Mücahit BİLİCİ
Amerika’da ırk ilişkilerine özellikle de polis ile siyah Amerikalılar arasındaki ölümcül ilişkiye aşina olanlar açısından Minnesota’da yaşanan olay yeni bir durum değildi. “Black Lives Matter” hashtag’i ile gündeme gelen onlarca örnekten biri. George Floyd’un polisin elinde tutuklanırken öl(dürül)mesinin yankıları Amerika’nın değişik şehirlerinde protesto eylemleri şeklinde sürüyor. Floyd’un can verdiği videoyu izleyenler şunu merak edebilir: Beyaz polis siyah vatandaşın sırtına niye dizini koyup bastırıyor? Tutuklanan kişiye binen (ve bu örnekte Floyd’u nefessiz bırakan) o ağırlık nedir ve nereden kaynaklanıyor? Nihayet, Floyd’un boynu ile polis memuru Chauvin’ın dizi arasındaki mesafeyi belirleyen nedir?
Bu ağırlığın neden ölümcül ve ölçüsüz olduğunun bir hikayesi var. Cevap egemenlikle ilgili. Ama cevaba gelmek için biraz gerilere gitmek, biraz dolanmak gerekiyor. (Yola düşmeden küçük bir not düşelim: Bu yazıda egemenlik kavramını Türkiye’deki yaygın kullanımıyla hegemonya’nın karşılığı olarak değil, hükümranlık anlamına gelen “sovereignty” karşılığı olarak kullanıyorum).
Afrikalı siyah insanlar, emeklerini gasp için 17. yüzyılın başlarında köleleştirilerek yeni kıtaya götürüldüler. Bunun hem ülkenin inşasındaki ekonomik harç ve siyah emeği hem de bugüne uzanan siyah-beyaz ilişkileri açısından belirleyici bir önemi var. Köle olanın eşit insan haline gelmesi sanıldığı gibi kolay bir süreç değildir. Kölenin eşitliğe alışması gerektiği gibi efendi geçinmiş olanın da eskiden köle yaptığı insana eşit olmayı öğrenmesi, eşitliği içine sindirmesi gerekir.
Kölelik tecrübesinin siyah kadın ve erkekler üzerinde farklı sonuçları oldu. Bugün George Floyd üzerinden bahsini ettiğimiz sorun siyahlıkla ilgili olduğu kadar siyah erkekliği ile de ilgili. Bu yüzden olayı bir ırkçılık vakası olarak görmek yanlış olmaz ama eksik olur.
Erkekliğin geçmişteki kurgulanışı bugün için haklı olarak cinsiyetçi sayılıyor. Ancak eski dünyada bağımsızlık yani baş olmak (reislik) erkeklik ile ifade buluyordu. Köleleştirme bağımsızlığı yokettiği için bir anlamda erkekliği de sindirmiş veya söndürmüş oluyordu. Tarihsel olarak azınlık kimliğe sahip toplulukların (Avrupa’da Yahudiler, Amerika’da Siyahlar) erkeklerinin neden çekinik olmak zorunda olduklarının yapısal bir nedeni vardı. Azınlık olan kimlikte toplumsal cinsiyet rolleri çoğunluğun yapısal ve kurumsallaşmış şiddeti karşısında kırılmaya uğruyordu. Azınlık kimliğe mensup olanların kadınlarının neden çok daha atak ve konuşkan olduğunun bir sebebi sindirilen ve baskılanan erkeklik rolünün bir kısmını üstlenmek zorunda kalmalarıdır. Yani çoğunluğun azınlık erkeği üzerinde estirdiği hükmetme şiddeti (ve diklenme durumunda öldürülme tehdidi), azınlık erkeği geriye doğru iterken azınlık kadına aynı şeyi yapamıyordu. Eski (eşit ölçüde cinsiyetçi olmakla birlikte bugün hala geçerli olan) “kadına el kaldırılmaz” ilkesi bu şiddet makinasını kadın karşısında işlemez kılıyordu. Bu yüzden azınlık kadının sesi daha yüksek çıkar ve telafi edilmesi gereken erkeklik rolünün bir kısmını üstlenirdi. Bu da azınlık kimliğe mensup kadını istemese de daha kamusal, konuşkan ve atak olmak zorunda bıraktı.
Bir tür egemenlik ifadesi olarak siyah erkekliğinin restorasyonu nasıl olacaktı? Haiti’dekine benzer köle isyanları bu egemenliği hedefleyen çabalar olarak da anlaşılabilir. Cılız da olsa böyle teşebbüsler hep olmuştu. Kunta Kinte gibi kaçmaya çalışan, mücadele eden her köle, insan olarak egemenliğini yeniden kazanmaya çalışıyordu. Ancak egemenliğin ilk önce eşitlik formunda gelmesi 1861’deki Amerikan İç Savaşı’nda (Civil War) kölelikten yeni çıkmış ve çıkacak siyahların Kuzey’in tarafında askerliğe dahil olması ile gerçekleşti. Yani eline silah alan (silah egemenlik demektir) siyahlar hem vatan için savaşmanın meşruiyetiyle yurttaşlık imtiyazına ortaklık talebinde bulunabildiler, hem de gerektiğinde silah kullanabilecek bir şiddet potansiyeline eriştiler. Silahla temas, eşitliğe girmenin başlangıcıydı. Yüzyıl sonra siyahların asker olarak 2.Dünya Savaşı’na katılması da bu sürecin bir parçasıydı. Silahla tanışan eski köle ilk kez kendisinden sakınılacak insan halini alıyordu.
İç savaş sonrası yeniden inşa döneminde anayasada yapılan düzenlemeler (14. ve 15. maddeler) sayesinde seçme ve seçilme hakkı kazanıldı. Ancak zaman geçtikçe Güney’deki ırkçı alışkanlık bu kez (“Jim Crow”) eşitliği sureten kabul ettiği halde siyah ve beyazların ayrı kalmasında ısrar eden hamleler ile devam etti. Siyah egemenliğinin bir parçası olarak siyah erkekliğine dair beyaz ırkçı “kaygı,” yakıcı ifadesini, siyahlar için başka bir vahşet dönemi olan meşhur “linç etme” olaylarında buldu. Beyaz kadının siyah erkeği arzulamasından korkan beyaz erkekliğinin bu tedirginliği, en küçük “namus” şüphesinde (aslında bahanesinde) bütün mahalleli toplanıp çoğu kez iftiraya maruz kalan siyah erkeği iple asmak şeklinde gerçekleşti. Egemenlik kendini erkeklik üzerinden gerçekleşen bu kapışma ile tesis ediyordu. Kapışmanın sonucu teşhir ile ilan ediliyordu (Çoğunluğun egemenliğine karşı çıkanların cesetlerine ip bağlanıp panzerlerin arkasından şehirlerde dolaştırılması ile benzer bir dinamik).
Amerika’nın siyah hakları mücadelesinde Martin Luther King ile Malcolm X sırasıyla eşitlik ve bağımsızlığı temsil ettiler. Spike Lee, Malcolm X’e dair filminde Malcolm’ün siyahların erkekliğini temsil ettiğini vurgular. Beyaz toplum tam da bu yüzden MLK’i her zaman Malcolm’dan daha çok sevmiştir. Malcolm’da ilk belirtilerini gösteren siyah egemenliğinin nihai tezahürü Black Panthers (Kara Panterler) hareketidir. Siyahlara temel hakları vermekle eşit olmaları onları yurttaşlığa soksa da onları devletin sahipliğine (yani egemenliğe ortaklığa) eriştirmiyordu. Kara Panterler hareketi siyah kimliğin egemenliğe giriş veya egemenliği tadış momenti olarak anlaşılmalıdır. İlk kez beyazlar siyahlardan korkar hale gelmiştir. Siyah benliğin beyazın ona saldığı dehşetin bir benzerini karşı tarafa ilk kez hissettirmesinden bahsediyoruz.
Hükümranlığa bu kısmı erişimin bir maliyeti de vardı. Acınma nesnesi olmaktan çıkıp, egemen eşitliğe girince, en küçük kıvılcımda çoğunluk tarafın kahredici hışmına maruz kalmaya da evet demiş oluyorsun. Silahın buradaki ikircikli durumunu şimdilik tartışmayacağım. Ancak bu şiddet potansiyelinin hakim kimlikte büyük bir endişeye yolaçtığını görüyoruz. Ve azınlık eline silahı aldığında, çoğunluğun bütün gücüyle onun üzerine abanacağı da muhakkak. Böylece elinde silah olan (yani egemenliğini ilan eden) her siyah erkek devlet ile karşı karşıya (iki eşit, evet eşit) taraf haline geliyordu. Kimin kazanacağı baştan belli miydi? Belki. Ama neden bu kadar büyük bir risk alınıyordu? Çünkü siyah adam hayatında ilk kez üstünde hiç kimsenin (koskoca Amerikan devletinin bile) amir konumda olmadığı mutlak özgürlük duygusunu tadıyordu. Bir dağın başına çıkmış olmayla aynı duyguydu bu: Zirvede kirlenmemiş bir özgürlük oksijenini solumak. Egemenlik, yasanın üstüne çıkan bir özgürlük biçimi olduğu için öldürülmenin de meşru olduğu bir doğal hukuk(suzluk) halidir.
Stanley Nelson’ın yönettiği “Kara Panterler: Devrimin Öncü Kuvvetleri” belgesel filminde sonlara doğru bir FBI baskını detaylarıyla anlatılır. O baskındaki silahlı çatışmada etrafı sarılan panterlerden birinin o ana dair hatıraları ilginçtir: Şimdi ismini hatırlayamadığım bu panter ilerigeleni mealen şöyle diyordu: ‘Etrafımız sarılmıştı. Ama bize yaklaşamıyorlardı. Ucunda ölüm olan bir karşı karşıya gelme hali içindeydik. Hayatımda hiçbir zaman kendimi o anlardaki kadar özgür hissetmemiştim.’ Bu ifadelerde bir abartı vaya patoloji aramak mümkün. Ancak ben aksini düşünüyorum. Bu tanıklıkta ilginç bulduğum taraf şu: Karşında bütün bir devlet bile olsa sana karşı rastgele adım atamıyor. İlk kez muhatapsın, ciddiye alınıyorsun. Ölümü göze alabildiğin için egemenliği tadıyorsun.
Bugün Amerika’nın büyük kentlerindeki siyahların çoğu belli semtlere mahkum kalmış durumda. Erkeklerin önemli bir kısmı kölelikten bugüne uzanan yapısal şiddetin sonucu olarak sosyo-ekonomik olarak dikiş tutturamadığı için kötü ve kriminal koşullara mahkum kalıyor. Şiddete bulaşıldığında da en küçük bahane oluşunca polis ve mahkemelerin sevkiyle hapiste. Siyahları hapse atarak onlardan beyazları korumayı sağlayan adli ceza sistemi siyah nesilleri babasız ve imkansızlığa mahkum ediyor. Fasit ve çürütken bir daire. (Konumuz değil ama Obama’nın Trump’ın onda biri kadar cesur olamaması da makbul siyahlık ile ilgilidir).
Siyah erkeğin günümüzde süren trajedisinde “görülmemek,” “yok sayılmak”, “sakınılmak” gibi mikro şiddetler karşısında erkekliğin restorasyonuna bir çözüm, insanların sana saygıya mecbur kalmasını sağlamaktır. Saygınlık, başka türlü elde edilemediğinde geriye bir yol kalıyor: Korku. Bu erkeklik ve egemenlik ilanının kuşkusuz bir maliyeti var. Korku, polise korku olarak yansıyıp silah namlusu olarak siyah erkeğe geri dönüyor. O takdir hakkının (direndi, kaçmaya çalıştı, elini cebine attı vesaire) kullanımından kaynaklanan bir boşluk var. O boşlukta egemenlikler arasındaki sınırın çizilmesi süreci (bazan birkaç saniye, bazan birkaç dakika sürebiliyor) ölümcül sonuçlar doğuruyor.
Beyaz bilincin derinliklerinde siyah erkeğin suç ile irtibatlandırılmasının iki yeni örneği geçtiğimiz günlerde Central Park’ta çevre koruma memuru bir siyah erkek olan Christian Cooper ile aynı soyadı taşıyan beyaz bir kadın olan Amy Cooper arasında geçti. Parkın tenha bölgesinde karşılaştığı ve emin olamadığı siyah muhatabına karşı hemencecik bütün bir devlet (polis) şiddetini seferber edip konuşlandırmak suretiyle ırkçı hissiyatını ortaya koyan o meşhur beyaz kadın olayı. Diğeri de Ahmaud Arbery’nin hakikaten yürek burkan o güpegündüz infaz olayı. Irkçı beyazların olduğu bir semtin sokağından spor koşusu yaparken geçen ve ne de olsa ‘hırsızdı deriz polis inanır’ diye düşünen ve ellerine silah alıp onu pikapla kovaladıktan sonra cadde ortasında katleden beyaz baba-oğul olayı.
Bunlar istisnai hadiseler değil. Amerika’da ekseriyetle beyaz olan polisler ile siyah erkeklerin karşılaşmaları tam anlamıyla ölümcüldür. Kendi can korkusunu mazeret gösteren (Blue Lives Matter) polislerin hangi sebeple olursa olsun, bir sorgulama, tutuklama için muhatap oldukları siyah erkeklere karşı elleri tetiktedir. En küçük mazerette ateş etmek meşru sayılıyor. Çünkü direndi veya elini silaha götürdü iddiasının ileri sürülebileceği her yerde muhatabın kurşun yağmuruna tutulması “hukuki” sayılıyor. Bu yüzden Amerika’ya yeni gelen sürücülere ilk şu nasihat yapılır: ‘Polis durdurduğunda asla yerinden kıpırdamayacaksın, eğilmeyecek, bir şeylere uzanmayacaksın’.
Peki niye bu kadar gerilim var ve neden polisler tutuklarken Amerikan filmlerinde hep bir itiş-kakış olur? Burada da erkeklikle ilgili önemli bir boyut var: Amerikan kültürüne göre bir erkek tutuklanırken kollarını rızayla teslim etmez ve derdest edilmeye direnmesi gerekir. Aksi, erkekliğe yakıştırılmıyor. Tutuklanması gereken taraf direndiğinde ise polisin zor kullanması (üstüne basarak yere yatırma), kaçmaya çalışması durumunda ise ateş edilmesi yasal sayılıyor. Bütün bunları daha da karmaşıklaştıran şöyle bir boyut var: Polis, Amerikan kültüründe yasal olan silah bulundurma hakkının siyah Amerikalılardaki kullanımı karşısında kendini sürekli tehlikede görüyor. Bunun sebebi, bazı siyahlardaki kriminalitenin bütün siyah azınlığa teşmil edilmesini sağlayan ve bütün toplumlarda gördüğümüz çoğunluk önyargısı. Bir beyazın suçu şahsi kalırken, her siyahın suçu tüm siyahların suçu haline geliyor.
Şimdi şu senaryoyu düşünün: Eğer George Floyd ölmeseydi, polisin onun sırtına ve boynuna basması yanlış bir şey sayılacak mıydı? Hayır. Çünkü bu tamamen yasal bir şey. Floyd tutuklanma karşısında direnç (egemenlik vurgusu) gösterdiği için polisin onu “zor” ile tutuklaması polis ve yasa açısından mazur hale geliyor.
Asıl ilginç olan soru şudur: Peki polis ne kadar ağırlık koymalı? İşte bu sorunun cevabı yoktur. Çünkü polisin koyacağı ağırlık tamamen muhatabın derdest edilmesi için gerekli olan ağırlık olduğundan objektif olarak bilinemez. Floyd ölmeseydi, bir suç işlenmiş olmazdı. Burada polisin kötü niyeti (ırkçılığı) çok belli olsa da polisin kendi yaptığı şeye tamamen hakim olmadığı gerçeği o kadar belli olmayabilir. Ama öyledir. Polis, böyle bir durumda öldürmeye kast etmeksizin ölüme yolaçabileceği bir egemenlik boşluğundadır. Orada kullanılan şiddet (ağırlık, bastırma) her an bel verebilir ve egemenlik fıtığına yol açabilir. Nitekim, polis memurunu, beyaz ve polis olduğu için ırkçı saysak bile (ki öyle bir zorunluluk yok ama yüksek ihtimalle öyledir) Floyd’un ölümünün (varsa ırkçılık kadar) yasanın içindeki bu egemenlik fıtığından kaynaklandığını söyleyebiliriz.
İşte bu egemenlik fıtığı karşısında siyah kimliğin elinde ne var? Palyatif bir çözüm: Azınlığın ağrılar arttıkça arada bir (1992’de Rodney King’in Los Angeles polislerince dövülmesinde olduğu gibi) ayaklanmalarla çoğunluğa maddi ve manevi bir maliyet üretmek. Yani zulme isyan. Şu anda yaşanan durum buna benziyor. Ancak bunun da bir sınırı var. Protestolar yağma ve talana dönüştüğünde bu çözümün de sınırlarına ulaşmış olacağız. O yüzden şimdiki olaylardan bir “Amerikan baharı” beklemek hata olur. Protestoların doğal sınırı, yağmaya dönüşme eşiğidir. Görebildiğim kadarıyla tek risk, Trump taraftarı milliyetçi-mukaddesatçı (ve ağır silahlarla mücehhez) beyaz lümpen takımın sahaya inerek daha ciddi çatışmalar tetiklemesi. Onun dışında siyah kimliğin yapısal trajedisi kolay kolay bitmeyecek gibi görünüyor.
Yazarlar
-
Mustafa KaraalioğluSiyasi belirsizlik rüzgarıyla, ‘erken’ seçime doğru… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUBu çağda harita böyle değişiyor 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Sahur Pilavı… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTrump niçin İran’ı vurdu? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYZindanın kapıları açıldı ve muhalif lider serbest bırakıldı 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazKılıçdaroğlu, Erdoğan’a hizmet etmeye hazır 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA“Masada Milyonlar Var” 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERÖzgür Özel CHP’de neyi değiştirdi? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
1.06.2025
21.05.2025
11.05.2025
4.05.2025
2.05.2025
25.04.2025
5.04.2025
28.03.2025
15.03.2025
2.03.2025