Cemil ERTEM

Önemli bir karar...
19.08.2015
1920

 Dün açıklanan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Para Politikası Kurulu kararının bir çok açıdan önemli olduğunu vurgulayalım. Bu kararın teknik analizi, eleştirisi başka bir konudur ancak şunu söyleyebileceğimizi düşünüyorum: 

Türkiye’de stratejik devlet kurumları, uzun vadeli ve bağımsız davranma yetisine erişiyor. Bu, hiç şüphesiz ki, şu günlerde çok önemli bir göstergedir.

Merkez Bankası’nın dün verdiği faiz kararının kur seviyesindeki olumsuz etkisi tartışmalıdır ancak burada hiç tartışmasız olan bir gerçek vardır. Şimdiye değin, Türkiye ekonomisini ve mali piyasaları istedikleri gibi yönlendireceğini sananların bu iktidarı bitiyor. 

Bu gerçeği yalnız şu son 48 saatte olanlar bile anlatır. Merkez Bankası PPK’nın faiz kararı öncesi bizde görüşlerimizi açıkladık. 

Şunu samimiyetle söyleyeyim ki, açıkladığım görüşler, gerek kur seviyesi ile ilgili gerekse TCMB’nİn para politikası ile ilgili değerlendirmeler, benim yıllardır, makale ve kitaplarımda savunduğum defalarca yazdığım konulardır. Yeni değildir. Aslında bu görüşler, bir vizyonun bu konuya yansıyan spesifik izdüşümleridir. Ancak bizimle birlikte bu konuda çoğu piyasa uzmanı ve analist de görüş verdi. Çoğunun görüşü, Merkez Bankası’nın faiz artırmayacağı idi.( Bkz: http://www.bloomberght.com/haberler/haber/1819787-faiz-artisi-beklenmiyor ) Ancak Merkez Bankası’nın kararından 24 saat önce Goldman Sachs, bankanın 75 baz puan faiz artırması gerektiğini söyledi. (Burada Goldman Sachs “öngörüyoruz” kelimesini kullanıyor ama siz bunu gerekir diye okuyun)

Tabii Goldman Sachs’ın bu “öngörüsünü” hızla diğer küresel sermaye kurumları ve onların içerideki temsilcileri takip etti. Ve gün bitmeden piyasalarda Merkez Bankası faiz artırmazsa Türkiye yarından itibaren krize girer algısı oluşturuldu. 

Algı ve Tehdit... 

Şimdi kur eğer ki, siyasi nedenlerle (koalisyon kurulamadı vb nedenlerle) artıyorsa bunun çaresi Merkez Bankası’nın faiz artırması mıdır? Merkez Bankası, eğer gerçekten araç bağımsızlığına sahipse kararlarını, ekonomik saiklerle ve Türkiye ekonomisinin gerçekleri üzerinden alır. Burada şunu söyleyebiliriz; bu gelişme bize göstermiştir ki, Türkiye’nin bağımsız olması gereken milli kurumları, yoğun bir dış baskı altında. Bu baskı, yalnız olmasını istediklerinin algısını oluşturmak yönünde olmuyor, aynı zamanda, burada çoğu zaman gizli bir ekonomik tehdit de oluyor. Yani, bizim “öngörümüz” olmazsa kuru şuraya taşırız gibi.

Artık Türkiye’de bu gibi tehditlerin işlemeyeceğini görüyoruz. Bu sevindiricidir. Daha önce bu sayfada ayrıntılı olarak kurun nasıl tartışılması gerektiğini yazmıştık. Benzer tartışmayı faiz üzerinden de yapabiliriz. Ancak, buradaki tartışma eski bir tartışmadır. 

İspatlanmış bir model... 

60’lı yılların başında ortaya atılmış ve ispatlanmış bir iktisat modelidir. Robert A. Mundell ve Marcus Fleming, 1960’ların başında birbirlerinden bağımsız yapığı çalışmalarda Keynes’in teorisininin sermaye hareketlerine tam açık ülkelerde nasıl işleyeceğini bulmuşlardır. Buradaki kilit kavram ödemeler dengesidir. Yani model açık, sermaye girişlerinin serbest olduğu ekonomileri temel alır. Ayrıntısına girmeyeceğim, isteyen web ortamında modelin ayrıntılarına erişebilir. Ama modelin sonuçlarından birisi şudur; 

Sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ekonomide merkez bankaları, faiz oranını belirleme konusunda ısrar ederse, döviz kurunu piyasaya bırakmak zorundadır. Ama biz hem döviz kurunu hem de faiz oranını belirlemek istiyoruz  diyorsanız yapmanız gereken kapıları kapatmak yani sermaye hareketlerini denetlemektir. Türkiye’nin bunu yapmasını kimse savunmuyor değil mi? 

Geçmiş ve gelecek... 

Peki Türkiye ve diğer gelişmekte olan ülkeler bu teoriye göre davrandılar mı; tabii ki hayır... Gelişmekte olan ülkelerde açık bir piyasa mekanizmasını savunan çoğu analist ve derecelendirme kuruluşu, ne yazık ki, bu ülkelere piyasa dışı uygulamalar önerdi. IMF reçetelerine gelmiyorum bile...  İktisat bilimine  ve tabii bizim çıkarlarımıza de aykırı bu-akıl dışı- ısrar, Türkiye’ye çok pahalıya mal oldu. Türkiye, en ufak siyasi ya da ekonomik sallantıda, krize sürüklenecek bir ülke haline getirildi. Bunun siyasi sonucu da, krizi çıkartanların siyaseti belirlemesi olmuştur. Yani istedikleri hükümeti ekonomik kriz tehdidi ile kurmuşlardır. 

İşte görüyorsunuz, şimdi istedikleri, onların dediğini yapacak “teknokrat” hükümeti kuramadılar  ve hemen kur artıyor, kriz olacak tehdidi devreye girdi. Ve dün Merkez Bankası da gösterdi ki, kur artışı Türkiye ekonomisi için geçici bir sorun ve kriz nedeni değil. Evet, çok şey değişiyor, kimse endişe etmesin, Türkiye ekonomisi bir tür “hesaplara” dönüp bakmayacak kadar sağlam temeller üzerine oturuyor artık.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar