Cafer Solgun
“Düğünümüz var”
Sırtımdan birkaç kilo ter boşalttığım “kız isteme merasimi” bitti. Bitti de şimdi “düğün” yapmamız lazım… Malum, düğünü de “erkek tarafı” yapar… Geleneğin gereği neyse de, aslında bunu ben de istiyorum tabii. 40’ından sonra evlenince istiyor insan, tecrübeyle sabit. Hayatında hiç bilmediğin, tecrübe etmediğin bir “ilk”, şakası yok…
Güler çalışıyor, hayat devam ediyor sonuçta, çalışması lazım. İyi de nasıl oluyor bu düğün işleri? Bir düğün salonu mu tutmak lazım? Açıkçası düğün salonlarında yapılan düğünlerden hiç hazzetmemişimdir. Kıytırık bir dilim pasta, şekerli bir limonata, sahnede ikide bir “haydee” diye höyküren bir şarkıcı, kim gelmiş, ne giymiş, kim kiminle oturuyor diye bakınan insanlar ve sahnenin bir tarafında oturan gelinle damat… Sonrasında da tabii “takı takma merasimi”… Damadın arkadaşından 50 TL, gelinin abisinden bilmem ne… Korkunç…
“Korkunç” olan işin dayanışma boyutu değil tabii ki, teşhir… Düğüne gelen imkanları neye elveriyorsa takar bir şeyler, bunu ilan etmek de nedir?
Memlekette bir yakınımın köy düğününden hatırlıyorum. Daha düğün başlamadan iki aşiret arasında savaş oluyor gibiydi. “Aman filancalara rezil olmayalım, bizim taraf daha kalabalık olmalı, ona buna haber saldınız mı?” Düğünden sonra da (ben damadın evindeydim) takılar için başlayan tartışmalar bir hafta kadar sürdü. Videolardan, resimlerden, canlı tanık anlatımlarından kim ne takmış tek tek tespit yapıldı ve bu arada “bizim taraf” mı “öbür taraf” mı çok taktı münakaşaları… Neyse.
Aslında köy düğünü yapsak ne iyi olurdu. Munzur’un kıyısında mesela… Fakat o kadar insanı oraya nasıl getirteceğiz; olmayacak iş. Bir düğün burada bir de Dersim’de yapsak… Görmemiş adam evlenmiş düğün yapmaya doyamamış gibi bir durum olur o da… Velhasıl fantezi yapmaya gerek yok; düğün burada olacak. Peki nerede, ne zaman?
Henüz yaz idi. Yazın ortası hatta. Kemerburgaz tarafında bir kır düğünü yapsak… Benim aklım köy düğününde kalmış ya… O tarafta oturan tanıdıklar vardı, sordum da hatta. Hacı Abi orada bir köyde oturuyor (adamın adı Hacı ama Dersimlidir), neden olmasın dedi. Güler, “uzak, insanlar zor gelir” diye itiraz etti, fakat ben kafaya koymuştum; “gelen gelir ne yapalım”…
Düğün davetiyesi ve kimler davet edilecek… Haydi bakalım, çık işin içinden… Kaç tane liste hazırladım, bilmiyorum, yüzlerce isim… “Aile” kısmı kolay da, “arkadaşlar” kısmı zor. Yüzlerce ismi defalarca gözden geçirdim, elemeler yaptım. Bu arada, arada “ne yapıyorsun?” diye soran Güler’e izahatlar yapıyorum kim kimdir diye… Ama ne yapsam, liste çok kalabalık. Unuttuğum isimler var mı? Ya elediğim isimlerden sonradan duyup da “beni neden çağırmadın?” diyenlere ne cevap vereceğim? Zor dostum zor…
Ben böyle kendi kendime düğün bunalımı içerisindeyken bir arkadaşım aradı, Emel. Telefonda onun adını görünce direkt aklımda “Aykut” ismi canlandı. Aykut… Beyin cerrahı arkadaşım. Kadim dostum. Hasta idi. Kanser. Hastalığın yakışmadığı insanlardandı. Benden genç. Yakışıklı. Hayat dolu. Emel, “Aykut çok hasta biliyorsun” dedi. Biliyorum tabii. Daha geçen gitmiştim ziyaretine. Toparlanıyorum demişti. Evlilik üzerine konuşmuştuk. Takılmıştı bana.
“Evet?”
“Kötüleşti. Doktorlar sabaha kalmaz diyorlar. Yakın arkadaşlarını görmek istiyordu kendindeyken. Haber vereyim dedim sana da”…
Ben ne dedim? Hatırlamıyorum. Beynimden vurulmuş gibi olmuştum sadece. Ve şokun etkisini atlatır atlatmaz ağlamaya başladım. Nasıl olur yahu? Aykut bu? Hastalığı dahi yakıştıramadığım Aykut…
Akşam saatleriydi. Biraz toparlandıktan sonra hastaneye doğru yola düştüm. Çapa’ya. Doktorluk yaptığı hastaneye. Aykut’un odasının bulunduğu koridor ailesi ve arkadaşlarıyla doluydu. Herkes üzgündü ve ağlamaktan gözleri şişmişti. Telefonda öğrendiğimi bir de orada öğrendim. Kendisini görmem mümkün mü? Değil…
Tuvalete gittim. Orada ağladım. Ne kadar kalmışım orada bilmiyorum, Emel geldi yanıma. Teselli etmeye çalıştı. Birlikte de ağlaştık…
Orada sabaha kadar an be an, saat be saat bekledik… Bir mucize olsun, ayaklansın Aykut… Olmadı. Sabaha karşı verdi son nefesini… Canım yoldaşım…
Bir gün sonra toprağa verdik Aykut’u. Günlerce kendime gelemedim. Ancak iki ay sonra yeniden “düğün” gündemine geri dönebildim. Hayat devam ediyordu işte…
Bu arada yaz bitmişti tabii. Ben de köy, kır düğünü inadından vazgeçmiştim.
Evleneceğimi, düğün yapacağımı duyan bir eski mahpus arkadaşım aradı, buluştuk. Sevindiğini filan söyledikten sonra “nerede yapacaksınız düğünü” diye sordu. “Daha karar vermedik ama Taksim Hill’de yaparız herhalde. Sahipleri hemşerim, indirim yaparlar sanıyorum. Taksim de merkezi yer, herkesin gelmesi kolay” dedim.
“Boğaz’da, denize nazır yapalım senin düğününü” dedi.
“Nerede?”
“Saphirre’de”
“Orası neresi?”
“A, duymadın mı? Boğaz’ın en namlı, sosyetik mekanlarından”
“Yahu nasıl yapalım orada düğün? Ateş pahasıdır”.
“Sahibi tanıdığımdır, konuşuruz. Hadi gidip bakalım”.
Haydaa… Boğaz’da, sosyetik mekanda düğün… “Ya bir duyan olsa ne der?” diye düşünmedim değil, ama hoşuma da gitti doğrusu. Bir kez düğün yapacağız, o da Boğaz’da olsun. Paramız yok ama sosyeteden neyimiz eksik…
Gittik. Mekanın sahibi de oradaydı. Mekan çok güzel. Açık ve kapalı bölümleri var. Süper Boğaz manzaralı. Mekanın sahibi (adını unuttum adamın, önemli de değil zaten) iyi karşıladı. Çay kahve. Severmiş devrimcileri bir zamanlar, Metin de (arkadaşım) onun abisinden farksızmış falan filan. Bu işin bedeli peki? Hiç sorun değilmiş. Kendisinin bize düğün armağanı olsunmuş. Yalnız tek şartı düğünü hafta içi yapmamız imiş…
Güler’e sormadan bu hafta içi şartını kabul ettim, sosyete mekanında düğün yapmış olmak adına. Asıl “arıza” başka bir şeyden çıktı zaten.
Düğünde ne yenilip içilecek filan gibi konuları da konuştuktan sonra adam “düğün müziklerini de ayarlarız biz. Hatta isterseniz sanatçı da getiririz o gün. Şu şu sanatçılarımız var” dedi.
Ne iyi adammış. Müzikleri de ayarlayacaklar, istersek hiç birini tanımadığım rock sanatçıları da getirecekler. Beş kuruş da para vermeyeceğiz… Ama benim planım başkaydı işte.
“Yok” dedim, “müzikleri ben ayarlayacağım, bir sanatçı arkadaşım da gelecek zaten orkestrasıyla birlikte”.
“Kim?”
“Rojin”.
“Şu Kürtçe söyleyen sanatçı mı?”
“Evet” dedim biraz da gururla, “arkadaşımdır, o gelecek”.
Ama adamın kaşları çatıldı ve “olmaz” dedi.
Neden olmazmış? Burası sosyetik bir mekanmış. Etrafta duyulursa dükkanı kapatıp gitsinmiş. Kürtleri severmiş, zaten solcuymuş, ama mekanında Kürtçe şarkı çalınamazmış falan filan.
“O zaman olmaz” dedim, hiç düşünmeden. Adam şaşırdı. Beş kuruş almadan düğün yapıyor bize, ben kabul etmiyorum, Rojin’i istemiyor diye. Ben kalkmaya yeltenince, “Yahu dur” dedi, “senin hatırın için Zülfü Livaneli çalarız o gün ya da başka kimi istersen işte”.
“Olmaz” dedim yine. Metin kararlılığımı görünce, “sağlık olsun” dedi, kalktık.
Böylece bir sosyetik mekanda düğün yapma imkan ve ihtimalini elimin tersiyle geri itelemiş oldum. Pişman değilim hakim bey :)
Panik, telaş, heyecan… Çok uzatmıştım bu işi. Kızı almış ama aylardır düğün yapmıyorduk….
Uzun lafın kısası, güne karar verdik. Gidip Taksim Hill’in müdürüyle görüştük, Koray Bey. Sonradan kanka olduk adamla. Otelin sahibi de hemşehrim olur, fiyatta bayağı indirim yaptı; “aman kimseye söylemeyin” sözü alarak tabii.
Söylemeyeyim dedim ama hadi onu da söyleyeyim, kayıtlara doğru geçsin.
Koray’la görüşürken yanımızda Uğur da vardı. Uğur genç ve yakışıklı bir hemşehrim ve arkadaşım olur. Bir de Berfin vardı, o zaman on yaşında. “Nasıl oluyor bu düğün?” diye sorduk Koray’a.
“Hazırlıklar için genç çiftler en geç saat 5’te otele geliyor. Kendilerine bir oda veriyoruz, orada hazırlıklarını yapıyorlar. Gece de orada kalacaklar zaten. Otelimizin genç çiftlere armağanı. O ara biz de salonu hazırlamış olacağız. Saat 7’ye doğru misafirleri kabul ediyoruz. Ebeveynler salonun girişinde karşılıyorlar. İkramlarımız ve içecekler masada olacak. Saat 8’e doğru genç çiftleri salona alıyoruz müzik eşliğinde ve düğün başlamış oluyor. Saat 12’de bitirmiş olmamız lazım”.
Dikkatimi çekti, adam her “genç çiftler” dediğinde Uğur’a bakıyor. Bize de Uğur’u everecek kişiler muamelesi yapıyor. Biz de o ana kadar düğünün bizim düğünümüz olacağını söylememişiz.
“Koray bey” dedim yanımdaki Güler’i de göstererek, “o genç çiftler biz oluyoruz, biliyorsun değil mi?”
Adamın yüzündeki ifadeyi anlatamam. Şaşırdı. Afalladı. Neyse kendini toparladı, özür diledi falan. Gülüştük.
Tamamdır. 27 Eylül 2009 Pazar günü saat 19.00-00.00 saatleri arasında düğünümüz Taksim Hill Oteli’nin Çatı Restaurant’da olacak…
Ne tamamı? Bir de “damatlık” meselesi var…
Güler kendi arkadaşlarıyla kendi meselesini kısa zamanda halletti. Sıra bendeydi.
E düzgün bir takım elbise alsak hallolacaktı bana kalsa ama Uğur başta olmak üzere arkadaşlarım “damatlık” diye tutturmuşlardı…
Normal zamanda yanına bile yaklaşmayacağım sosyetik mağazalardan “damatlık” baktık yanımda Uğur’la. Tek başına anlamam ve beceremem ki. Ve her mağazada “damat” muamelesi gören Uğur oldu. “Bana bakıyoruz” deyince de tezgahtarlar afalladılar, dalga mı geçiyoruz diye.
Bir tam gün boyunca Nişantaşı (evet Nişantaşı), Osmanbey ve Taksim’de “damatlık” baktık. Benim bedenim şekilsiz ne yapalım, olmuyor işte diye tam vazgeçecekken Sarar’dan aldık bir damatlık takım. Hem de papyonuyla birlikte!
Bu papyon işine hayatında doğru dürüst kravat da takmamış ben epey direndim elbette… Ama sonuçta, “ulan girdik bu yola madem…” diye düğünde papyon bile taktım…
Pratikte bir işe yaramadı ama bir davetli listesi hazırladım. Biraz da çizerliğim var ya, enteresan olsun diye el emeği göz nuru karikatürlü bir davetiye hazırladım ve nedense yüzlerce bastırdım (hala elimde duruyor). Bazılarını dağıttım. Müzikleri ayarladım, tabii benden bir sene kadar önce düğün yapmış Ayhan’ın deneyimlerinden yararlanarak. Kapıda kim duracak, misafirlerimizi kim karşılayacak, müzikleri kim organize edecek, dj’lik yapacak… Hepsini tek tek planladım. Ama hiçbir “eylem” planlamasında bu kadar zorlanmadığımı, heyecanlanmadığımı işte kabul ediyorum…
Hazırız. Berberde traş da oldum, “damat” olacağımı belli etmeden. Güler de hazır nihayet. E hadi gidelim artık. Annemler çoktan gelmiştir salona…
Bindik küçük arabamıza, gidiyoruz. O ara aklıma geldi. Ya düğün konvoyu neden yapmadık ki biz? O kadar arabası olan arkadaşımız var… Neyse, o da eksik kalsın…
Devamını da anlatayım? (İsteğe bağlı)
Yazarlar
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKardeşinin cenazesine gidememek 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuErdoğan’dan tarihi itiraf… 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolOrta Doğu’da İsrail tehdidi 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUİnsan hiç üzülmez mi… utanmaz mı hiç? 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENKürtler, Türkler ve Araplar 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim Kirasİslamcılık ve post-İslamcılık ve modernizm ve milliyetçilik 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilÖtekileştirmek Ve Ötekileştirdiklerimizle Yüzleşmek – “Kürt Sorunu”na Alternatif Bir Bakış 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRSiyaset çıkar, itibar, zenginleşme aracı olmadığında… 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUEski bir anıdan günümüzde yaşananlara çıkartılacak ders 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEKim bu Ümmet? 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZCumhurbaşkanı’nın ittifak çıkışı ve silahsızlanma sürecinin gölgesinde muhalefet 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇ“İçerde Nutuk, dışarda Kur’an!” 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer Solgun“Geri zekalıya anlatır gibi” 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağacı taşımanın suç olduğu ülke: Portekiz 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURKutuplaşmanın son mağduru; CHP’nin ilk imam hatip müdürü Celal Hoca 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR103 kişinin ölümündeki suçu sahte belgeyle gizlediler 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasi meşruiyet ve matematik 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Öcalan’ın Önerisi… 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim Kahveciİşsizlik Vergisi… 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYBırakın ömür boyu otursunlar o koltuklarda 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluCoğrafyanın kader olmadığı ülke... 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Kutup başı” 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜRECE DOĞRU TUTUM 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanZenginin malı züğürdün çenesi: Bu tekneler neden yanıyor? 15.07.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHepiniz oradaydınız be-2 15.07.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNGeri Dönüşsüz Yol 15.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYATarihi Anlamak, Yargılamak Değil; TKP ve TBKP, Yasallık, Yenilenme ve Kürt Özgürlük Hareketi Üzerine 15.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanPKK silahları yaktı acaba şehre de demokrasi gelir mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIK11 Temmuz’dan sonra sıra neye geldi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKMutlular, kızgınlar, endişeliler: Kürt sorunu nasıl çözülecek? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞTARİHSEL “TKP’NİN TARİHİ” YAZILMALI… 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanSoykırım ekonomisini ifşanın bedeli 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞErdoğan’ın imkânsız hayali: Suriye’de Rojava’yı Türkiye’de CHP’yi kendi kaderine terk etmeye razı bi 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRYeni süreç, yeni stratejiler: İktidardaki çatlaklar ve çelişkiler muhalet için tuzak mı, yoksa fırsa 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayDış borç ve sosyalist kemer sıkma 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNBundan sonra top devletin sahasına geçiyor 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYüz yıllık düğümü çözme yolunda cesur adım Devlet Bahçeli’den geldi 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünTürkiye kazandı… 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİÖcalan’ın 7 dakikası 10.07.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçHalk TV ve Sözcü TV'nin karartılması hakkında 7.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANMuhalefetsiz muhalefet; medyasız medya!... 7.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANCHP operasyonlarında yeni eşik 6.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUBir hegemonya diyarı olarak Türkiye… 6.07.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEButlan 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraAdalet ve Kalkınma Partisi’nin Ön Tarihinden 29.06.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazKılıçdaroğlu, Erdoğan’a hizmet etmeye hazır 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERÖzgür Özel CHP’de neyi değiştirdi? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
11.07.2025
6.07.2025
30.06.2025
20.06.2025
15.06.2025
1.06.2025
23.05.2025
10.05.2025
27.04.2025
19.04.2025