Murat Sevinç
1950’lerden bugüne, halk ve onun çıkarlarıyla pek ilgisi olmayan ‘milli irade’ söyleminin kofluğunun, niyetinin, kumaşının ve hak ettiğinin bir resmini yapmak gerekse; herhalde hiçbir sanatçı Yassıada’nın yeni hali kadar başarılı bir desen hayal etmezdi. Bir yurttaş olarak, Ada’yı bu hale getirip üzerine o oteli kondurmayı akıl eden herkese içtenlikle teşekkür ederim. Tarihe olağanüstü çarpıcı bir sembol daha bıraktıkları için.
Evet, ‘milli irade’ söyleminin milletle/halka pek ilgisi yok. DP (Demokrat Parti)’nin 1924 Anayasası’ndaki ‘egemenlik’ tanımına ilişkin çarpık yorumu nedeniyle çıkan kavgadan türemişti. O gün bugündür, sırtını irili ufaklı sermayeye dayamış Türkiye sağı tarafından tepe tepe kullanıldı ve milli irade söylemini ‘hak ettiği’ yere AKP taşıdı. Yassıada’nın yeni halinin fotoğrafı, o hak edilmiş yerin çarpıcı bir betimlemesi
1924 Anayasası, yapıldığı koşullar bakımından anlaşılabilir gerekçelerle ‘meclis hükümeti’ ve ‘parlamenter sistem’ niteliklerini birlikte barındırıyordu. Parlamenter sistemin ana ilkeleri ve işleyişi kabul edilmiş olsa da, özellikle ‘egemenlik’ tanımı savaş yıllarının temsil düşüncesi ve 1921’in ‘meclis hükümeti’ tercihinden mirastı. ‘Egemenliğin kayıtsız ve şartsız millete’ verildiği üçüncü maddenin adından; ‘Meclis’in egemenliğin tek ve gerçek temsilcisi olduğu, egemenliği millet adına yalnızca parlamentonun kullanabileceği’ hükme bağlanıyordu.
DP’nin muhalefeti meclisten neredeyse tümüyle tasfiye ettiği 1954 seçimlerinin ardından, DP’liler muhalefete yönelik baskıyı giderek artırıp Anayasa’daki ‘egemenlik’ ilkesini, ‘sandalyelerin çoğunluğunu ele geçiren partinin mutlak hâkimiyeti’ biçiminde yorumlamıştı: “Eğer egemenlik kayıtsız ve şartsız milletin ise, eğer o millet oy verip temsilcilerini seçiyorsa, eğer o temsilcilerin bir partiye mensup olanları mecliste çoğunluğu elde etmişse; demek ki o meclis çoğunluğu hiçbir biçimde kayıt ve şart altına alınamaz.” Ezcümle, söz konusu çoğunluğu sınırlayacak bir başka güç yoktur. ‘Kanunla’ her şeyi yapmak mümkündür; oy vermeyen il ilçe yapılır, can sıkan il ikiye bölünür, sinir bozan öğretim üyeleri merkeze alınır, hazzedilmeyen yargı mensupları emekliye ayrılır, ceza ve basın kanunlarında işe gelen her değişiklik kolaylıkla yapılır vs.
DP’nin bu ‘egemenlik’ yorumu, diğer etmenlerin de etkisiyle ülkeyi büyük bir çıkmaza sürükledi ve burjuvazinin birbirine düşen iki kanadından biri, diğerinin temsilcisini askeri darbeyle devirdi.
1961 Anayasası egemenlik tanımını değiştirip ‘parlamentoyu’ egemenliği kullanan organlardan ‘biri’ haline getirdi. (Hatta son derece lüzumsuz bir işe kalkışıp ikiye böldü.) Bir daha aynı şeyler yaşanmasın diye, ‘kanunla’ dahi nelerin yapılamayacağını, örneğin hak ve özgürlükler sınırlanırken onların ‘özüne’ dokunulamayacağını hükme bağladı. Bir de tabii, hâkim güvencesi için bir kurul, ayrıca özerk bazı organlar yaratırken ‘üniversite özerkliğini’ de anayasal güvence altına aldı. Bunlarla yetinmeyip memleketi AYM (Anayasa Mahkemesi) ile tanıştırdı.
27 Mayıs darbesi ardından gerçekleşen yargılamaların adı yargılamaydı, kendi değil. Sonunda üç siyasetçi, özellikle o aylarda çok etkili olan Silahlı Kuvvetler Birliği adlı ayrı bir cuntanın baskısıyla idam edildi. Bu utancın altından altmış yıldır kalkılabilmiş değil. Şimdi yeni halinin fotoğraflarını gördüğümüz Yassıada, idamlara değil mahkeme sürecine şahitlik etti.
O gün bugündür Türkiye sağı için ‘milli iradecilik,’ bu kavganın ya da bir başka değişle ‘rövanş isteğinin’ simgeleşmiş sloganıdır. 1961 Anayasası’nın ilk yıllarında ‘yeni kurumlara’ yönelik bir düşmanlık yoktu aslında ve 1965’te tek başına iktidar olan Demirel de işlerin iyi gittiği birkaç yılda uyumlu davranmıştı. Anayasa, atmosferin iktidar ve sermaye bakımından kötüye gitmeye başladığı 1960’ların sonuna doğru hedefe oturtuldu; bu anayasa ile ülkenin yönetilemeyeceği, özgürlüklerin bol geldiği, özerk kurumların ve AYM’nin ‘millet iradesine’ ortaklık ettiği görüşleri işitilmeye başlandı. Elbise 12 Mart’ta daraltıldı, 12 Eylül’de çöpe atıldı.
Memleket sağ iktidarlarının özerk kurumlar ve AYM antipatisi o dönemden kalmadır ve söz konusu karşıtlığın temel nedeni, AYM’nin zaman zaman özgürlükleri daraltan/siyasete doğrudan müdahaleye heves eden kararları ya da bürokrasinin hantallığı vs. gibi niteliklerinden çok, denge-kontrol araçlarına yönelik ‘sağ’ tutumdur.
Söz konusu tutumun en önemli ismi Celal Bayar’dı. İsmet Bozdağ’ın Celal Bayar’la söyleşisi ‘Başvekilim Adnan Menderes’ temel kaynaklardandır. Bayar bu söyleşide 1924 Anayasası’ndaki egemenlik ilkesinden ne anladığını da açıklar. Ona göre halk, egemenlik hakkını TBMM eliyle ‘kayıtsız ve şartsız’ kullanabilmelidir. Yorumunun doğal sonucu, TBMM’de bu yetkiyi ‘çoğunluktaki’ siyasi partinin kullanacak oluşuydu. Bayar’a göre ‘yeni anayasal kurumlar’ milletin yanına getirilmiş yeni ‘ortaklardır’ ve ona göre bu durum, Osmanlı geleneğine (ordu-medrese denetimi) dönüşün işaretidir. 1961 ile ‘yumuşak bir halk hâkimiyeti’ ilkesi kabul edilmiştir.
Bülent Tanör, 1924 Anayasası’ndaki “Hâkimiyet kayıtsız ve şartsız milletindir” ilkesinin Bayar tarafından her seferinde ‘kayıtsız şartsız millet hâkimiyeti’ olarak dillendirilmesinin küçük görünen, fakat anlamlı bir fark olduğu kanısındaydı. İlki, bir hanedana karşı egemenliğin yalnızca millete ait olduğunu söylerken; Bayar’ın nüanslı tanımı, yukarıda anlatmaya çalıştığım ‘çoğunlukçu’ egemenlik anlayışını yansıtıyordu. Çoğunlukçuluk, yani ‘çoğunluğu’ ele geçirenin ‘çoğulculuğu’ gözardı ederek yönetebileceği yönündeki değerlendirmenin, özerk kurumlardan ve anayasa yargısından hoşlanmamasında yadırganacak bir yan yok kuşkusuz.
1960’ların düşünce hayatında (büyük ölçüde sol içi tartışmalarda) ‘bürokrasi’ ve Osmanlı-Cumhuriyet geleneği çok konu edilir. Birkaç yazıda tüketilmesi mümkün olmayan konular. ‘Sağın’ milli irade ve bürokrasi yorumu ise, yukarıda da altını çizmeye çalıştığım gibi, bürokrasinin yalnızca bazı malum küflü niteliklerinden (ortalama yurttaşın zihnindeki ‘devlet dairesi’ imajı, diyelim buna) değil, büyük ölçüde ‘dizginsiz’ egemenlik isteğinden kaynaklandı. Ahmet Kabaklı’nın terminolojisiyle ‘millete vurulan pranga’ olan bürokrasi, sağcı liderlerce, büyük hayaller ve şimdilerde ‘cihan hâkimiyeti’ önündeki engellerdendi.
Milli iradecilik, halka bu ‘engelleri’ hatırlatıp, cihan hâkimiyetinin önündeki bürokratik barikatı şikâyetin terimidir. AKP iktidarı Bayarcı milli irade olgusunu en uç noktaya taşıdı. Taşımak için gerekli güce sahip oldu, olabildi. Dizginleyici, denetleyici tüm kurumları ya yıktı ya da hâkimiyeti altına adlı. Tarihsel koşullar ve sermaye bileşenlerinin çıkarları uygun iklimi yarattı ve sonunda iktidar ‘kendisini’ milli irade olarak tanımlamaya başladı. Hal böyleyken, iktidara muhalif olanlar da milli irade düşmanı oluverdi. Son zamanlarda ‘seçim’ ile ilgili değerlendirmeleri, tercih ettikleri kavramlar, seçim talep etmeyi neredeyse ihanet gibi algılamaya başlamaları varılan aşamanın düzeyini gösteriyor.
İktidarın geldiği yer ve söyleminin yanında, Demirel ve Özal gibi liderler artık ne yazık ki demokrat kabul ediliyor ve özlemle anılıyorlar. ‘Milli iradenin’ temsil edildiği parlamentoda üç genç devrimcinin idam kararını gülümseyerek ve ısrarla onaylatan Demirel ile 1987’de yasaklı siyasetçiler dönemesin diye anayasaya aykırı anayasa değişikliği yapıp halkoylamasında ‘hayır’ çıkması için canhıraş çaba harcayan Özal.
İlk günden itibaren milletin/halkın çıkarlarıyla ilgisi olmayan ‘milli irade’ söyleminin anayasal düzenimizde vücut bulduğu yer ise ‘yüzde 10’ seçim barajıdır. 12 Eylül faşizminin alametlerinden olan baraj yaklaşık kırk yıldır düşürülmedi. Şu sıralar gündemde oluşunun nedeninin halk çıkarı ve demokrasi olduğunu düşünen yoktur tahmin ediyorum.
Yüzde 10 barajının keyfini ilk çıkaran Özal’ın ANAP’ı oldu; ikincisi, onun milli iradeciliğini devralıp ‘ileri demokrasiyle’ taçlandıran AKP. AKP’nin 2002’de tek başına iktidar olabilmesinin nedeni, geçerli oyların yaklaşık yarısının baraj altında kalışıydı ki ‘milli iradeciğin’ gerçek niteliğini göstermesi açısından çok iyi bir örnektir. Evet, milyonlarca oy çöpe gitmişti 2002’de. Hukuk düzleminde milli iradeciğin anlam ve değerini merak ediyorsanız, bazı seçim sonuçlarını önünüze koyar ve o seçimde yüzde 10 yerine, diyelim yüzde 5 seçim barajı olsaydı sonucun ne olabileceğini hesaplayabilirsiniz!
Muhterem okur, Türkiye sağının (sol, 70 yıllık çok partili yaşamda üç-beş yıl iktidar olabildiği için onun milli irade yorumunu öğrenme fırsatı olmadı!) milli iradeciliği, çok partili yaşam boyunca biz ölümlülerin çıkarına, daha iyi ve insanca bir yaşama, eşitliğe, halkın refahına hizmet etmedi. ‘Milli irade’, 1960’lardan bugüne yönetenlerin ‘denge ve kontrol mekanizmalarından’ ve ‘özerk kurumlardan’ kurtulma isteğinin sloganıydı. Halkın çoğunluğunun taleplerine uygun, buna mukabil azınlığı ezmeden siyaset yapmak değil; ele geçirilen meclis çoğunluklarının dilediği gibi davranabilmesi anlaşıldı, milli iradeden.
Bu satırlar yazılırken yayınlanan bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi (no.82) ile DDK (Devlet Denetleme Kurulu)’nin sivil toplum üzerindeki denetim yetkisinin kapsamı genişletildi. (Resmi Gazete 20.08.2021-31574) Ne güzel ve anlamlı bir tesadüf. Peki, dün Boğaziçi’ne yapılan atamaya ne dersiniz? Öğretim üyelerinin istediği ve önerdiği ’17’ profesörden biri değil, yüzde 95’inin istemediği isim rektör olarak atandı. 17 kişi mülakata dahi davet edilmedi. ‘Milli iradeci’ ideolojinin, halk talebi ve iradesini zerrece umursamadığının görkemli bir örneği daha. İptal edilen İstanbul seçimini hatırlatma gereği dahi duymuyorum.
Sonuç olarak, 27 Mayıs darbesinden sonra yargılananların hazin ve aklı başında insanlarca mahcubiyetle hatırlanan anılarının mekânı olan Yassıada’ya yapılanlar, Ada’nın betona dönüşmesi, oraya dikilen otel ve otel reklamı, Türkiye sağının milli iradeciliğinin gerçek niteliğini sergilemesi bakımından çok doğru bir iş olmuş. Ne yapılsa ne edilse böyle güzel resmedilemezdi bu konu. Emeği geçen herkesi kutlamak gerek.
İklim notu: 2021’in en büyük çevre sorunlarını fotoğraflarla anlatan şu sayfada (earth.org), iki dakika zaman geçirmenizi öneririm.
Yazarlar
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları





















































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
7.12.2025
23.11.2025
21.11.2025
14.11.2025
30.10.2025
26.10.2025
12.10.2025
3.10.2025
14.09.2025
11.09.2025