Tuncer KÖSEOĞLU

Tuncer KÖSEOĞLU
Tuncer KÖSEOĞLU
Serbestiyet.com Tüm Yazıları
Nazargül
26.10.2012
2683

 Hayal meyal hatırlıyorum evimize ilk gelişini. İki kapılı ahşap evin kanatlı penceresinden bakarken ilk kez gördüm onu. Babaannem Nafiye’nin önünde nazlı nazlı yürüyordu. Babaannem ise cenaze ve düğünlerde giydiği özel elbisesiyle cizlavet lastik ayakkabılarını giymişti. Ne de olsa gelin getiriyordu evimize. Yolda karşıladı onu ev halkı griye çalan bir rengi, boynuzlarının ortasında leke gibi duran beyaz tüyleri vardı. Nazargül ile ilk tanışmam böyle oldu. Birkaç ay sonra bir oğlu oldu Nazargül’ün. Doğumu Hacı Amca yaptırmıştı. Hacı Mustafa yıllarca gemilerde çalışmıştı. Zaman zaman biz çocukları etrafına toplar keyfi yerindeyse deniz hikâyelerini anlatırdı. Dev dalgalarla nasıl boğuştuklarını anlatırken o ânı yaşar gibi olur, heyecanlanırdı. Bir keresinde “Denizin dibi göründü. Kurtulamayız artık dediğimiz anda, bir mucize oldu kurtulduk o fırtınadan,” demişti. Elinden her iş gelirdi Hacı Amca’nın, nalbantlıktan tutun diş çekiciliğine kadar. Dişim ağrıdığı zamanlarda çok korkardım ondan, gördüğümde fark eder dişimi çekmek isterdi diye.

Altı yaşımı geçtiğim hâlde hâlâ anne sütü içiyordum. Annem, art arda doğan kardeşlerimin meme payını aldığım için bu duruma kızıyor, izin vermek istemiyordu. Ağlama ve yalvarma silahını o yaşta iyi kullanan ben, her defasında galip çıkıyordum bu savaştan. Bir sabah kalktığımda annem beni ahıra götürdü. Kapı açık, onun Nazargül’ü sağmasını izledim. Bakracın kapağına sağdı son sütü. O dolu kapağı bana verdi. “Al iç oğlum” dedi. Ilıktı süt. İşte o günden sonra Nazargül’le aramızda sonsuza dek süreceğini sandığım sıkı bir dostluk başladı. Bahar ayları, toprak kokusuyla gelir Karadeniz’de. Eriyen karlarla birlikte dereler şehvetle akmaya başlar. Kızılağaçlar, yeni tomurcuklar çıkarır, mormenekşeler sarar çay tarlalarından artan yerleri. Karadeniz’in hoyratlığı coşkuya dönüşür bir anda. Bahar, Nazargül için de özgürlük demekti aynı zamanda... Üç dört ay kapalı kaldığı yerden çıkmak için hırçınlaşır, önünde yemini yediği tahtayı boynuzlamaya başlardı. Benim için de eğlenceydi Nazargül’ü dışarı çıkarmak. Okuldan geldiğim gibi çantamı hayata fırlatır, ahıra koşardım. Sonra birlikte giderdik dere kenarına. Kısa bir süre bir o yana bir bu yana koşturan Nazargül, sakince otlamaya başlayınca ben de uzanırdım menekşelerin üzerine ğorğarina kuşlarının cıvıltısına kaptırırdım kendimi. Henüz masumiyetimi kaybetmemiş olmanın çocuksu hâliyle...

Mevsimler yıllar böyle geçip giderken, bir kara kış zamanı Kurban Bayramı yaklaştı. Genelde köyde insanlar kurbanı altı yedi ortaklı kesiyordu. Kurban almak için ortaklar biraraya geldi. Önce anlamadım ne olduğunu, bir gün Nazargül evimizden alınıp, komşunun ahırına götürülene kadar. Âdetti; her yıl ortaklar arasında başka birinin evinin kapısında kesilirdi kurban. Bu yıl sıra Hakkı Dayı’lardaydı. Kurban bir hafta önceden kesilecek eve getirilir, orada beslenirdi. Nazargül de böyle çıkıp gitti evden işte. Kardeşlerim hüngür hüngür ağlıyordu. Son umut babaanneme gittim. “Sen nasıl izin verirsin kesilmesine,” dedim. Yüzü hüzünlüydü. “Artık yaşlandı uşağum. Eskisi kadar süt de vermiyor. Hem deden öyle istedi,” diye cevap verdi. Umutlarım kırıldı o an oysa çok güvenmiştim babaanneme. O değil miydi en özel giysileriyle Nazargül’ü almaya giden.

Arife gecesi çok kar yağdı. Sabah herkes uyurken kalktım yataktan, giydim lastik çizmeleri, düştüm yola. Nazargül’ün kurban edileceği ev yakındı yakın olmasına da patika yolu kapatan kar boyumu aşıyordu. Karla boğuşa boğuşa kendime yol açtım. Ellerim soğuktan donmuş, çizmelerimin içi kar dolmuştu. Hakkı Dayı’ların evine vardığımda sadece Seyyare Nine ayaktaydı. Ahırın önünde karları temizliyordu kürekle. Beni o hâlde görünce “Ne işin var sabahın bu saatinde burada,” diye sitem etti. “Nazargül’ü görmeye geldim,” deyince, “yarın gel, görürsün kesilmeden önce,” diyerek beni boynu bükük geri gönderdi. Akşamüzeri ateşim çıktı. Kendimi kaybetmişim. Yollar kardan kapalı olduğu için babam bir komşuyla birlikte kucağına alarak taşıdı beni Rize’ye giden ana yola. Üç gün hastanede kaldıktan sonra kendime geldim. Bu arada köy yolu dozerlerle açılmıştı. Eve geldikten sonra herkes sitem etti bana, “karda kışta ne işin vardı dışarıda,” diyerek. “Nazargül,” diyebildim sadece. Bir hafta daha yatakta yattım. O yıl hiç kurban eti yemedim. Yatakta yattığım her an Nazargül geldi aklıma. Benim için evde yaşayan herkesten bir farkı yoktu. O da bu iki kaplı evin bireyiydi ve biz onu kurban ettik. Sonra araya mevsimler yıllar girdi. Her ne kadar o yıllardaki masumiyetimden eser kalmasa da bende, her Kurban bayramında Nazargül gelir aklıma, işte o an alırım masumiyetin insanın içine işleyen hüznünün kokusunu...

İyi Bayramlar.


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar