Yasin AKTAY
Dinin modern ve postmodern dönemlerde insan hayatında nasıl bir yer tuttuğuna ve tuttuğu bu yerin nasıl bir değişkenlik içinde olduğuna dair bir sürü şey okuduk, dinledik. Bu okuyup dinlediklerimizin arasındakilerin önemli bir kısmı dünyanın gidişatına dair bir tespit yapmaktan ziyade nasıl olması gerektiğine dair normatif bir söylem içeriyor. Dinin günlük hayattaki veya siyasetteki yerinin şu kadar veya bu kadar olması gerektiğine dair bu söylem büyük ölçüde laiklik tartışmaları etrafında cereyan ediyor.
Normatif olan kısmının din ile devlet ilişkilerini düzenlemekle ilgili siyasi bir baskıya ve programa dönüşmesine adeta aşinayız. Oysa gerek laiklik gerekse sekülerleşmeyle ilgili sosyal bilim literatürü dünyada sekülerleşmeyi bir zihniyet dönüşümü, gündelik hayata dair alışkanlıkların, tasavvurların bir değişimi olarak teşhis ve tespit etmekle ilgilenir. Bu düzeyde normatif olmaması beklenir. Gerçekten modernleşmeyi doğuran süreçlerin hepsi aynı zamanda ciddi bir sekürlerleşmeyi, bir siyasi baskının konusu olmasa bile, gündelik sanayileşme ve kentleşme süreçlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkarır.
Geleneksel toplum, dünyada olup biten her şeyin bu dünyanın ötesinden bir nedenle ilişkilendirilmesi dolayısıyla büyülü addedilir. Buna mukabil gündelik hayatın birçok yönü veya siyaset, bu büyülü dünyanın gereklerine göre düzenlenir. Bu da geleneksel toplumun dinselliğinin bir göstergesidir. Oysa modern topluma geçişin en önemli göstergesi, dünyada olup biten her şeyin nedeninin yine bu dünyanın sınırları içinde aranması ve çeşitli dinsel dünyalar arasındaki farkların yol açtığı göreceliğin geniş bir bilinç atmosferi oluşturması dolayısıyla sekülerleşmenin herkes tarafından benimsenmesi oluyor. Modern kent, insanların beraber yaşadıkları, fakat dünyaya başka bir inançtan baktıklarını fark ettikleri insanlara karşı bir tür empati düzeyinin kültürün önemli bir parçası haline geldiği kenttir.
Sosyal bilimcilerin resmettikleri bu sekülerleşme tablosu modern toplumun neredeyse tamamlayıcı bir kesitidir. Bu tablonun detaylarında, insanların günlük yaşamlarını düzenlerken ve belirlerken dinsel herhangi bir etkiden kademeli olarak bağımsızlaşmaları da vardır. Devlet ile dinin birbirinden ayrılması ve bunu düzenleyen kurallar sadece siyasete değil, bizzat bireysel hayata da hakim olan bir dünyevileşme sürecidir. Aslına bakarsanız sekülerleşmenin birçok tanımı arasında en uygun tanımlardan biridir “dünyevileşme” ve bu haliyle dünyanın dinselliğinin tam karşıtı olarak alınır. O kadar ki, ünlü Alman filozofu F. Nietzsche yaşanan süreci Tanrının ölümü diye nitelemekten çekinmeyecektir.
Modernleşmeyle ilgili bütün tespit ve analizler dünyaya her geçen gün dünyevileşmenin, yani din karşıtlığının daha fazla hakim olduğunu söylerken, tersine yirminci yüzyılın son çeyreği dinin şaşırtıcı bir dönüşüne tanık oldu. Sadece İslam dünyasında değil, Hıristiyan, Yahudi ve Budist dünyada da modernleşme teorilerinin resmettikleri gibi dinsellikten sıyrılma süreci bir yana, hepsinde dine -belki modern bir formatta da olsa- daha fazla tutunma emareleri belirmeye başladı. Dünyada birçok savaş, çatışma, gerilim ve gelişme içinde en önemli faktörlerden biri olarak yine din öne çıkmaya başladı. Bu durum bazı sosyologlarda, modern dönemde alelacele öldürülmüş olan “Tanrının bir tür intikamı” olarak nitelendi. Bugün AB'nin özellikle bir İslam ülkesi olarak Türkiye'ye doğru genişlemesiyle ilgili stratejiyi sınırlayan en önemli faktörün din olduğu tartışılmaz bir gerçek. Yine Ortadoğu'da bütün dünyayı etkileyen gerilim hattının en önemli durağı olan İsrail'in varlık nedeni de, ürettiği bütün gerilimlerin kaynağı ve referansı da din. Ona karşı çıkanlar da aynı motivasyonla ve aynı referansla karşı çıkıyorlar. Yani dinsellik özellikle uluslararası siyasette halen en belirleyici motivasyon olma özelliğini koruyor. Aynı şekilde ülkelerin kendi içlerindeki siyasetlerde de dinsellikte bir azalma yerine bir artış söz konusudur.
Buna rağmen hem dindar hem de laik kesimden dünyevileşmeye doğru bir gelişim içinde olduğumuza dair ortak bir saptama var. Tabi bu saptama dindar kesimde bir tür yakınma ve endişeli uyarı olarak ifade buluyor, ama bu endişeler durumu betimleyici olma iddiası da taşıyabiliyor. Fakat ilginç biçimde bu endişeli söylemler giderek laik bir noktadan yola çıkarak üretilmiş betimleyici söylemlere eklemleniyor.
Peki klasik modernist teorisyenleri bile boşa çıkartmış bunca dinsel gelişmeye karşılık, din ve dünya ilişkilerinde gidişatın bugün için gittikçe daha fazla sekülerleşmeye doğru evrildiğini yine de söyleyebilir miyiz?
Bugün sekülerleşme sosyolojisine hakim olan literatür, ilginç biçimde dinselliğin en belirgin göstergelerini bile evirip çevirip aslında sekülerleşmenin göstergelerine dönüştürmekte bir maharet kesp etmiş gibi. Mesela Müslümanlar arasında görüş ayrılıklarının olması ve bu ayrılıkların normal kabul edilebilmesi sekülerleşme sürecinin bir aşaması gibi görülebiliyor. Artan İslami görünürlüğün yanı sıra bu İslamiliğin başka milletlerle beraber de yaşamayı kabul etmesi, aynı şekilde, Müslümanların zaten başlangıcından beri ortaya koymuş oldukları son derece özgüvenli dinsel tutumun bir parçası olarak değerlendirileceği yerde, ulaşılması mukadder bir telos olarak sekülerleşmenin bir gereği, sonucu veya göstergesi olarak görülebiliyor aynı bakış açısından. Sekülerleşme bu anlamıyla eninde sonunda herkesin ulaşacağı bir tür “tarihin sonu” aşamasına denk düşen bir kültür veya nihai yaşam biçimi mi? Aslında sekülerleşme ile laiklik arasında bir ayırım yapma ihtiyacı bile konunun bir sosyolojik süreç olma keyfiyeti ile bir siyasi rejim olma keyfiyeti arasında çizilebilecek sınırın, Türkiye'de epeyce koyu olabilmesinden ileri geliyor. Doğrusu bugünlerde bu tartışmaya birçok açıdan biraz daha takılmakta büyük fayda var. O yüzden devam edeceğiz.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
3.06.2020
6.01.2019
16.10.2019
14.10.2019
9.09.2019
8.07.2019
8.07.2019
22.04.2019
1.02.2019
25.02.2019