Vahap COŞKUN
7 Haziran, PKK ve HDP için bir dönüm noktasıydı. Halkın siyasi mekanizmalara ve çözüme olan gösterdiği büyük teveccüh, PKK’yi bir seçim yapmak zorunda bıraktı. Her silahlı örgütün başına gelen PKK’nin de başına geliyordu; yola siyasetle mi, yoksa silahla mı devam edileceğine bir karar vermesi gerekiyordu.
Aslında, bu konuda PKK elini daha önceden açmıştı. 2013-Newroz’unda Öcalan, silahın miadını doldurduğunu, artık mücadelenin siyasi alanda verilmesi gerektiğini belirtmiş ve çözüm süreci de bu hat üzerinden ilerlemişti. Keza PKK’nin tepe isimlerinin tamamı da, defaten, sorunun silahla bitirilmesinin imkânının bulunmadığına ve çözümün mutlaka siyasette aranması gerektiğine dair açıklamalar yapmışlardı. Dolayısıyla 7 Haziran’dan sonra verilecek kararda bir sıkıntı olmaması icap ederdi. PKK, siyaseti güçlendirecek bir hamle de bulunmalıydı.
Ne var ki PKK, 7 Haziran’a beklentilerin hilafına bir tepki gösterdi. Seçim sonuçları hemen herkes tarafından “halkın, Kürt meselesinde inisiyatifin siyasette olmasını istediği” biçiminde tercüme edildi. İnsanlar, otuz yılı aşan çatışmalardan bezmişti. Bunun herhangi bir çözüm üretmeyeceği ve çıkmaz bir yol olduğu tecrübeyle sabitti. Çatışmalar bitmeli, siyaset ipleri eline almalı, öncelikleri belirleme ve karar verme mevkiine siyasetçiler geçmeliydi. Ezcümle, silahın yerini siyaset almalıydı.
Elbette herkes, PKK’nin HDP üzerindeki tesirinden haberdardı. Sorunun aşılması için PKK’nin HDP’lileşmesi gerekiyordu. Bunun yolu da güçlü bir siyasi temsilden geçiyordu. Altı milyon oyda, % 13’ü aşan destekte ve 80 milletvekilinde ifadesini bulan bu güçlü temsilden umulan, PKK’yi siyasi bir organizasyona dönüştürmesiydi.
PKK’nin hoşnutsuzluğu ve HDP’ye ayar
PKK, bu tablodan memnun olmadı. Sorunu çözme babında parlamentonun ve siyasetin iş görebilme ihtimalinin büyümesini PKK bekasına dönük bir tehdit olarak algıladı. Her meselenin halli için parlamentoyu ve siyaseti adres gösteren bir anlayışın hâkim olması halinde, kaçınılmaz olarak PKK’deki dağdaki varlığı ve elindeki silahı sorgulanacak, PKK kamuoyundan gelecek “Siyasetle bir çare bulmanın olanağı varken dağ başında işiniz ne?”sorusuna daha çok muhatap olacaktı.
Ortadoğu’da işlerin karıştığı ve bilhassa Suriye’de önüne bir fırsatın çıktığını düşündüğü bir vasatta PKK, kamuoyunun kendisine böyle bir taleple gelmesini istemedi. Öyle ki, seçimin hemen ardında elde edilen büyük başarıyı itibarsızlaştırdı. HDP’nin zaferin tadına varmasına müsaade etmedi. Yerli yersiz devreye girip HDP’ye ayar çekti. Kısa bir süre sonra da, ateşkesi bitirdiğini ilan etti, devrimci halk savaşı çağrısı yaptı.
PKK’nin önceliği Suriye
Çatışma, böyle bir fonda başladı. Siyaset korkusu PKK’nin tekrar silaha başvurmasının amillerinden biri. Ama PKK’nin şehir savaşlarına girmesi salt buna bağlanmaz. PKK’nin çatışma tercihini açıklamak için, bu fona işlenecek dört önemli nedenden bahsedilmelidir:
1. Ortadoğu’da tozu dumana katan gelişmeler PKK’nin önceliklerini ve Türkiye’ye dönük stratejisini değiştirdi. Müzakere yoluyla Türkiye’de Kürt meselesini çözmekten ise Suriye’deki hâkimiyet alanını korumak ve büyütmek PKK için çok daha öncelikli bir hal aldı. PKK, Suriye’de iç savaş konjonktüründe kısa bir sürede üç kantonun yönetimini eline geçirdi. Ancak bu kantonlar bir toprak bütünlüğü oluşturmuyordu. Kantonlar arasında IŞİD ve ÖSO’nun elinde tuttuğu alanlar da vardı. PYD, dış desteğin de yardımıyla, toprak birliğini sağlamak istedi. Bu, Türkiye ile PKK yeniden karşı karşıya getirdi. Zira Türkiye sınırında tümüyle PKK egemenliğinde bir yapılanmaya izin vermeyeceğini açıkça ilan etti ve buna uygun bir tavır aldı.
PKK, bana göre büyük bir yanlış içeren, Türkiye’nin bu siyasi tavrını fiili yönetimini tahkim etmesinin önündeki en büyük engel olarak okudu ve ateşkesi bitirerek sokak savaşını başlatan düdüğü çaldı. Böylece bunun karşısında yer aldığında maliyetin ne denli büyük olacağını göstererek Türkiye’yi kendi çizgisine zorlamayı hedefledi.
“Taşeron savaşı”
2. Türkiye ve PKK’nin Suriye’de ortak bir zeminde buluşamamaları çözüm sürecini de tıkadı ve tarafları farklı arayışların içine girmeye itti. Her iki taraf da, sahada etkili olan güçlerle daha sağlam bir ilişki trafiği kurmaya yöneldi. Sahadaki mevcut şartların daha avantajlı kıldığı PKK, Ortadoğu yeni ve karmaşık bir ağın içine girdi. 40 yıldır Türkiye’deki silahlı mücadelesinde kavuşamadığı desteğe, Suriye’de IŞİD’e karşı verdiği mücadele sayesinde erişti. Gerek gerek bölge devletlerinin (Suriye ve Irak) ve gerek bölge dışı güçlerin (ABD ve Rusya) desteğini arkasına aldı.
Türkiye’nin, PKK’ye arka çıkan bu güçlerin hepsiyle değişen oranlarda sorunları var. Ortadoğu’da kartlar yeniden karılıyor ve dengeler kökünden sarsılıyor. Böylesi bir düzlemde PKK’nin Türkiye’ye karşı sahaya sürülmesinde, bölge içi ve dışı güçlerin gayeleri ve bu doğrultuda PKK’yi yönlendirmeleri göz ardı edilemez.
PKK’nin dâhil olduğu ağın amacı, Türkiye’nin Ortadoğu’ya müdahil olmasını önlemek veya müdahalesini en aza indirmekti. PKK’nin şehir savaşı karşısında bütün ilgisini ve gücünü içe yöneltmek zorunda kalan Türkiye, yeniden şekillenmekte olan coğrafyadaki hadiselere yeterince tesir edemedi. Böylelikle amaç hâsıl oldu. Yani, Türkiye’yi bölgeden uzak tutma ve etkisini kırma siyaseti PKK eliyle icra edildi.
PKK’nin eski yöneticilerinden Nizamettin Taş, PKK’nin bu siyasetini “Rojava için Kuzey Kürdistan’ın feda edilmesi” olarak yorumluyor: “Kuzey Kürdistan’daki savaş, taşeron savaşıdır. Kuzey Kürdistan için sürdürülen bir savaş değildir. Rojava üzerine süren bir savaş vardır. Savaşan güçler Türkiye’yi denklemin dışına itmek için böyle bir savaş başlattılar. Bunu da PKK eliyle yaptılar. Amaç Türkiye’yi Ortadoğu denklemin dışında tutmaya çalışmaktır. Kuzey Kürdistan buna feda edildi.” (BasHaber, Sayı 105, 06-12 Haziran 2016, s. 8-9.)
Örgütsel dönüşüm
3. PKK, başlangıçta kır eksenli gerilla mücadelesine göre yapılan bir örgüttü. Ancak başlıca iki sebepten ötürü, kırsalda etkin bir mücadele yürütmenin imkânı kalmadı:
Sebeplerden biri sosyolojiktir. 1990’lardaki devletin uyguladığı zorunlu göç siyaseti, kırsal alanı hatırı sayılır miktarda zayıflattı. Toplum kaotik bir şehirleşme sürecinden geçti. Kentlerde yoğun ve dinamik bir genç nüfus oluştu. Bütün gençleri dağa çıkarmanın olanağı yoktu. PKK, şehirdeki gençleri silahlandırarak hem kenti/kendisine muhalif olan unsurları kontrol altında tutmayı, hem de devlete karşı mücadelenin kırsaldan kente çekmeyi amaçladı.
Diğer sebep ise teknolojiktir. Silah teknolojisinin hızına erişmenin olanağı yok. Bu gelişmeden PKK gibi öğütler de belli bir oranda istifade ediyor ama şüphesiz devletler kadar değil. Silah envanteri genişleyen ordular her geçen gün daha teknolojik silahlarla donatılıyorlar. Artık ordular araziyi çok daha rahat gözetliyor ve daha büyük bir atış gücüne erişiyorlar. Bu da ordulara, mücadele ettikleri silahlı örgütlere karşı muazzam bir avantaj sağlıyor.
Tüm bunlar Türkiye için de geçerli. Kırsalda, kır gerilla modeli ile PKK’nin kendi hedeflerine ilerlemesinin imkânı bulunmuyor. PKK kırda hareket alanı daralıyor ve gücü kırılıyor. Bu durum karşısında PKK, örgütsel yapısını yeniden tanzim ediyor ve şehirlere yöneliyor.
Cemaat yanılgısı
4. 7 Haziran’da elde edilen tarihi başarı HDP ve PKK’de bir özgüven zehirlenmesine neden oldu. AKP, uzun süren tek parti iktidarını kaybetmişti. Ülke içinde AKP’ye ve Erdoğan’a yönelik ciddi bir muhalefet oluşmuştu. Batı’da da gerek siyasi elitler ve gerek toplumsal kesimler düzeyinde bilhassa Erdoğan’a karşı büyük bir nefret dalgası kabarmıştı. Ayrıca AKP içinde de Erdoğan ve Davutoğlu arasında belli konularda ihtilaf olduğu da belli olmuştu.
HDP ve PKK bu tabloyu “AKP ve Erdoğan’ın sonu” olarak okudu. Altan Tan, 7 Haziran sonrası partideki ruh halini şöyle resmediyor: “Bizim 7 Haziran’dan sonraki siyasetimizde de, 7 Haziran gecesinden itibaren şöyle bir siyaset hâkim oldu, “Bu çözüm süreci durdu, masa devrildi, dolayısıyla önce Türkiye’de iktidarın değişmesi lazım. Yeni bir iktidar oluşturulması, bizim de onunla görüşmemiz lazım.” Bu fikir kulağa çok hoş gelebilir. Zaten şu an Türkiye’de Tayyip Erdoğan’dan nefret edenler zümresi var. Ben Tayyip Erdoğan ile siyaseten yollarımı 25 yıl önce ayırdım. Ama nefret etmek ayrı bir şey, bütün siyaseti bir şahıs bir parti üzerine indirgeyip onun karşıtlığı üzerinden bir cephe oluşturmak ayrı bir şey. Daha açık söyleyeyim, “Önce Tayyip Erdoğan gitsin, ondan sonra ne olacaksa olsun” Türk solunun da bir kısım Kemalistlerin de fikri sabitleriydi.” (http://www.aljazeera.com.tr/al-jazeera-ozel/altan-tan-dindar-musluman-kurtler-buyuk-sikintida)
Bu ruh haliyle HDP, daha ilk akşamdan AKP’ye tüm kapıları kapadı. Selahattin Demirtaş“AKP’lileri asmayacaklarını ama yargılayacaklarını” söylüyordu. Sırrı Süreyya Önder, kendileri ile görüşmeye gelecek Başbakan Davutoğlu için “Gelir, kaçak çayını içer gider”diyordu. PKK’nin çatışmayı başlatmasının amillerinde biri de, gerçeklikle bağını koparmış bu özgüvendi. PKK’ye göre, AKP’nin kurtuluşu yoktu. AKP içten ve dıştan gelen baskılara karşı koyamazdı. Bir çatışma süreci, AKP’nin yıkılışını hızlandırabilirdi. Ve PKK, AKP’yi yıkan güçlerden biri olarak içteki ve dıştaki kazanımlarını derinleştirebilirdi.
Bu, 17-25 Aralık döneminde Gülen Cemaati’ni saran ruh haline çok benziyordu. Anılan dönemde Gülen Cemaati, yeterince güç berkittiğini düşünüyordu. O günlerde birçok Cemaat mensubuna göre; hükümet düşecek, AKP seçimleri çıkaramayacak ve Erdoğan da ülkeden kaçacaktı. Bundan hiçbir kuşkuları yoktu.
Benzer şekilde PKK’de Erdoğan’ın gidici olduğuna kanaat getirdiği noktada çatışmaların düğmesine bastı. Ancak -Cemaat gibi- PKK de yanıldı. Yaptıkları hamleler, Erdoğan’ı güçten düşürmek yerine, daha güçlü kıldı.
Meseleye buradan devam edeceğim.
Yazarlar
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları




















































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
28.10.2025
8.09.2025
3.09.2025
27.08.2025
23.08.2025
19.08.2025
14.08.2025
5.08.2025
29.07.2025
22.07.2025