Nabi YAĞCI

HDP üstüne sakin düşünme zamanı
6.02.2015
10770

Seçim kampanyalarının yarattığı gürültü kirliliği nihayet bitiyor. Geriye kalan şu birkaç günde düzeysiz propagandaların, bağırıp çağırmaların, hesapsız  spekülasyonların azap verici yükünden kendimizi kurtarıp sakin köşemizde aklımız ve vicdanımızla baş başa kalmalıyız.  

Sakin düşünme ihtiyacı kuşkusuz yalnızca HDP ile sınırlı değil ama HDP’yi öne çıkarmamın özel bir anlamı var: Milyonlarca oy içinde tek bir oyun katma değeri belki de hiçbir seçimde 7 Haziran seçimlerinde olduğu denli yüksek olmamıştı ama bu ilginç durum yalnızca HDP için geçerli, zira HDP şu adaletsiz seçim sistemimizin ürünü olan adaletsiz barajı aşmanın sınırında duruyor gibi, sürprizler de olabilir ama bir kenara koyalım onu, şimdi tek bir oy bardağı (barajı) taşıran son damla olabileceği gibi eksik tek bir oy da baraj kapaklarının kapanmasına neden olabilecektir. HDP dışında hiçbir partinin önünde böylesi bir sırat köprüsü yok. 

Acaba bu ince köprü yalnız HDP’yi mi ilgilendiriyor?

Bu yazımı parti tercihlerini yapmış olanları düşünerek yazmıyorum, bu saatten sonra kimse kararını değiştirecek değildir ama büyük sayılarda olmasa bile kararsızların olduğunu düşünerek onlarla bir düşünce paylaşımı yapmak istedim.  Kararsızların oylarının HDP dışında şu ya da bu partiye akması bu partilerin oylarında stratejik bir artışa neden olmayacaktır ama aynı şeyin HDP için geçerli olmadığı aşikârdır.

Kararsız olanlar veya sandığa gitmeme kararında olanlarla şu üç basit noktada, sakin bir ruh halinin yaratacağı düşünce berraklığı içinde durumu yeniden gözden geçirebileceğimizi umuyorum.

1)Vicdani duyarlılık noktası:

Adaletsiz seçim barajına tepki göstermek için demokrat olmak gerekmez, vicdani duyarlılık sahibi olmak yeterlidir. Politik hesapların, gelecek öngörülerinin, ideolojik tercihlerin ötesinde birey ve yurttaş olarak bu seçim önümüze böyle bir sorumluluk koymuştur. Parti tercihlerini kesinleştirmiş olanlara sözüm yok ama kararsız olanlar oylarını barajı yıkmak için kullanarak yurttaş tepkisi ortaya koyabileceklerini düşünmeliler. Geniş düşünülürse böyle bir tercihin anlamının, bir partiyi, HDP’yi tercih etmekle sınırlı olmadığı görülebilir.

Adaletsizliklere karşı vicdani tepki günümüz evrensel insan haklarının temelini oluşturur, vicdani ret de içinde “vicdan hareketleri” her tür ideolojiden, politikadan, inanışlardan ayrı ve hatta onların üstünde olarak başlıbaşına demokratik tepki biçimi halini almıştır. 

Hangi parti olursa olsun o partiyi seçen binlerce  vatandaşın tercihlerinin saçma bir baraj nedeniyle çöpe gitmesi adalet duygularımızı rencide ediyor olması gerekir. Etmiyorsa vay halimize…

2)Demokratik duyarlılık noktası:

Kürt halkının çok önemli bir bölümünü temsil eden bir siyasi hareketin, baraj nedeniyle parlamento dışında kalmasının yaratacağı vahim boşluğu vicdani duyarlılık dışında demokratik duyarlılık açısından da irdelemeliyiz.  HDP’nin barajı aşamayıp TBMM çatısı dışında kalması, isterse tümüyle kendi hatası sonucu ortaya çıkan bir durum olsun hiç fark etmez, bu boşluk  demokratik temsiliyet açısından kabul edilemezdir. HDP parlamento dışı kaldığı durumda artık baraj da değil TBMM’nin kendisi sorgulanır hale gelecektir. TBMM’nin temsil gücünün tartışılır hale gelmesi, meşruiyetinin sorgulanması, parlamenter demokrasinin-bu demokrasi ne kadar güdük olursa olsun-  geleceği açısından kaygı verici olarak görülmeli. Bizim siyasi tarihimize bu dediğimin örneklerini bulmak mümkündür. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül askeri darbeleri dönemlerine bakınız. Biçimsel demokrasi denerek parlamenter demokrasinin tukaka edilmesinin, parlamento dışı muhalefetin kutsanmasının, TBMM’nin itibarsızlaştırılmasının elitist,otoriter yönetimlere nasıl kapı araladığını, yağmurdan kaçarken doluya nasıl tutulduğumuzu hatırlamak gerekir. Unutmayalım demokratik duyarlılık ancak tarihin derslerinin özümsenmesi sonucu kazanılabilecek bir haslettir.

3)Tarihsel perspektiften bakış:

Bizim düşünce geleneğimiz tarihsel perspektiften hayli yoksundur. Bunun nedeni de yine tarihseldir. Unutmayalım ki bizim tarih ufkumuz, şimdilerde biraz biraz değişiyor olsa da Cumhuriyetle başlar, öncesi yoktur. Resmi tarih aynı zamanda bu toplumun resmi tarih bilincidir, eğer buna bilinç demek gerekirse. Oysa yüzyüze olduğumuz bütün temel problemlerimizin kökeni çok daha öncesine dayanır, resmi tarihin kapsam alanının dışına taşar, yani tarihsel karakterdedir. Kürt sorunu, Alevi sorunu, Ermeni sorunu, militan laisizm ve din çatışkısı, asker-sivil problemi v.s  gibi. 

Böylece karşımıza muazzam bir çatallaşma, bir paradoks  çıkıyor; sorunlarımız tarihseldir ama onları kavrayıp çözecek insanlarımızın bilinci, siyasi kültürü ister solcu ister sağcı olsun tarih dışıdır. Tarihsel kökleri olan dallı budaklı problemlere, sanki bugün doğmuş, yepyeni problemlermiş gibi bakıyoruz hep. Yani geçmiş yok, bitimsiz uzun bir bugün içinde yaşıyoruz, dolayısıyla gelecek de yok.  Yalnız önünü gören dolap beygiri gibi belirli devrelerle önümüze gelen aynı sorunlar etrafında çaresiz biçimde dönüp duruyoruz.

İşte bu yüzden toplum olarak kendi sorunlarımızı kendimizin çözmesine yardım edecek bir siyasi kültürden, problem çözme becerisinden, uzlaşma kültüründen yoksun kaldık hep. Böyle bir toplumda siyasi farklılıkların, doğal ve olması gereken fikir ayrılıklarının kısır çekişmeler halini alması, tercihlerimiz arasında gri tonların olmayışı, olanları ise hemen ötekileştirip, düşmanlaştırıp lanetlememiz, tartışma kültürümüzün geriliği, özgün fikirler üretemeyişimiz, fikri cesaretten yoksun oluşumuz, toplumu saran kolay siyasi kutuplaşmalar hiç de şaşırtıcı değildir.

AK Partiyi anlamak için içinden geldiği İslami muhalefet geleneğine, HDP’yi ve PKK’yi anlamak için içinden geldiği muhalif Kürt siyasi hareketi geleneğine, CHP’yi anlamak için de Kemalist geleneğe bakmak gerekir. Bu siyasi hareketleri, tarihin izi sürülmeden yalnızca güncel görüntüleriyle  değerlendirmeye  kalkmak son derece yanıltıcı olur. İster destek olalım ister karşı olalım kiminle dans ettiğimizi iyi bilmek gerekir, her seferinde aldanmamak için.   

Dikkat edilirse yukarıdaki üç noktayı belirlerken kendi sübjektif bakış açımı işin içine elden geldiğince katmadan, olabildiğince nesnel, hemen herkesin de kabul edebileceği ölçütler kullanmaya çalıştım. Elbette ölçütlerin nesnel oluşu onlara benim verdiğimden farklı anlamlar vermeye engel değil. Ama bu yöntemin en azından sakin düşünmeye ve herkesin birbirini anlayarak tartışmasına imkân tanıyıcı bir yöntem olduğunu düşünüyorum. 

Üçüncü noktayı çok önemsiyorum o nedenle somuta doğru biraz daha derinleştirmek istiyorum.

Etkili muhalefet ihtiyacı:

Yine tarihten gelirsek, basitleştirme tehlikesine rağmen siyasi tarihimizle ilgili şu genelleme yapılabilir diye düşünüyorum: Tarihsel toplumumuzun ihtiyacı iktidar değil muhalefet ihtiyacıdır, başka deyişle kadim sorunumuz iktidar boşluğu değil muhalefet boşluğudur. Geçmişte hükümet krizleri olmuştur kuşkusuz ama bunlar siyasi iktidar krizi anlamına gelmez. Zira her durumda mono-blok devlet iktidarı hakimiyetini kesintisiz sürdürmüştür.

Oysa bizde, özellikle bizim klasik solda hakim bakışı “nasıl iktidar oluruz” sorusu belirler, bunun için solu iktidara kestirmeden taşıyacak sonu gelmez strateji tartışmaları yapılır, birleşmeler olur, kağıt üstünde ittifaklar kurulur, bozulur. Ama “nasıl etkili bir muhalefet olunur” sorusu asla hakim soru olmamıştır.

Etkili muhalefet dediğim zaman anladığım, özetle söylemek gerekirse, mevcut hükümetlere karşı olmakla sınırlı olmayan, esas olarak  mono-blok, ceberut devlet iktidarına karşı, devleti demokratik temellerde yapısal değişime  uğratabilecek, sosyal temelleri olan (yani marjinal olmayan) etkili bir muhalefeti anlıyorum. Böyle bir muhalefet tek bir hareket ve tek bir partiyle sınırlı da olamaz. Ama bir siyasi parti bu muhalefeti harekete geçirici dinamiklere sahip olabilir. HDP gibi.  Tarif ettiğim muhalefeti sıradan muhalefetten ayırt etmek için buna radikal demokratik muhalefet diyorum. Böyle bir muhalefetin hedeflediği demokrasi ise kuşkusuz sıradan, alışılagelmiş çoğunlukçu demokrasiden farklı olarak katılımcı demokrasi olacaktır. Ne radikal muhalefet ne de devleti yapısal değişime uğratacak radikal demokrasi bir günde, bir çırpıda, bir kerede, tek bir hamlede olacak şey değildir, değişim sürecinin içinde inişli çıkışlı yollardan geçerek gerçekleşebilir ve bu süreçte siyasi aktörler de değişebilir.  

HDP’ye tarihsel perspektiften bakmak:

Şubat ayında “HDP ve Radikal Demokratik Değişim İhtiyacı” başlığı altında bir yazı yazmış ve HDP’ye destek çağrısı yapmıştım. O yazıyı yazdığım günlerde henüz bugünkü HDP rüzgarı yoktu, ancak bir esintiden söz edebilirdik. Seçimlere parti olarak girme kararı da çok yeniydi ve hatta değişebileceği de söylenmekteydi. Dahası ortada ne seçim bildirgeleri vardı, ne milletvekili adayları belliydi ne de seçim söylemleri. Buna rağmen bunları beklemeden HDP’ye destek çağrısı yapmayı gerekli görmüştüm zira kişi olarak böyle bir karar için bütün bunları görmeye hiç gereksinim duymamıştım. Zira HDP’ye onu tarihsel perspektif içine yerleştirerek bakıyordum. Bu nedenle de ne programı, ne seçim bildirgesi ne seçim konuşmaları, ne aday tercihleri benim HDP’ye destek kararımda belirleyici rol oynamayacaktı. Bütün bunları önemsiz görmüyorum elbette, nitekim bütün bu konularda eleştirilerim de var ama bunlar seçim sonrasının konusu olabilir ancak. Çünkü kanımca eleştirilecek yanlarına rağmen kampanya boyunca HDP’nin stratejik hatalar yaptığını düşünmüyorum. Seçim sonrasında HDP’nin hangi partiyi destekleyeceği ya da desteklemeyeceği tartışmalarını, koalisyon ihtimali üstüne yapılan spekülasyonları ise dereyi görmeden paçayı sıvamak olarak niteliyor ve anlamlı bulmuyorum, seçim yatırımı olarak görüyorum ve bu nedenle buralara takılmıyorum.  Yapılan hataların barajı aşma noktasında etkili olup olmayacağı konusunda ise herhangi bir veriye sahip değilim. Bu konuda sağlıklı değerlendirme ancak seçim sonrasında oy dağılımlarının analiziyle mümkün olabilecektir.

Dolayısıyla HDP’nin güncel profili önemli olmakla birlikte benim için aslolan onun içinden çıktığı tarihsel dinamiğin değişimci gücüydü. Bu dinamik Kürt sorununun bizatihi varlığıdır. Kürt sorunu çözülmeden durduğu yerde durduğu sürece,  nesnel anlamda yani izlenen güncel politikalardan bağımsız olarak Türkiye’yi köklü demokratik değişime zorlayacaktır. Zorladığını açık biçimde görüyoruz. Zira bu sorun geleneksel vesayetçi devlet politikalarının (Kırmızı Kitabın) icazet verdiği sınırlar içinde çözülemezdi, çözülemiyor. Öyleyse HDP’nin parti olarak seçime girmesi ve barajın karşısına dikilmesi radikal demokratik muhalefet hareketinin doğması için çok önemli bir şanstı.

Fakat öte yandan o yazıyı yazdığım günlerde “sosyalistler+CHP+HDP”  ittifakı önerileri de vardı. Bu ittifak bana göre radikal demokratik muhalefetin doğmasının isteyerek veya istemeyerek önünü kesecek, tarihsel ittifak perspektifinden yoksun yalnızca AKP’ye karşıtlıkta birleşen dar bir seçim ittifakıydı ki içinde ulusalcı çevreler etkindi.  Bu sakıncaya dikkat çekmek için o yazımı gecikmeden yazmak istemiştim. (Bu ittifak önerilerini yapanlar içinde bulunan bazı sol çevreler hâlâ açıkça HDP’yi destekleme kararı veremiyorlar).

Şunu da kaydetmek gerek: HDP “Türkiye partisi olma” hedefiyle açılım yaptığında aslında aynı zamanda yeni bir parti niteliğine de kendini açtı bana göre. Böylece HDP klasik anlamda bir siyasi parti olmaktan uzaklaştı. “Hem parti hem hareket” niteliği kazandı. (Bu durum hem fırsat hem de HDP için gelecekte sorun demektir ama sorunları biz geleceğe bırakalım şimdi). HDP’nin aynı zamanda hareket oluşu çoğulculuğa ve katılıma fırsat tanıyor. Farklı sosyal muhalefet kökeninden gelme, farklı etnik kimliğe sahip, farklı inançlara bağlı siyasi özneler,  tek tek bireyler  HDP ile özdeşleşme  zorunluluğu hissetmeden de kendilerini bu hareketin parçası olarak hissedebilirler.

Kısacası HDP’ye oy vermek için her konuda onunla aynı düşünmek hiç de zorunlu değildir.

Umuyor ve diliyorum ki 8 Haziran sabahı HDP o uğursuz barajı aşarak, Erdoğan’ın başkanlık hevesini kursağında bırakabilir, böylece Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin Türkiye’yi sürükledikleri otoriter rejim tehlikesini bertaraf edebiliriz. AKP üstünde Erdoğan’ın vesayet kalktığında inanıyorum ki AKP içinden ve dışında İslami çevrelerden de muhalefet sesleri yükselecektir.

İşte bu nedenlerle amalarım, fakatlarım olsa bile HDP’yi amasız, fakatsız biçimde destekliyorum.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar