Etyen MAHÇUPYAN

Etyen MAHÇUPYAN
Etyen MAHÇUPYAN
Serbestiyet Tüm Yazıları
Fıtrat ve gerçek
20.03.2013
3688

 Futbol takımlarımızdan biri güçlü bir rakiple karşı karşıya geldiğinde, maç öncesi klişelerden biri takımın ‘kendisi gibi' oynadığı takdirde istenen sonucun alınacağı... ‘Fenerbahçe Fenerbahçe gibi oynarsa' veya ‘Galatasaray Galatasaray gibi oynarsa' örneğin tur geçilecektir.

İlginç noktalardan biri bu yorumların takımlar kendi aralarında oynayacak olduklarında hiç kullanılmaması. Herhalde her ikisi de ‘kendisi gibi' oynadığında sonucu öngörmek pek kolay olmuyor. Ama bu klişenin ‘yabancılara' karşı müsabaka öncesinde çıkmasının açık bir anlamı var: ‘Kendimiz gibi' olmak aslında milliyetçi tona sahip bir bakışın yansıması. Rakiplerin bizden üstün olduğunu bilen, ancak en iyi performansı gösterdiğimizde başaracağımızı telkin eden bir ‘dolduruşa getirme' çabası. Ne var ki olabilecek en iyi performansı ortaya koyabilmek zaten çok ender yaşanan bir durum ve dolayısıyla normali değil anormal olanı ima ediyor. Diğer bir deyişle Fenerbahçe veya Galatasaray'ın ‘gerçek' hali bizim bildiğimiz sıradan oyunlarının ötesine gitmiyor. Aslında başarı için bu takımların ‘kendileri gibi' değil, aksine ‘kendilerini aşan' bir gayret göstermeleri lazım.

Batılı ülkelerde maç öncesi yorumlar bu gerçekçiliği yansıtır. Rakip daha güçlüyse yerli takımın kendisini aşan bir performansa nasıl gelebileceği analiz edilmeye çalışılır. Bizde ise garip bir varsayımdan yola çıkılır: Bizim takım ‘aslında' çok iyi oynayabilmektedir ve onun asıl karakteri de budur, ama nasıl oluyorsa söz konusu iyi oyun çok seyrek becerilebilmektedir. Böylece takımın süreklilik içindeki normal halini istisna sayan, ancak istisnai olarak ortaya koyabildiği özel anlarını ise fıtratının parçası kılmaya çalışan bir anlayış benimsenmiş olur. Gerçekliği fıtratın bir uzantısı olarak tanımlayan, yani fıtratı gerçeklikten önce bildiğini sanan bütün yaklaşımlar zihniyet olarak ataerkildir. Gerçekte elimizde sadece kendi performansımız var ve gerçek fıtratımızın nasıl olduğunu bize söyleyen de bu. Bunun ötesinde bir fıtrat kavramı ancak kuramsal bir ‘insandan' hareket edebilir. Nitekim futbol örneğinin de aslında gösterdiği, ‘olması gereken' performansın bir fıtrat olarak kabullenilmesi, sürekli tekrarlanan performansın ise fıtratla ilgisinin kesilmesidir.

Bu yaklaşımın temel bir mahzuru var: Bizim gerçeklikle ilişkimizi engelliyor. Her alanda kendi eksiklerimizi nesnel bir gözle masaya yatırmaktan kaçınıyor, olması gerekene sığınarak kendiliğinden doğru davrandığımızı sanıyoruz. İslami kesim de bu kolaycılığa fazlasıyla kapılmış durumda. Doğru Müslümanlıktan hareketle gerçek Müslüman'ı tanımlama ve kendini yüceltme eğilimi çok yaygın. Oysa bizler ‘doğru' olan değil, ‘gerçek' olan Müslümanlıkla bir arada yaşıyoruz ve doğruyu bilmek ya da bildiğini sanmak, gerçeği değiştirmiyor.

Ancak söz konusu yaklaşım İslami kesime mahsus değil… Ataerkilliğin nüfuz etmediği herhangi bir alan yok. Normatif olanı öne çıkararak kendi gerçek işlevinin ve performansının üstünü örtmek epeyce doğal bir eğilim. Örneğin gazetecilik mesleğini sürdürenlerde bu eğilim epeyce köklü… Bunda muhakkak ki modern tasavvurun üretmiş olduğu normatif gazetecilik tanımının rolü de var. Buna göre gazetecilik siyasi kirlenmeden ve ideolojik sapmalardan etkilenmeyen bir üst ruhani kasta benziyor. Yönetimin yanlışlarına işaret ediyor, toplumun taleplerini gündeme taşıyor ve böylece demokrasiyi mümkün kılıyor… Ne var ki dünyada bu ideal duruma uyan gazetecilik örnekleri son derece az. Dahası gerçekliğin ideale uymadığı idraki içinde davranan ve en azından bunun gereği olan sorumluluğu taşıyan basın organları bile sınırlı. Türkiye gibi ülkelerde ise bu ideal performans sadece bir anomali ve zaten fazla yaşamasına da izin verilmiyor. İyi bir örnek Alper Görmüş yönetimindeki Nokta dergisiydi. Dergi, Özden Örnek günlüklerini yayımladı ve bunu yaparken bu yayını niçin yaptığını, bunun neye hizmet edeceğini umduğunu, kendi ilkesel bakışını ortaya koyarak, dolayısıyla sorumluluğunu taşıyarak gerçekleştirdi.

Bu örnek ışığında Milliyet gazetesinde yayımlanan görüşme notlarının sunulma ve kullanılma biçiminin sorunlu olduğunu görmekte yarar var. Hayali gazetecilik tanımlarından giderek kendimize bize hoş gelen gerçeklikler üretmek, gerçekte ne olduğumuzu ve ne yaptığımızı değiştirmiyor. Gazeteciler ‘gazeteci gibi' davransa keşke denebilir, ama belki de zaten gazeteci gibi davranıyorlar ve gazetecilik denen işin gerçek hali bu…  

 Not: Hasan Cemal'in basılmayan yazısı tarihe bir mihenk taşıdır… Utanması gerekenler utansın.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar