Halil BERKTAY
[25-26 Haziran 2016] Kaldığım yerden sürdürüyorum; kıssadan hisse, (20) ABD veya başka herhangi bir “üst akıl” 1954-55’te düşman kesilmedi, düğmeye basmadı DP’ye karşı. Demokrat Parti büyük ölçüde kendi hatâları sonucu önce ekonomik, sonra politik krizlere sürüklendi ve bu da darbeye zemin hazırladı. Bunu, örneğin ben söylüyorum, “belgesel”deki kendi konuşmalarımda, ama yapımcılar zerrece tınmıyor, aldırmıyor, belki algılamıyor anlaşılan. Tersine, Menderes “belgeseli” bize kusursuz bir Demokrat Parti, hatâsız ve günahsız bir Menderes sunuyor. Kanımca bunun iki nedeni var. Birincisi, DP’yi yüzde yüz aklamak istiyorlar (bunu gerekli sanıyorlar) ki 27 Mayıs kapkara resmedilebilsin. İkincisi, muhtemelen kendi kafalarında DP’nin kusursuz gösterilmesi ile bugün AKP’nin kusursuz görülmesi ve gösterilmesi arasında alegorik bir ilişki kuruyorlar. Ve işte burada, 27 Mayıs’ın asıl büyük tahribatı ortaya çıkıyor: Sivil siyasetin ne gibi yanlışlarının askerlerin istediği ortamı yarattığını doğru dürüst konuşamamak! Sanki bunlara değinirsek, Demokrat Parti’yi (veya daha sonra Adalet Partisi’ni) suçlamış; dolayısıyla 60, 71 ve 80 darbelerini haklı saymış olacağız. Dahası, sanki AK Parti’nin ve/ya Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çeşitli hatâlarını da yeri geldiğinde eleştirirsek, aynı şekilde, yeni darbelere gerekçe hazırlıyor ve davetiye çıkarıyor olacağız. Bunun çaresi de, “halkı”yla her nasılsa otomatik ve mükemmel bir iletişim kurup onların bütün gerçek özlem ve istemlerini kendinde meczederek dile getiren “organik lider” etrafında kilitlenmek olarak sunuluyor.
ÇOK YANLIŞ. Fevkalâde yanlış. Hem bugün açısından yanlış, hem geçmiş açısından. Bu “organik lider” teorisini (ve siyasi düşünceler yelpazesinde nereye ait olduğunu) şimdilik koyalım bir kenara; özel bir konu, özel bir abartı ve önümüzdeki haftalarda ayrıca yazacağım sanırım. Asıl sorun, karşı tarafa koz vermemek, bahane yaratmamak adına tarihi de, güncelliği de çarpıtıp eleştirisizliği savunmak noktasına gelmek. Hangisi daha kötü: ister yapıcı ister yıkıcı, ister dostça ister nötr, ister düşmanca; ne olursa olsun, toplumdan alabildiğin kadar eleştirel geri dönüş alıp bunlardan bir şeyler öğrenmeye çalışmak mı? Hepsini kötü-yıkıcı-düşmanca diye toptan silip, kendinden hoşnut bir eleştirisizlik içinde yoluna devam etmek mi? DP’nin hatâları dahil tüm tecrübesi çok yönlü bir şekilde deşilmezse, AKP ne öğrenecek, hangi dersleri çıkaracak geçmişten? Ya da Menderes’in savrulmalarından söz etmek, nasıl olur da 27 Mayıs’ın “haklı”lığını ve onun üzerinden (hiç ufukta gözükmüyorsa da) AKP’yi hedef alabilecek yeni bir darbenin “haklı”lığını imâ etmek anlamına gelebilir?
Bu tür bütün deformasyonlara karşı, tekrar ve üzerine basa basa belirtelim ki (21) Demokrat Parti 1950-60 arasında bir yığın hatâ yaptı ve esas itibariyle bu hatâlar yüzünden inişe geçti; kendi kendini yaralı, kırılgan, savunması zayıflamış hale getirdi.Bu hatâlar başından beri hem ekonomi, hem siyaset alanında başgösterdi, ama ilk beş yılda öncelikle etkilediği alan ekonomi oldu. Unutmayalım, iktidar neredeyse otuz yıldır hep Tek Parti’nin elindeydi. Bu koşullarda DP, tepkiselliğinin ve büyük ölçüde tecrübesizliğinin de etkisiyle, ekonomiye ayrıntılı ve analitik bir seçicilikle değil, daha genelgeçer bir siyasî angajman ve slogancılıkla yaklaştı. Devletçiliğe karşı liberalizmi savunup buna uygun yasalar çıkartarak özel sektöre ve yabancı sermayeye daha önce mevcut olmayan kolaylıklar sunmayı yeterli gördü. Bunun ötesinde, makul ve sürdürülebilir (sustainable) bir büyüme hızı tutturmak yerine, kalkınmayı bir an önce hızlandırmak isterken, iç ve dış makro dengeleri gözetmeksizin mevcut döviz stokunu çok acele harcayıp tüketmek yoluna gitti. Bol miktarda kısa vâdeli proje kredisi de alındı; tarım bu dönemde ticarîleşti ve makinalaştı; 1948’de 1800 olan traktör sayısı 1957’de 44,000’i buldu; piyasa genişledi ve yaygın bir deyimle “köylünün cebi para gördü.” Derken Kore Savaşı sona erdi; tarım ürünleri lehine yaratmış olduğu elverişli konjonktür tersine döndü; peşpeşe birkaç mahsul kötü gitti -- ve ekonominin strüktürel zaafı olanca çıplaklığıyla su yüzüne çıktı. Dış ödemeler dengesi bozuldu; Türkiye borç servisinde giderek zorlanırken enflasyon tırmanışa geçti ve halkın sabit gelirli kesimlerini olumsuz etkiledi.
(22) Fakat asıl hatâlar siyaset alanında geldi. Ekonomik buhranın da etkisiyle 1954-57 arasında ortam gitgide gerilirken, özgüveni sarsılan ve sükûnetini yitiren Demokrat Parti bir dizi yanlışa sürüklendi. İntikamcılık, tırmandırıcılık, azamicilik, boyölçüşmecilik, illâ rakibini yüzde yüz ezmeye çalışmak; sonuçta aşırı kutuplaşma, hattâ cepheleşme -- hepsini yaptı, demokrasinin muhtaç olduğu hoşgörü ve merkezde buluşup uzlaşma ruhunu yokedecek ne varsa. İntikamcılık, örneğin. 1946-50 arasında Celâl Bayar “devr-i sâbık yaratmayacağız” ifadesiyle ancien régime’den, yani Tek Parti yönetiminden hesap sormayacakları vaadinde bulunmuştu. Ama uygulama hiç de öyle olmadı. Meclisteki ezici DP çoğunluğu, Ağustos 1951’de Halkevleri ve Halkodalarını devletleştirip bütün mal varlıklarını Hazineye aktardı. İki yıl sonra ise sıra CHP’nin kendisine geldi. Tek Parti dönemi boyunca CHP devlet bütçesinden kendine çıkarttığı tahsisatla büyük miktarda gayrimenkul edinmişti ki, bunun gerçekten hukukî bakımdan pek savunulabilir bir yanı yoktu. Ne ki, tam da 1954 seçimlerine gidilirken, DP’nin gene o büyük Meclis çoğunluğunu kullanıp, CHP’nin tüm mal varlığına “haksız iktisap” gerekçesiyle el koyması ve Hazineye geçirmesi, rakibinin mücadele kapasitesini maddeten yoketmeye yönelik bir adımdı ve hukukî gerekçesi ne olursa olsun, siyasî açıdan büyük bir hatâydı. (23) Kırşehir ve Malatya uygulamaları ise hem ayıp, hem gülünçtür. İnönü’nün seçim bölgesi olan ve 2 Mayıs 1954 seçimlerinde büyük çoğunluğu CHP’ye oy veren Malatya ili, 14 Haziran 1954’te ikiye bölündü; Hısnımansur ilçesi ayrıldı ve Adıyaman adıyla il yapıldı. Kırşehir de ildi ama Ösman Bölükbaşı’yı tekrar milletvekili seçtiği için 20 Temmuz 1954’te ilçe yapılarak cezalandırıldı. (24) Bu noktada, Adnan Menderes’in de pek öyle masum ve mazlum bir melek olmadığını hatırlamakta yarar var. Kırşehir tartışmaları sırasında, TBMM’de şöyle diyebilmişti örneğin: “Türkiye’nin hiçbir vilayetinde yüzde 3’ten fazla oy almayan bir partiye mensup milletvekilini iki seçimde de seçen Kırşehir’in, bir içtimai ve siyasi bünye itibariyle anormallik göstermekte olduğunu inkâr etmek mümkün değildir; evet, biz açık konuşuruz.” Ne demek/ti, senin beğenmediğin birini seçen yerleşim birimini ve halk kesimini “içtimai ve siyasi bünye itibariyle anormal” ilân etmek? Bu tür “kendine demokrat”lığın, son yıllarda “dağdaki çoban”ın veya “göbeğini kaşıyan adam”ın eşit oy hakkını sorgulamaya kadar varan Atatürkçü müstebitlikten ne farkı var/dı? Ama işte henüz demokrasi kültürünün DP dahil herkes açısından çok geri olduğu bir dönemdi ve böyle çifte standartlılıklar yaygın olarak sorgulanmıyordu. Bugün bir politikacı böyle konuşsa ve bu gerekçeyle Menderes’in dayattığı türden bir idarî değişikliğe gitse, herkesin gözüne batar. Tam da bu yüzden, ilginçtir, aHaber’in “belgesel”inde çok komik bir kılığa bürünüyor bu Kırşehir olayı. Ne öncesi var, yani 1954 seçimlerinde Kırşehir’in kime ve nereye oy verdiği, ne de sonrası, yani sırf kötülük olsun diye ilçe yapıldığı. Bunun yerine, sadece Menderes’in Kırşehir ziyaretinden söz ediliyor. Her nedense Kırşehir’e gelmek istemiş Menderes. Geliyor ve “yüzbinler” tarafından karşılanıyor (direkt 1854 rakamlarını bulamadım, şehrin nüfusu 1927’de 13,000 ve 1965’te 24,000; aynı yıl bütün ilin nüfusu 75,000 kadar). Çok mutlu oluyor; çıkıp konuşuyor ve ne kadar “rahatladığını” anlatıyor. Bırakalım, bunların da gerçekle ilgisi olmamasını (o Kırşehir ziyareti sırasında halka “üç buçukluklar” diye hitap edip bir de Osman Bölükbaşı’nı komünistlikle suçlayınca olanları). Şimdi bütün bunların anlamı ne? Niye endişelenmiş de sonra (güya) rahatlıyor? Hiç belli değil. Belki olayı bütünüyle anlatmaya kalktılar da sonradan sansürlendi. Hayli komik ama sonuçta, böyle alâkasız ve hayalî bir Kırşehir gezisi ve konuşması boşlukta gibi duruyor.
(26) Kıbrıs olayları, 6-7 Eylül, 1957 seçimlerindeki yasak ve manipülasyonlar, Vatan Cephesi, Meclis Tahkikat Komisyonu… “belgesel”de diğer olmayan veya tahrif edilenler. Haydi diyelim 1954’te yüzde 57 oy alınca Demokrat Parti’nin başı döndü ve kibire kapıldı; bu Malatya ve Kırşehir işlerini de o arada yaptı; peki sonra 1954-55’ten 60’a nasıl gelindi? Başka neler var arada? Menderes “belgesel”inde, o koca boşluğu neredeyse sadece üç şey dolduruyor: (a) daha önce de belirttiğim ve eleştirdiğim gibi, “birileri düğmeye basmıştı” ve dolayısıyla “artık geri dönüş yoktu” tekerlemesi; (b) 1960 başlarında yükselen öğrenci gösterileri; (c) İsmet İnönü’nün iki tehditkâr demeci üzerinden, ordu ve darbeci subaylarla olası ilişkileri.
İlki uyduruktu ve dolayısıyla ikincisinin (DP’nin reel hatâlarına değil) ilkine, bir “üst akıl” komplosuna bağlanması da uyduruktu. Üçüncüsü ise gayet ciddiydi kuşkusuz. Gerçekten de Demokrat Parti’nin giderek çok krizli son (1958-60) yıllarında, İnönü aba altından sopa göstermeye başladı; giderek belirginleşen darbe imâlarında bulundu. TBMM’de bir seferinde “Bu yolda devam ederseniz sizi ben de kurtaramam” dedi. İkincisi daha da netti. 1945-60 arasında Güney Kore’de Syngman Rhee iktidardaydı. Giderek diktatörleşmiş ve seçim hilelerine de başvurur olmuştu. Asya’nın iki ucunda, Rhee rejiminin krizi ile Menderes’in ve Demokrat Parti’nin krizi hemen tamamen aynı aylara denk geldi. Son tırmanış da neredeyse aynıydı: gösteriler; polisin gösterilere ateş açması; vurulup ölenler; daha da büyüyen gösteriler ve istifa çağrıları. 19 Nisan’da Güney Kore’de patlak veren büyük öğrenci protestolarına dayanamayan Syngman Rhee, 26 Nisan’da istifa etti (ve 28 Nisan’da CIA tarafından Güney Kore’den kaçırıldı). Güney Kore ordusu ise göstericilere karşı Rhee’ye destek vermedi ve devrilmesinde bu açıdan önemli bir rol oynadı. İşte tam bu sırada, İstanbul ve Ankara da 28-29 Nisan gösterileriyle sarsılırken, İnönü Meclis’te “Türk ordusu, Kore ordusundan daha az şerefli değildir” konuşmasını yaptı ve 12 oturum TBMM’den men cezası alsa da, yaklaşan askerî müdahalenin pekâlâ haberini vermiş, gongunu çalmış oldu. Ben İnönü’nün 27 Mayıs’ta herhangi bir sorumluluğu olmadığını düşünen yorumculardan değilim. Çok kurnazca ikili oynadığı, hem ortamı kızıştırdığı ve darbeyi özendirdiği, hem de kendini dikkatle Millî Birlik’çilerden ayırmaya çalıştığı, ama en azından ahl^kî mesuliyetinin büyük olduğu kanısındayım.
İyi de, madalyonun diğer yüzünde, Türkiye’yi, DP’yi ve Menderes’i o noktaya getiren olaylar nelerdi? Sadece birkaç tanesine değinelim. (i) Kıbrıs üzerinden Türk milliyetçiliği ve Yunan düşmanlığının yeniden tırmandırılması; “Ya Taksim Ya Ölüm” mitingleri; sonuçta 6-7 Eylül 1955 olayları: özellikle İstanbul’da Rum ve diğer gayrimüslim vatandaşların evleri ve işyerlerine yönelik bir etnik terör saldırısı. Menderes “belgesel”i bu faciayı hiç zikretmiyor değil gerçi. Ama tamamen Demokrat Parti’nin dışında cereyan etmiş gibi gösteriyor; hattâ “düğmeye basmış” bulunan o gizli güçlerin darbe yolunda (daha 1955’te?) giriştiği bir “provokasyon” gibi yorumluyor. Oysa o dönemde Özel Harp Dairesi asla tek başına yapamazdı bunu. Hükümetin Kıbrıs politikasıyla uyum içinde olması bir yana; bu çapta bir pogrom’un Bayar ve Menderes’in bilgi ve onayı dışında planlanıp gerçekleştirilmesi mümkün değil. Nitekim kendileri de sonradan “kontrolden çıktığı” ve “amaçlarını aştığı” gibi yarım yamalak apolojilerde bulunmuşlardı. Tersini (DP’nin sorumsuzluğunu) savunmak, 1915 Ermeni tehciri ve sonuçlarından (haydi soykırım tartışmasına girmeyelim) Enver ve Talât’ın hiç haberi olmadığını, her şeyi sadece ve gizlice Teşkilât-ı Mahsusa’nın yaptığını (ya da Holokost’un Hitler’in gıyabında gerçekleştiğini) iddia etmekle birdir. (ii) 1955-1957 arasında Demokrat Parti’de büyüyen huzursuzluk ve derinleşen çatlaklar. 1955’ten itibaren sertleşen siyaset ve çoğalan anti-demokratik uygulamalar, doğrudan doğruya DP içinde büyüyen tepkilere yol açtı. 6-7 Eylül olaylarının ardından, Dörtlü Takrir’in imzacıları ve DP’nin kurucularından, Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü başta olmak üzere, Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu, Fethi Çelikbaş, Feridun Ergin ve Mükerrem Sarol gibi ağır toplar, basın üzerinde yoğunlaşan baskılara karşı çıkmak dahil, çok sert eleştirilerde bulundu. Kıyamet koptu ve sonunda 19 milletvekili DP’den istifa edip daha olgun bir liberal merkez partisi rolünü üstlenmek iddiasındaki Hürriyet Partisi’ni kurdu. Aralarında (yukarıdakilere ilâveten) Ekrem Hayri Üstündağ, İbrahim Öktem, Turan Güneş ve Ekrem Alican gibi çok önemli isimler de vardı. Anayasa reformunu, yargı bağımsızlığını, özgür ve bağımsız sendikaların yasallaşmasını, üniversite özerkliğini ve basın özgürlüğünü savunuyorlardı. Menderes “belgesel”inde hiç ama hiç yok bütün bunlar. (Ciddi bir fırsat kaçırmışlar, çünkü en azından Pelikan Dosyası mantığı, bugün Abdullah Gül’ler, Bülent Arınç’lar ve Ahmet Davutoğlu’lar gibi o zamanların Hürriyet Partisi kurucularını da ihanetle suçlayıp tarih-dışı, anakronistik alegorilerini tamamlamalarını gerektirirdi.) (iii) Hükümetin bu muhalefeti bastırmak ve birleşip büyümesini önlemek için başvurduğu daha da otoriter uygulamalar. Köprülü ve diğerlerinin istifası sonucu HP’nin kurulması ve DP’den gelmeye devam eden katılımlarla koltuk sayısı bakımından CHP’yi dahi geçip şeklen ana muhalefet konumuna yükselmesi, Demokrat Parti liderliğinde paniğe ve giderek kuralsızlaşan tepkilere, çok kısa vâdeli reaktif önlemlere yol açtı. Köprülü, örneğin, ilk başta Hürriyet Partisi’ne katılmamıştı. Ama biraz bekledikten sonra o da 5 Temmuz 1957’de “kurduğu partiyi tanıyamadığını” söyleyerek DP’den resmen istifa etti ve HP’ye girdi. Buna karşı Meclis’teki DP çoğunluğu derhal seçim yasasına, partisinden istifa eden herhangi bir milletvekilinin, altı ay geçmeden başka bir partiden aday olamıyacağını belirten yeni bir madde getirdi. O kadar kişi hedefi gözeten bir maddeydi ki, çıkarılır çıkarılmaz “Köprülü maddesi” diye ünlendi. Bugün olsa, belki bir tür “dizaynır maddesi” de denebilirdi. (1954’te ilçe statüsüne düşürüldüğünü anlattığım Kırşehir’in 12 Haziran 1957’de alelacele terkrar il yapılması da aynı paniğin tezahürlerindendir.) Ama iş bununla da bitmedi. 22 Ekim 1957 genel seçimleri öncesinde, Hürriyet Partisi CHP ve CMP (Cumhuriyetçi Millet Partisi) ile ittifak arayışına girdi. Demokrat Parti’nin hızlı reaksiyonu, bir diğer “dizaynır maddesi” çıkarmak yönünde oldu. Seçim yasasında tekrar değişiklik yapıldı ve partiler arası seçim ittifaklarına (yani şimdi bir düşünürseniz, demokratik seçimlerin son derece normal ve doğal bir parçası olması gereken bir taktik olanağa) düpedüz yasak getirildi. Bunu (iv) gene 1957 seçimlerinde bütün muhalefet partilerine radyodan yararlanma yasağı izledi. Böylece DP seçim kampanyası boyunca radyo propagandasını tamamen kendi tekeline aldı (televizyon zaten yoktu) ve CHP ile HP’yi sadece basın, mitingler ve afişlerle sınırladı. Hepsi, bütün bu haksız ve eşitsiz muameleler de mutlak bir suskunlukla geçiştirilmiş, geçiştiriliyor aHaber’in Menderes “belgesel”inde. Eğer CHP-HP ittifakı gerçekleşebilseydi, herhalde DP 1957 seçimlerini mutlak anlamda kaybeder ve muhalefete düşer, bu da hem kendisi hem Türkiye için kötü değil iyi, hattâ çok iyi olurdu. Zira parlamenter demokrasiyi tıkanmış gibi göstermek imkânsızlaşır; tersine, demokrasi bu sınavdan zayıflayarak değil güçlenerek çıkardı.
Gene de 57 seçimlerinde hükümet ciddi bir yenilgiye uğradı, ama iktidarı yitirmemeyi becerdi. DP’nin oy oranı 9 puan düşerek yüzde 57’den yüzde 48’e indi; CHP’nin oyu ise 6 puan artarak yüzde 41 dolayına yükseldi. Bununla birlikte, yürürlükteki çoğunluk sistemi nedeniyle Demokrat Parti (79 milletvekili yitirse de) gene 424 koltukta kalırken, CHP’nin milletvekili sayısı (147 artışla da olsa) ancak 178’e çıkabildi. Yani Demokrat Parti gerilese de TBMM’deki ezici çoğunluğunu korudu ve bu sayede, seçmenin uyarısına kulak asmayabileceğini sandı. Girmiş olduğu “çoğunluk otoritarizmi” mecrasından çıkıp daha yapıcı, birleştirici bir çizgi izlemek şöyle dursun, tersine, aşırı savunmacı bir reflekse kapıldı ve anti-demokratik uygulamaları tırmandırarak muhalefeti durdurup iktidarını tahkim edebileceğini sandı. Komşu Irak’taki 14 Temmuz 1958 darbesi ve hemen aynı sıralarda, Hürriyet Partisi’nin de büyük çoğunluğuyla gidip CHP’ye katılması, DP’nin korkularını iyiden iyiye arttırdı. Nitekim bundan sonra (v) basın üzerindeki baskılar yoğunlaştı. Hükümete ve başbakana hakaret gibi gerekçelerle önde gelen gazeteciler sık sık tutuklanır oldu. O günlerin çok daha sınırlı medya ortamında, etkili bir haftalık olan Akisdergisine ve yayın yönetmeni -- üstelik de İnönü’nün damadı -- olan Metin Toker’e yapılanlar hayli yankı uyandırdı. Televizyon yoktu; radyo tamamen devlet (ve dolayısıyla hükümet) tekelindeydi; basının zayıf halkası, Aşil topuğu ise kağıt sıkıntısıydı. SEKA’nın kağıt üretimi yetmiyor ve dış ödemeler dengesindeki kriz de rahat kağıt ithalâtına izin vermiyordu. Dolayısıyla (muhalif) gazetelerin basılabilmesi Basın Yayın Genel Müdürlüğü’nün yetkisinde olan kağıt tahsisatına bağlıydı ve hükümet (resmî ilânlar gibi) bunu da düpedüz karşıtlarının sesini boğmak için bir tehdit ve yaptırım unsuru olarak kullanıyordu. Ayrıca belirtmeye gerek var mı bilmiyorum ama, aHaber’in 27 Mayıs 2016 gecesi ekrana getirdiği Menderes “belgesel”inde bunlardan da tek kelimeyle söz edilmiyordu. (vi) Gerginliğin ve paniğin getirdiği bir diğer büyük hatâ, DP’nin 12 Ekim 1958’de Vatan Cephesi’ni kurması ve Mdnderes’in “bütün vatandaşları” VC’ye katılmaya çağırması oldu. Yeni, alışılmadık ve her bakımdan tuhaf bir adımdı. Bir kere, siyaseti çok yersiz ve gereksiz bir ölüm-kalım savaşı havasına sokuyor; kendi tarafına “vatanseverlik” yakıştırırken karşıtlarını bunun dışında tutuyordu. İkincisi, zaten sadece iki parti vardı ortada: DP ve CHP. Dolayısıyla VC, DP’den farklı ve daha geniş bir kimliği ifade etmiyor; sonuçta Demokrat Parti’nin diğer adı anlamına geliyor ve Menderes Vatan Cephesi diye halkı DP’ye çağırmış oluyordu. Üçüncüsü, Mecliste 178’e 424 çoğunlukta olan bir partinin bu tür çağrılarda bulunması özgüven değil zaaf ve endişe itirafı niteliğindeydi. Dördüncüsü ve belki en önemlisi, VC’ye katılma bildirileri acıklı-gülünçlü bir siyaset parodisine dönüşmekte gecikmedi. Yazılı basın dışındaki biricik yayın mecrası olan devlet radyosunda bir Vatan Cephesi saati açıldı ve her gün “VC’ye bağlılık” arzeden kişi, kurum ve kuruluşların isimleri bıktırıcı bir biteviyelikle buradan okunmaya başladı. Entel-solcu bir ailede, erken siyasîleşmiş bir çocuktum; 1958-60 arasında (11 yaşımdan 13 yaşıma giderken) çok iyi hatırlıyorum, akşam saatlerinin bu mide bulandırıcı dalkavukluk seanslarını. Özellikle işadamları büyük psikolojik baskı altındaydı, teşvikleri, kredileri, döviz tahsisatı açısından. Herkes de biliyordu ne olup bittiğini; riya ile gerginliğin birbirine karıştığı tuhaf bir ortamdı. Kamplaşmayı azaltmak şöyle dursun, iyice tırmandırdığı ve demokratik siyasetin olmazsa olmazı sayılması gereken ara zemini yokettiği gibi, 1973 sonrasının Milliyetçi Cephe (MC) hükümetlerinin fikrî zeminini hazırlaması bakımında da, demokrasiye yararı değil büyük zararı oldu. Daha önce de belirttiğim gibi, Menderes “belgeseli” tek bir atıfta bulunuyor bu VC meselesine, ama o da son derece anakronistik, zamanını şaşırmış bir şekilde, 1958-59’daki bazı işadamı biatlarını DP’ye 1950’lerin başlarındaki halk desteğine kanıt göstermek bâbında.
(vii) Ne ki, basına baskı ya da Vatan Cephesi bile Demokrat Parti’nin vahim siyasî hatâlarının doruğu değildi. Beterin beteri, Meclis Tahkikat Encümeni (Komisyonu) ile geldi. DP 18 Nisan 1960’ta attı, kendisi için de, demokrasi için de ölümcül olacak bu adımı. CHP’nin ve İnönü’nün askerlerle ilişkilerini, ordu içindeki olası darbe hazırlıklarıyla bağlantıları olup olmadığını araştırmak üzere, 15 kişilik özel bir komisyon kurdu. Ancak herhangi bir araştırma veya hattâ soruşturma komisyonu değildi bu; yargı hakkına da sahipti, yani doğrudan doğruya, olağanüstü bir mahkeme niteliği taşıyordu. Dahası, kararlarına karşı itiraz mümkün değildi, yani temyiz hakkı önceden, resmen, gayet bilinçli ve kasıtlı bir şekilde kaldırılmış bulunuyordu.
* * *
Şimdi durup düşünelim, hafızalarımızı toparlamaya çalışalım; biz bunun benzerlerini daha önce nerede gördüktü tarihte? Daha özel olarak, prensipte çok-partili bir rejim ve demokrasi geleneği çerçevesinde, hiç rastladık mıydı böyle bir şeye? Hatırlamıyor musunuz gerçekten? İki örnek vereyim. (1) Fransız Devrimi’nin Jakoben döneminde, çok özel bir iktidar organı vücut buldu. Teorisini Robespierre ve Saint-Just yaptı. Özetle, evet, biz devrimi demokrasi ve hukuk devleti uğruna yaptık ve yapıyoruz; ama şimdi olağanüstü bir dönemden geçmekteyiz; devrimin kendisi tehlikededir ve bu koşullarda normal (= hukuki) değil olağanüstü (= hukuk dışı) bir yönetim gereklidir… dediler ve kuvvetler ayrılığı yerine kuvvetler birliğinin uygulanmasını, bunun da tek tek bir fevkalâde organda yoğunlaşmasını savundular. Devrimin kanunu bütün kanunların fevkindedir, dediler; anlamı buydu: aslında herhangi bir hukuk ve kanun olmamasıydı (bu, Marx’ın ve tabii asıl Lenin’in “proletarya diktatörlüğü” düşüncesinin de başlangıcını teşkil eder). Böylece 1793 Nisan’ında Kamu Selâmeti Komitesi (Comité de salut public) diye, başlangıçta 9 kişilik bir kurul doğdu; iki üç ay sonra, 93 Temmuz’unda yeniden yapılandırıldı; mevcudu 12’ye çıkarıldı… ve Konvansiyon Meclisi’nin hemen bütün yetkileri bu komiteye devredildi. Karşı-devrimcileri ezip kamu düzenini hakim kılmak (Takrir-i Sükûn?!) amacıyla, daha Mart ayında ihdas edilmiş özel bir mahkeme vardı; onun da işleyişi Kamu Selâmeti Komitesi’ne bağlandı ve 20 Ekim 1793 itibariyle adı Devrim Mahkemesi (Tribunal révolutionnaire) oldu. Kararları temyiz edilemez kılındığı gibi, 10 Haziran 1794’ten itibaren sanıkların avukat tutması bile yasaklandı, tanık dinlenmesi kaldırıldı ve idamdan başka ceza verememesi hükmü getirildi. Bu özellikleriyle Devrim Mahkemesi (ve arkasındaki Kamu Selâmeti Komitesi) Jakoben Terörünün (La Terreur) en önemli, en kudretli enstrümanı haline geldi. Kuruluşundan 10 Haziran 1794’e kadar geçen 13 ay içinde toplam 1220, sonraki 49 gün içinde ise 1376 idam kararı verdi ve uygulattı (ki günde ortalama 28 idam demektir). Bu kan banyosu, ancak Jakobenlerin devrilmesi ve Robespierre ile Saint-Just’ün de kendi yarattıkları tezgâhta can vermesiyle sona erdi.
(2) Kemalist Devrimin özellikle 1923-27 arasındaki “üçüncü dönem” İstiklâl Mahkemeleri, keza devrimin gerçek veya hayalî bütün düşmanlarını ezip herkese mutlak itaat telkin etmek için kurulmuştu (bkz bu dizide, Menderes belgeseli (4) Buharlaşan TCF, aklanan Aliler, İnönü’ye kurdurulan Tek Parti diktatörlüğü, 9 Haziran 2016). Fransız Jakobenlerinin Kamu Selâmeti Komitesi ve Devrim Mahkemesi örneklerine neredeyse bire bir uyuyor; tıpatıp aynı “devrimin kanunu bütün kanunların fevkindedir” söylemine yaslanıyorlardı. Ve bu mahkemelerde de, ne hukuk vardı ne usul; avukat tutmak yasaktı; hükümler hiçbir şekilde temyiz edilemiyordu. 1793-1794 uygulamasına nasıl Robespierre kumanda ediyorsa, 1925-27 uygulamasının ardında da doğrudan Mustafa Kemal duruyordu.
* * *
Geçtim, Menderes “belgesel”inin işbu Tahkikat Encümeni’nden ve 27 Mayıs’a sürüklenişte oynadığı rolden de zerrece söz etmemesini... Asıl önemli soru şu değil mi; sormak gerekmez mi acaba: Fransız Jakobenlerine de, Kermalizmin jakobenlerine de taban tabana zıt, otoriter modernizme karşı aşağıdancı bir demokratlıktan yola çıkan Demokrat Parti, nasıl olup da kendi tasavvuruna bu kadar yabancılaşmış; düşmanının pozisyonuna kayıp onun silâhlarıyla dövüşür hale gelmişti?
Ne kadar acı! Menderes’in ve diğer DP önde gelenlerinin sonunda alabildiğine vahşi ve hoyrat biçimde yargılandığı o Yassıada Mahkemesi, Vişinsky kılıklı (savcı) Altay Ömer Egesel’leri ve (yargıç) Salim Başol’larıyla, bir bakıma hem o “devrim mahkelemeleri” geleneğinin asıl sahibi ve devamı, hem de Meclis Tahkikat Encümeni’nin simetriği, karşılığı, aynadaki aksi değil miydi?
Nasıl oldu da Demokrat Parti kendi eliyle böyle bir zombie’yi, bir tür “yaşayan ölü”yü hortlattı ve ona yeniden kan içme olanağı verdi?
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERYeni Bir Çözüm Süreci Ne Kadar Mümkün? 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİNSANLIĞIN ÖLÜMÜ 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024