Ümit KIVANÇ
Milletimizin bilgi ile ilişkisinin psikolojik boyutları veyahut “dinî mânâsı var” denince, aslında hiç öyle bir özelliği bulunmayan kelimenin birden kutsallaşıp yayılmasının gerisinde yatan hissiyat falan diye ağır mevzulara mı dalayım yoksa, içimden geldiği gibi, bu defa da böyle bir yerde “işte bizim hikâyemiz” deyip bırakayım mı? Bence ikincisi.
Başlamadan, adı Ceylin olanların affına sığınıyorum. Meselemiz bu ismi çekiştirmek değil. Gündelik yaşantımıza insan ömrü için pek kısa denebilecek süre önce giren bu kelime üzerinden isim modasındaki son gelişmeleri değerlendirmek de değil. Zira hem bu isim son değil sondan bir önceki gelişmeler bahsine ait hem de derdimiz özel olarak bu isimle değil. ‘Bir ismin macerası’ diyebilir miyiz, izleyeceğimiz şeye? Onu da demesek iyi olur, çünkü olan bitende hiçbir kabahati bulunmayan ismin macerası değil kendi maceramız, karşımızdaki. Bu seferki badirede de Ceylin adı yalnız örnek kimliğiyle hizmet ediyor. Durduk yerde, bir isim etrafında dönen yedi-sekiz senelik debelenmeyle uğraşmaktan umduğumuz mahsûl, nasıl diyeyim, hikâyemizden bir yaprak işte. Kıssayı sunalım, hisseyi yüce milletimizin her taşın altından kalkmayı sağlayan ferasetine bırakalım.
Bambaşka bir şeyle uğraşırken, nasıl oldu, sahiden muamma, Ceylin kelimesinin anlamına dair bir tartışma karşıma çıktı. Bir-iki farklı izah vardı ortada. Hastalık derecesindeki lüzumsuz merak güdüm beni bu işin doğrusunu öğrenmeye sevk etti.
Hemen belirteyim, “üstelik” vurgusuyla, Ceylin adında tanıdığım yok. Yanlış hatırlamıyorsam, bir dostum iş arkadaşından bahsederken bu ismi anmış, ben de, “Olur mu canım, yanlış yazmışlardır nüfusta,” mealinde laf etmiştim. Bilahare, ismin taammüden konduğu gerçeğiyle karşılaşıp, durumu milletimize yaraşır vakar içerisinde karşılamış, geçmiştim. Bunu niye belirtiyorum, üstelik hemen? Sempatiden veya gıcıklıktan bu ismin peşine düşmem için sebep yoktu.
Tartışma, beklediğimden yoğundu. Önce “yaprağın üzerindeki yağmur damlası” karşılığını gördüm. Neden bilmem, sehpa üstünde kahve aksesuarlı Sabahattin Ali kitap kapağı fotoğraflarından birini görmüş sosyal medya insanı tebessümü kapladı yüzümü. İçimden bir ses, yine o ses, “neceymiş, neceymiş?” ısrarıyla duygulu ve huzurlu tebessüm ortamını bozdu. “Herhalde Farsça’dır,” diye geçirdim içimden. Aklın yolu bir!
Hemen bakıp öğrenmek yerine, şudur-değildir diye tartışan internet ahalisinin peşine düşmeyi tercih ettim. Hepimiz bu topraklarda yetiştik, değerli okurlar. Sırf bundan da olabilir, magazin-dedikodu açığımı böyle dolaylı yollardan kapatma gayesiyle de.
Karşıma çıkan Ceylin araştırmaları ve izahatının yoğunluğuna bakılırsa, ismin yaygınlığı herhalde yedi-sekiz yıl önce dikkat çekici ölçüde artmış, memlekette benden başka meraklı kimseler de bulunduğundan, “nedir bu kelimenin anlamı?” yolunda arayışlar başlamıştı. E, soran varsa cevap veren de çıkacak. Evrensel kural. Cevap veren bilip de mi verecek? Yoo. Bu da bizim kural.
Kimi Arapça diyordu kelime için, kimi Farsça. Neden Arapça olması gerektiğini söyleyenler, neden Farsça olması ihtimalini daha yüksek gördüklerini açıklayanlar kesin ifadeli deliller getiriyorlardı.
İşin rengini değiştiren, bu ismin bir şekilde dinî muhabbetle ilişkisinin kurulmuş olmasıydı. Bu yüzden, Ceylin ismi hakkında on konuşulacaksa yüz konuşuluyordu. İsmin yaygınlaşmasında belli ki dinî bağlantı büyük rol oynamıştı. Zira, “biliyorum canım” edâsıyla, ismin “cennet bahçesi” anlamına geldiği bildiriliyor, cennet kısmından gayet emin olanlarca bununla yetinilmiyor, daha somut adres tariflerine girişiliyordu. Hayır, “bahçe” değildi söz konusu olan, “cennet bahçesinin kapısı”ydı. Mânâ somutlaştırılıyor ve özgülleştiriliyordu. Elbette burada da durulmuyordu. “Cennetin sekiz kapısından biri”ne kolayca gidilebilmişti. Öteki kapıların benzer isimlerini araştırmaktan kendimi zorla alıkoymam büyük başarıydı. Kim bilir, belki de köşe yazarınızın bünyesinde de bazı basiret kırıntılarının bir yerlerde bulunduğunu gösteriyordu.
Aynı somutlaştırma, özgül unsura yönelme işlemi öbür kulvarda da paralel olarak yürüyordu. Yaprak üstünde uzanan bu kulvarda, azıcık eğreti duran “yağmur damlası” genelliğinden, imgeye tartışılmaz bir güç takviyesi getiren “kırağı damlası” kesinliğine geçilmiş, nihayet, “damlacığı”na varılarak kelime etrafındaki atmosfer tatlandırılmış, renklendirilmişti. Bu kulvar sanki daha bir seküler ve bilimsel ortamdaydı. İlkin kesinlik ve doğru tanım aranmıştı: Herhangi bir yerdeki damla değil, yaprak üstündeki; yağmur değil kırağı; tam tarifle damlacık. Ayrıca cennet gibi, varlığını bilimsel keşfe değil inanca borçlu mekândan uzak durulmuştu.
Ekşi Sözlük’e yazan biri, edebî dokunuşlara imkân veren arayışlara ve çocuklarına koydukları mübarek ismin bu şekilde oraya buraya çekiştirilmesini münasip görmeyen ebeveyni huzursuz eden kargaşaya az kaldı son verecekti: Bu kimse, ismin Farsça “ceyl” “kelimesinden geldiğini” ve “yengeç” anlamı taşıdığını acımasızca ilan etti. Duyarsızlık etrafa çabuk sıçradı: “Farsça’dır, yengeç demektir”i bir başkası da teyit etti. Ekşi Sözlük yazarları, ismin son yıllarda pek çok kız çocuğuna, hattâ bir yarış atına konduğunu belirtiyorlardı. Aynı tezin başka siteler ve forumlarda da ortaya atılmasına rağmen, “Yahu yengeç olsa niye koysun millet bu ismi kızına?” diyen çıkmıyordu, görebildiğim kadarıyla.
Araştırma sadece Ceylin isminin kökenleri ve anlamları konusunda bilgime bilgi katmakla kalmadı, ismin Ceylinaz diye bir çeşitlemesi olduğunu öğrenmemi de sağladı. Bu da “cennetin sekiz kapısından birinin önünde tatlı esintiyle usul usul salınan, üstünde kırağı damlası parlayan mübarek yaprak” gibi bir anlama sahip olmalıydı. Bunu böyle söyleyen yoktu, ama kendi başıma akıl etmem zor olmamıştı. Okuya okuya öğreniyor insan.
Ancak keşifler beni yatıştırmıyor, merakım giderek zararlı boyutlara ulaşıyordu. Çünkü ismin üzerine dinî örtü örtülürken takınılan tavırlar, gözümün önüne, ellerini göğe açmış, haykırarak dua eden insanlar falan getirmeye başlamıştı. Zira, niyeyse, gözümün önüne yalnız bir vakitlerin TGRT dizilerindekine benzer sahneler geliyor, insan bir önce bu âlemden uçup süzülerek sekiz kapıdan birinin önüne konmak istiyordu. Kovulmak pahasına! Çok mübarek bir durumla karşı karşıyaydık!
Oyunbozanlar hep çıkar. Kendini bu efsunlu ortamdan sıyırabilen ve hangi devirde yaşandığının idraki içindeki bir Ekşi Sözlük’çü, tutmuş, Diyanet İşleri’ne yazmış, Ceylin’in mukaddesatını ve müktesebatını sormuştu! Mezkûr şahıs bununla da yetinmemiş, gelen cevabı olduğu gibi aktarmıştı.
Diyanet, lafı “Anne-babanın yükümlülüklerinden biri de çocuğa güzel bir isim koymaktır,” diye açmış, güzel isim koymaya dair hadislerle tesirli bir giriş yapmıştı: “Kıyamet günü kendi isimleriniz ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız. Bu cihetle çocuklarınıza güzel isim koyunuz.” Diyanet, “Hz. Peygamber (S.A.V)in bizatihi kendisinin” çocuğa isim koyma konusunda “gösterdiği titizliği” hatırlatıyor, “ad vermenin aynı zamanda bir de uhrevî boyutunun bulunduğuna” işaret ediyordu. Tahmin edersiniz ki, tam burada heyecanlandım, “hah!” dedim. Fakat Diyanet, her ne kadar lüzumlu bir noktaya temas etse de, işi basitleştiriyordu: “Hiç kimse ne dünyada ne de âhirette, ne kendisinin ne de çocuğunun, kötü adla çağırılmasını istemez.”
Diyanet’e göre, asla isim deyip geçmemeliydi, zira “ismin insanlar üzerinde tesir ve telkin gücüne sahip olduğu bir gerçek”ti. Fakat kendimizi çok da sıkıntıya sokmayabilirdik, çünkü “konulacak isimlerin Arapça olması ve bu ismin Kur’an-ı Kerim’de geçmesi gerekmez”di. “İsim koyarken dikkat edilecek husus”, şundan ibaretti: “Konulan ismin yadırganmayacak, anlamlı ve başkaları tarafından aşağılama vesilesi olmayacak bir isim olması.” Diyanet, “Bu bakımdan,” diye yol göstermeye devam ediyordu, “örnek şahsiyetlerin isimlerinin verilmesi isabetli olur.”
SORMUŞ OLDUĞUNUZ KELİME…
Ve nihayet sadede geliyordu: “Sormuş olduğunuz ‘ceylinaz’ kelimesine gelince…” Heyecanlıydık, çünkü bu noktaya kadar cennetin kapılarına dokunmuş, yaprakların üzerinde dolaşmış, kızgın kumlardan serin sulara yampiri yampiri yürümüş bir kelimenin kaderi belli olacaktı. Şöyle devam ediyordu Diyanet İşleri: “Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde ‘ceylinaz’ veya ‘ceylin’ kelimesi yoktur.” Nasıl?!?! Diyanet ısrarlıydı: “…Ayrıca kelime Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde de geçmediği gibi…” Yok artık! Fakat zulüm bitmiyordu: “…Arapça ve Farsça sözlüklerde de bulunmamaktadır.”
Görüyor musunuz yaptıklarını! Diyanet İşleri, yapraklar üstündeki kırağı damlacıklarına bakarak hayallere dalan, cennet kapılarına el sürüp mukaddes ışıklarla kutsanan bütün o insanların hayallerini hunharca yıkmıştı işte. O insanlar bir defa olsun sözlüğe bakmamışlarsa onları bu şekilde incitmek mi lazımdı? Şu iki kelimecik mi fazlaydı Türk’ün manevî âlemine!
Bu yetmiyormuş gibi, Diyanet, hepsinin arasından çıka çıka yalnız yengeççilere arka çıkıyordu: “Sadece zooloji biliminde Arapça olarak ceyl kelimesinin yengeç anlamı vardır. Arapça’da ‘cyl’ harflerinden oluşan ve ‘ciyl’ diye okunan bir kelime vardır. Ciyl kelimesinin anlamı ise topluluk, kavim, millet, zümre, nesil ve batın anlamlarına gelmektedir.”
Cennetin yüreklere ferahlıklar veren mis kokularından ve yaprak üstü damlacıkların ruhlara tazelikler aşılayan parıltılarından yoksun kalan kelimemize zaten bu tür fantezi anlam ve çağrışımlar yüklenmemesi gerekirdi. Bizim ille de her zaman her şeye yüklememiz gereken şanlı bir şeyleri Diyanet, Mehmet Akif’i yardıma çağırarak bildiriyordu: “Mehmet Akif’in bir şiirinde ciyl kelimesi ceyl olarak ‘millet’ anlamında şöyle geçmektedir. ‘Hayır o ceyl-i necîbin, o şanlı evladın damarlarında şehamet yüzerdi kan yerine.”
Son olarak Diyanet’in tavsiyesi şuydu: “İsimlerin anlamları hakkında geniş bilgi için Türk Dil Kurumu’nun http://www.tdk.gov.tr/ adresinde bulunan Kişi Adları Sözlüğü’nden yararlanabilirsiniz.”
Milletimizin bilgi ile ilişkisinin psikolojik boyutları veyahut “dinî mânâsı var” denince, aslında hiç öyle bir özelliği bulunmayan kelimenin birden kutsallaşıp yayılmasının gerisinde yatan hissiyat falan diye ağır mevzulara mı dalayım yoksa, içimden geldiği gibi, bu defa da böyle bir yerde “işte bizim hikâyemiz” deyip bırakayım mı? Bence ikincisi.
(NOT: Adı Ceylin olanları kırmadığımı, kırmadığımı umuyorum. Bu işte kesinlikle hiç kabahati olmayan onlar. Kızdırdıysam özür dilerim. Umarım biraz bozulmalarını göze alıp konu etmeye değer bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu onlar da teslim ederler.)
Yazarlar
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA15 Ağustos Toplumsal Devrime Giden Yol... 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURÜzgünüm, kimse Türkiye’yi bölmek istemiyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNZengezur’a Trump kaması: Kime niyet kime kısmet? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan Özkanİsrail ordusu, Gazze’de ekilebilir arazileri de sıfırlıyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKOMÜNİST BİR YAZAR VE“İKİ KADIN İKİ AŞK…” 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR'Yeni Türkiye'de umudu yalnızca 51 kişilik komisyona bırakmalı mıyız? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
31.01.2025
30.12.2024
24.12.2024
15.12.2024
1.12.2024
15.11.2024
21.10.2024
7.10.2024
22.09.2024
5.07.2024