Ahmet ALTAN

Birincisinin sonu
4.05.2011
2052

Birinci Dünya Savaşı nihayet bitiyor galiba.

Çok garip biliyorum ama İkinci Dünya Savaşı çok daha önce bitti.

İkinci Dünya Savaşı’nda yenilenler, Almanya, İtalya, Japonya, kendilerini yenenlerle çok çabuk anlaştılar, sorunlarını hallettiler, aynı ekonomik ve kültürel anlayışın içinde bütünleştiler.

Yenilginin acısını, kendilerini yenenlerin çoğundan daha fazla zenginleşerek, dünya sahnesinde en az kendilerini yenenler kadar güçlenerek tedavi edip teselli buldular.

Sovyet Bloku’nun yıkılmasından sonra Doğu Avrupa ülkelerinin de Batı’ya katılması ve epeycesinin Avrupa Birliği üyesi olmasıyla İkinci Dünya Savaşı’nın dosyası kapandı, kurdeleyle bağlandı, rafa yerleştirildi.

Ama Birinci Dünya Savaşı bir türlü bitemedi.

İlk savaşın büyük mağlubu Osmanlı’nın ve Osmanlı’nın parçalanmasından oluşan ülkelerin bu yenilgiyi sindirememeleri, yenenlerle anlaşamamaları, aynı ekonomik ve kültürel yapıda buluşamamaları, sanırım savaşın sürmesini sağladı.

Osmanlı’nın “parçalarında” iki benzer özellik ortaya çıktı.

Merkezi de dâhil neredeyse her parçası bir diktatörlüğe dönüştü.

Ve Türkiye dışındaki ülkelerde Müslümanlık vurgusu çok kuvvetlendi.

Türkiye “laikleşti” ama bu “laikliği” bir azınlığın iktidarına alet ettiği ve bu azınlık da Anadolu halkını alabildiğine ezdiği için, halk kendini iki kez yenilmiş hissetti.

Türkiye’nin “laik elitleri” için “hilafeti” ortadan kaldırmak, kendilerine iktidar yolunu açtığı için “yenilgi içinde bir zaferdi” ama halk hem imparatorluğu, hem de kendisini Müslüman âlemin merkezi yapan hilafeti kaybetmişti.

Onun için halkta “gâvur düşmanlığı” çok kuvvetliydi.

Ülkenin laikleri ise her ne kadar Batı’ya hayransalar da, bu hayranlığın içinde hep “bizi bölecekler” korkusu saklıydı.

Batı taklidi bir laikliğe sahip çıkmalarına, Batı’nın hayat tarzını taklit etmelerine rağmen İstiklal Marşı’nı, “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” diyen bir şaire yazdıracak kadar da “Batı medeniyetine” düşmandılar.

En “Batılı” Atatürk’ün liderliğinde Batı’nın tümüyle dışında bir tarih uydurmak için çabaladılar.

Osmanlı’nın diğer parçalarında “bütünlüklü” bir Müslümanlık içinde büyüyen “gâvur düşmanlığı”, Türkiye’de ikili bir yapı içinde Batı’ya karşı kuşkulu bir nefrete dönüştü.

Osmanlı’nın parçalarının gelişemeyip fakir kalması, güçlenememesi, bilimden sanata kadar her alanda Batı’ya geçilmesi öfkeyi daha da büyüttü.

Türkiye, Batı karşısındaki acıklı kompleksini yenebilecek ilk adımları Turgut Özal’la attı, ekonomik yapısını değiştirerek zenginleşebileceğini gördü, Anadolu halkına üretimin yolunu açtı.

AKP ve Erdoğan bu yolu daha da genişletti.

Anadolu, kendini ezen elitlerden ve devletten bağımsız olarak dünyayla ilişki kurdu, zenginleşti, kriz döneminde Avrupa’nın imreneceği bir büyüme hızı yakalayarak kendine olan güvenini iyice arttırdı.

Batı medeniyetinin “yaşam tarzını” beğenmese de o medeniyetin “üretim tarzını” benimsedi.

Askerî vesayeti bitirebilmek için Batı’nın “demokrasisine” ihtiyacı olduğunu anlayınca, demokrasiyi de savunmaya başladı.

Türkiye, Osmanlı’nın parçalarında “laikliği” ile elde edemediği saygıyı, Müslüman demokrat kimliğiyle zenginleşerek kazandı.

Şimdi, Osmanlı’nın diğer parçaları da “demokrat” halk hareketleriyle çalkalanıyor, diktatörler yıkılıyor.

Diktatörlere karşı başlatılan hareketlerde “din vurgusundan” çok “demokrasi” vurgusuna rastlanıyor.

Müslümanlığı, tek amacı “Batı’nın canını yakmak” olan bir inanç gibi sunan El Kaide’nin etkisi azalıyor, “Arap Baharı”nda El Kaide’nin sloganlarına ya da posterlerine rastlanmıyor.

Bilmiyorum bir tesadüf mü ama Usame bin Ladin’in öldürülmesi, Müslüman Arap ülkelerinde demokrasi kavgalarının yoğunlaştığı, halkların kendi güçlerini fark ettiği ve Ladin için fazla yas tutmayacağı bir döneme denk geldi.

Müslüman ülkelerin “halk hareketleriyle” demokratlaşması, “piyasa ekonomisinin” kurallarına uyması, bütün dünyayı tek bir “ekonomik anlayış” içinde bütünleştirecek, Müslümanlarla Hıristiyanları ortak bir çıkar etrafında toplayacak gibi görünüyor.

2011 seçimleri de, Birinci Dünya Savaşı’nı Türkiye’de bitirecek sanıyorum, burada “bölünme korkularından” kurtulmuş, diniyle barışmış yeni bir devlet kurulacak.

Osmanlı’nın diğer parçaları da belli ki birer ikişer demokrasiye geçerek gelişmiş dünyayla kaynaşacak.

Müslüman Osmanlı’nın Hıristiyan Batı’yla barışması da, savaşları Yirminci Yüzyıl’da bırakıp, savaşsız bir yüzyılı birlikte yaşamak için büyük bir adım olacak.


[email protected]
 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar