette.

Hepimizin şunu çok iyi bilmesi gerekiyor. Türkiye’deki bu ölümleri ve dökülen kanı, Hans, George ve Elizabeth gelip durdurmayacak. Aksine onlar bu coğrafyada yanan ateşe ellerindeki benzini dökecekler. Zaten ateşi de yakan onlar.

Medeniyetimizi, coğrafyamızı, değerlerimizi, kültürümüzü, kardeşliğimizi, kadim geçmişimizi ve insanlarımızı cayır cayır yakan bu ateşi ancak Ahmet, Mehmet, Ayşe, Baran, Şivan ve Rojda el ele vererek söndürebilir.

Bu minvalde, bugün itibariyle en büyük görev Kürtlere düşüyor.

3 yıldır gençleri hayatta tutabilen, mayınların olduğu dağlarda papatya toplamaya başlamış, normalleşmenin tadına yıllar sonra varabilmiş, kepenklerin kapatılmadığı, “rutin dışı”ların olmadığı ve bugüne kadar konuşulması yasak her şeyin açıkça ifade edilebildiği bir süreçte kimin gelip Kürtlerin bu kazanımlarını heba ettiğini ve bu hayırlı süreci bozduğunu görmek gerekiyor. Bunu görmeye en çok da Kürtlerin ihtiyacı var.

O yüzden Kürtlerin artık “edi bese” demesi gerekiyor.

PKK’ya “benim için öldürme” demesi gerekiyor. “silahı bırak, ülkeyi terk et” demesi gerekiyor.

Ama bunu Kürtlerden beklerken, İdris Naim Şahin’in “hadi bir takla at da beni sevdiğini anlayayım” pozisyonuna düşmekten de özenle kaçınmak gerekiyor. Kürtlere “PKK’yı kınayın da PKK’lı olmadığınızı anlayalım” tonunda seslenmemek gerekiyor.

Kürtlere “eski Türkiye diliyle” seslenmek yerine, “yeni Türkiye’nin dili” olan kucaklayıcı, kuşatıcı, bağra basan, bütünleştirici bir dille, onlara onlardan olduğunu hissettirecek bir dille seslenmek gerekiyor.

Kürtlerin de yoğun olarak PKK’ya tepki göstermek istediğini, ancak PKK’nın tehdit ve şantajlarından vebölgedeki hegemonik ve kriminal gücünden dolayı bu sesi çıkartamadıklarını bilmek, bu konuda ön açıcı ve destekleyici olmak gerekiyor.

Haydi.!

Ey Kürtler ve ey Türkler.

Biz peygamberlerin ayak bastığı bu değerli ve anlamlı coğrafyada 1000 yıldır birlikte yaşıyoruz. Bundan sonra da birlikte yaşayacağız.

Bunun için hep birlikte EDİ BESE, YETER ARTIK deme zamanı.

NOT: Yıldıray Oğur’un yazısındaki bir eksikliği tamamlama gereği duydum. Oğur, yazısında Kürtler için “Ama büyük bir çoğunluk için Oramar Marşı çalınan bir düğünde halay çekmek problem değil”demiş. Oysa Kürtlerin çoğu Oramar Marşı ile halay çekmez. Çekenler ise kentlerdeki “militan/Marksist Kürtler”dir. Geleneksel Kürtler bu türküyle halay çekmez. Müstesnalar da vardır şüphesiz. Ancak onlar da ezgideki ritim dolaysıyla halay çekmiştir. İçeriğinde “politik dili” bile bile çekmemiştir. Bu hususu ve gerçeği merak edenler, araştırma yaparak doğru sonuca ulaşabilir muhakkak. Bu hassas dönemde Türkiye için ortak değer olan “halay” üzerine yazılan yazıların etkisi de büyük olur. Kullandığımız dil, kırılmalara da neden olabilir. Dikkatli olmak gerekir. Oğur’un yazısındaki diğer bütün tespitlere katıldığımı da bu nota iliştirmek isterim…

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar