İbrahim Kiras
Millî Mücadele’nin ardından teşekkül eden Cumhuriyetimizin bir “inkılap” çerçevesinde yeni kurumlar ve yeni bir yönetim anlayışı oluşturduğu genel kabul gören bir fikir. Oysa inkılapların olduğu kadar rejimin karakterinin de Osmanlı’dan tevarüs edildiği tarihî bir hakikat. Askeriyenin ağırlık sahibi olduğu merkeziyetçi yönetim modeli Osmanlı asırları boyunca çok az değişim yaşamış olan Türk toplum yapısının doğal ürünü olarak varlığını sürdürmüş ve cumhuriyete de intikal etmiştir. Ne var ki zaman içinde orta çıkan bazı yeni şartlar bilhassa Osmanlı’nın son iki asrında birtakım yenileşme ihtiyaçları da doğurmuştur.
Osmanlı siyasi ve sosyal düzeninin gereği olarak tamamı “yukarıdan aşağıya” gerçekleştirilmeye çalışılan yenileşme girişimleri çoğunlukla “aşağıda” beliren kimi rahatsızlıklar dolayısıyla bir reaksiyon dizisi oluşturmuştur.
Söz gelimi III. Selim ıslahatı yalnızca belirli kesimlerin çıkarına hizmet ettiği düşünüldüğünden “aşağıda” tepki uyandırınca -bu tepkileri siyasi amaçla kullanmak isteyen “yukarıdaki” bazı zümrelerin de işe karışmasıyla- geri adım atılması gerekmiştir.
Tanzimat devrinde de benzer şekilde cereyan etmiştir bu şablon. Birinci Meşrutiyet de öyle. İlk defa “aşağıdan” katılımla gerçekleşen 1908 Devrimi’nin başlattığı İkinci Meşrûtiyet deneyimi ise toplumsal şartlardan ziyade beynelmilel siyasi konjonktürün son verdiği bir girişim olacaktır.
Asker desteği olmaksızın başarıya ulaşmasının mümkün olmayacağı -haklı olarak- düşünülen 1908 Devrimi esas olarak ülkede yeni yeni oluşmakta olan “burjuvazi” (açılımı: tüccar, eşraf ve küçük burjuvazi) ile sivil aydınların eseridir. İmparatorluğun Cihan Harbine katılmak zorunda kalması yüzünden kurumlaşması tamamlanamamış bir devrimden söz ediyoruz.
Buna mukabil, Cumhuriyet devrinin başlangıcında ise “burjuvazi” ve sivil aydınlar büyük ölçüde tekrar yönetimden dışlandılar. Asker ağırlıklı, merkeziyetçi ve jakoben bir idare geri geldi. (Meşrutiyet’te “sivil kafalı” askerler vardı, bu dönemde “asker kafalı” siviller ortaya çıktı.)
Ne var ki bu dönemin yarattığı toplumsal rahatsızlıklar da 1946 sonrasında “burjuvazi” ve sivil aydınların etkisinin yeniden arttığı bir siyasi düzeni getirdi. Demokrat Parti iktidarının memnuniyetsiz kesimlerin artmasına yol açan icraatı ise 1960 sonrasının siyasi evreninde yeni baştan bir mimari dönüşümle sonuçlandı. Ama taraflar uzun süre tam olarak “yenişemediler”. Nihayet 1990’larda toplumsal ve siyasi ihtilaflar zirveyi gördü. Ülkede ve dünyada gerçekleşen değişimlerin ölçeği giderek büyürken, yalnızca o günlerin siyasi kadroları değil “mevcut düzen” yönetme kabiliyetini büyük ölçüde kaybetmişti.
Radikal bir dönüşüm fikrini ifade eden “İkinci Cumhuriyet” sloganının bu dönemde yeniden ortaya çıkmış olması tesadüf değildi. 2000’li yılların başında iktidara gelen AK Parti kadroları “burjuvazi” ve sivil aydınların desteğini alarak “İkinci Cumhuriyet” fikrini kuvveden fiile geçirmeye yöneldiler. Ama “eski düzen” taraftarlarının ölçüsüz tepkileri olmasa bunda başarı gösteremezlerdi.
Aslında Türkiye’nin ihtiyacı olan dönüşümü o günün siyasi şartları itibarıyla bir “milli mutabakat” çerçevesinde hayata geçirmek mümkündü, bu fırsat değerlendirilemedi. Cumhuriyet mitingleri, kapatma davaları, internet andıçları vs. iktidara bu dönüşümü kendi anlayışıyla yapmasının kapısını açtı. Onlar da devlet içindeki Fetullahçı yapıyla işbirliğine giderek bunu yapmak istediler. Ergenekon, Balyoz gibi yöntemlerle her şeyi kırıp dökerek, üzerinde durduğumuz dalı keserek, ecnebilerin tabiriyle “leğendeki kirli suyla birlikte içindeki bebeği de sokağa atarak” yapılmak istenen bir “dönüşüm”den doğal olarak hayır gelmezdi. Gelmedi. Onarılması gereken toplumsal kutuplaşma iyice tırmandı, hukuk yara aldı, yargı sistemi rayından çıktı, devlette düzen kalmadı, uluslararası itibarımız zedelendi vs. vs...
Derken devlet içinde devlet olmaya yönelen söz konusu yapının aslında siyasi iktidarın kendisi için de tehlike arz ettiği anlaşıldı. İşte bu aşamada “her şerde bir hayır olabileceği” hükmünce, devletin kırılıp dökülen mekanizmasının ihyası ve toplum barışının yeniden tesisi imkânı ortaya çıktı.
Özelikle 15 Temmuz vahşeti bunun zorunluluğunu göstermekle kalmadı, bu yolda bütün toplum kesimlerinin samimi iradesini de ortaya çıkardı. Ama siyasi iktidar, birkaç yıl önceki Gezi Parkı olaylarında “kazancını” tecrübe ettiği siyasete geri dönmeyi tercih etti. Çünkü toplumsal kutuplaşmayı körükleyerek tabanını konsolide etmeyi diğer her şeyden daha önemli gördü. Bunda başarılı da oldu. Bu yöntemle “İkinci Cumhuriyet”i hayata geçirdi.
İkinci Cumhuriyet adlandırmasını en fazla hak eden dönem bugünkü iktidar dönemidir. Ama “Birinci Cumhuriyet”in değerlerini yıktığı veya tersyüz ettiği için değil, tam aksine cumhuriyetimizi 1923’ten itibaren meşakkatli ve uzun bir yürüyüş sonunda ulaşmış olduğu yerden tekrar başlangıç noktasına geri döndürdüğü için... “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adı altında modern ulus devletin temel değeri olan kuvvetler ayrılığının bulunmadığı otokratik bir siyasi rejim tesis ettiği için… Cihan Harbi felaketinin ardından verilen Millî Mücadele sayesinde, imparatorluğun küllerinden yeni bir devletin tesis edildiği 1923 şartlarında hoş görülebilecek bir rejim karakterini bugün “Biz de yedi düvele karşı mücadele veriyoruz” gerekçesiyle ihya ettiği için...
Yalnızca kuvvetler ayrılığı mekanizmasının değil, anayasal kurumların nerdeyse hiçbirinin henüz hayata geçmediği, demokratik kazanımların söz konusu olmadığı, sivil toplum veya basın özgürlüğü gibi kavramların dolaşımda bulunmadığı böylesi bir süreci -aradan geçen bir asır boyunca adım adım elde edilen toplumsal kazanımları ortadan kaldırıp- silbaştan başlattığı için...
Ama mühim bir farkla: Cumhuriyetin kurucu kadrosu her ne kadar savaş yıllarının yorgunluğuyla büyük bir yükün altına girmiş olsalar da ne yapacaklarını ve nasıl yapacaklarını biliyorlardı. Zihinlerindeki -doğru ya da yanlış- bir Türkiye vizyonunu hayata geçirme ideali peşinde çoğu zaman acımasız yöntemler de izleyerek iktidarlarını sağlama almışlardı. Toplumsal yapı da uluslararası konjonktür de buna müsaitti o gün. Söz konusu şartlar değiştiğinde rejimin karakteri de değişti zaten.
Bugün ise bugünün Türkiye’sinin ihtiyaçlarına cevap vermesi mümkün olmayan bir siyasetin doğal sonucu olarak yönetemez -ve sürdürülemez- durumda bir yönetim modeli var. Yirmi yılın yıpranmışlığı ise ayrı konu.
AK Parti’nin tesis ettiği “İkinci Cumhuriyet” -başka ülkelerdeki örneklerde olduğu gibi- birinciye yönelik reaksiyonların neticesinde ortaya çıkmış olduğuna göre, bu dönemin etki-tepki mekanizmasının da doğal olarak bir üçüncü aşamaya yol açması hiç kimseyi şaşırtmamalı. Temennimiz bu üçüncü aşamanın olumlu bir sentez üretmesi, çatışma yerine milli mutabakata dayalı bir anlayışı esas alması.
Yazarlar
-
Taha Akyol‘Azerbaycan Turan yolu’ 13.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİKomisyon'un çimentosu Bahçeli 13.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURRojbaş İmamoğlu, geçmiş olsun Evre ve yeni YAE’cilere dostane uyarılar… 13.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciDemokrasi işgal edilirse… 13.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur Akgün8 Ağustos mutabakatı… 13.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktanİktidar, Bahçeli’nin hukuk uyarılarını dikkate almalı 13.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasBakü ve Erivan başardı, Türkiye kazandı 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni çözüm süreci komisyonuna dair 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSon vatanı Türkiye olanlar ilk vatanı Türkiye olanlara vatanseverlik dersi veremez 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazBöyle mahkemenin hükmüne adalet denir mi? 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUŞakülünden çıkmış bir ülke: Türkiye 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUTürkiye terörsüz olacak, bölünmeyecek.. Amenna.. Ya Suriye’den gelecek tehdit? 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞŞimşek, ÖTV, cari açık ve gümrük birliği 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan Özkanİsrail ordusu, Gazze’de ekilebilir arazileri de sıfırlıyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNZengezur’a Trump kaması: Kime niyet kime kısmet? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKOMÜNİST BİR YAZAR VE“İKİ KADIN İKİ AŞK…” 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR'Yeni Türkiye'de umudu yalnızca 51 kişilik komisyona bırakmalı mıyız? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA15 Ağustos Toplumsal Devrime Giden Yol... 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.08.2025
7.08.2025
5.08.2025
2.08.2025
29.07.2025
24.07.2025
19.07.2025
15.07.2025
4.07.2025
26.06.2025