Ali Türer

Ali Türer
Ali Türer
Tüm Yazıları
NE ZAMAN BİTECEK BU KAN TUTMA HALİ!
28.08.2012
3299

 Arkadaşının elinin bacağının bir şarapnel ile koptuğunu, arkadaşının yanı başında can çekiştiğini gören askeri kan tutar. Öldürdükleri de giderek bir insan olmaktan çıkar, bir tür nesneleşir. Artık bir savaş makinesine dönüşmüştür; ölmek ya da öldürmek vardır yalnızca. Kan, diğer bütün duyguları ipoteği altına almıştır sanki. Başka bir şey hissedemez, düşünemez olur. Kana tutuklu kalma halidir bu!  

Tehlikeli bir durumdur kana tutuklu kalmak. Taraflar gerçeklik duygularını yitirirler bir süre sonra. Savaşın neden ortaya çıktığının, ne için savaşıldığının falan artık anlamı kalmamıştır. Serinkanlı düşünülemez. Kendini çekiç olarak görüyorsan, sadece çiviler ve çekiçler vardır. Şiddet bütün bir yaşama hâkim olur. 
Fakat bir noktada bitmek durumundadır, ilelebet kana tutuklu kalınmaz.  İki taraf da kazandıkları kaybettikleri üzerinden bir muhasebe yapmaya başlarlar. Savaşın en “kabul edilir” biçimde nasıl bitirilebileceğine bir karar vermek gerekir artık. 
Ama bizde böyle olmadı.  PKK ile devlet arasındaki savaş otuz yıldır sürüyor. Sonunun geldiğine dair bir emare de ortada görünmüyor. Kana tutuklu kalma durumu bu kadar mı uzun sürer. Neye yormalı bu anormal durumu. 
Savaş kendi ekonomisini oluşturur, savaşı yönetenler bu ekonomiden nemalanmaya alışırlarsa savaşanlar arasında kan tutma halini devam ettirmek için ellerinden geleni yaparlar. Milliyetçi, şoven bir dil belirleyici hale gelir. “Hainler”, “ihanet içindeler” laflarının,  şehitliğin kutsallığı üzerine atılan nutukların ardı arkası gelmez olur. 
Bu durumda yapılacak iş bellidir. Savaşı sürdürenler, kana tutsak olma halinden bir biçimde kendilerini kurtarmak, kendileri üzerinden oynan oyuna bir son vermek durumundadırlar. Birbirlerini öldürmeyi reddetmek, yönetenleri barış yapmaya zorlamak durumundadırlar. 
Geçen akşam CNN Türk televizyonunda Hande Fırat'ın proramına Başbakan yardımcısı Bülent Arınç davetliydi.Arınç , sözleri ciddiye alınacak bir siyasetçi, siyaset yapmayı biliyor. Programı yönetenin “Terör sorununa çözümünüz ne?”  türünden sorusuna; teröristlerin silahlarını bırakmaları gerektiğini, silahları bırakanlardan terör eylemlerine karışmayan PKK’ların normal yaşamlarına dönebileceklerini, karışanların ise cezalarını çekeceklerini söyleyerek yanıt verdi. 
Yani Arınç’ın ağzından AKP hükümeti PKK’ya diyor ki yenilgiyi kabul et, zaferimi ilan et; benim adaletimin kollarına kendini teslim et. İyi de bu yeni bir şey değil, yıllardır söyleniyor. Çözüm olsaydı çatışma çoktan bitmiş olurdu. Demek ki çözüme dönük bir siyasetiniz yok; hala ölen “ölsün kalan sağlar bizimdir” demedesiniz. 
PKK’nın artık altmışlı yaşları süren elleri kanlı yöneticileri için bu savaş yaşama biçimi haline gelmiş, hayatları dağ olmuş, bu anlaşılabilir bir şey. Sorulması gereken soru: AKP bu savaşı bitirme  düşüncesini niye terketti; bu savaştan beklentisi ne? Barış olur, insanlar huzur içinde, kardeşçe yaşarlarsa, siyasete Kürtlerde ortak olursa, demokratikleşen bir Türkiye’de iktidar yüzü zor görürüz biz, diye mi düşünüyorlar, nedir? 
Kürt sorununa çözüm aramayı neden terk ettiniz? Irakta kürt devleti ile iyi geçinirken, Suriye de yeni kürt devletini kabul etmek zorunda kalırken kendi kürtlerinizle kavga etmeyi daha ne kadar sürdirebiliriniz? Savaşın nemalandığı bataklığı kurutmak, Türkiye'yi demokratikleştirmekten, kendi kürtlerinizle barışmaktan geçmiyor mu?
Silahı bırakın, teslim olun, adam öldüreni yargılarım diyorsunuz. Aslında doğru. Suçsuz günahsız yere ölenin, öldürülenin hesabını mutlaka birileri vermeli. Doğru da, devletin öldürdüklerinin hesabını kim verecek? Öldürülen, faili meçhule giden onca Kürt aydınının hesabını Musa Anterlerin hesabını kim verecek? Yakılan, boşaltılan köylerin, Uludere’de paramparça edilen onlarca Kürt gencinin hesabını kim verecek. Diyarbakır cezaevinde işkence içinde ölenlerin, dağlarda vurulan köylülerin hesabını kim verecek.  Hesap sorma hakkı sadece senin tekelinde mi? 
Madem bu iş hesap sorma yoluyla bitecek, öyleyse Uludere’nin hesabını vererek bu işe öncülük edebilirdiniz; elininizi tutan mı var dı? Üstelik sen devleti yönetiyorsun, yani Velayet-i Amme senin üzerinde. Bu topraklarda yaşayan her canlının yaşamını korumakla mükellefsin, hem tanrı nezdinde hem de kul nezdinde.
Bu çatışma da dönem dönem barışa yaklaşıldığı anlar da oldu. Ancak bu fırsatlar, kör siyasi kavgaya, kim daha milliyetçi çekişmesine kurban edildi. Burada CHP’nin de MHP’nin de bütün siyasi partilerin vebali var. 
Ama ne zaman devletin içinde birileri “Kürtlerin katli vaciptir” diye düşündü ve kanı kanla yıkamayı denedi; yangın büyüdü. Jitem içinde kurulan çetelerle, Kürtlerin içinde devlet eliyle örgütlenen “Hizbullah” ile kirli bir savaştan medet umuldu. Savaşanlar arasında “kan tutma” hali büyüdü. Gözleri kan bürüdü. 
Uludere tam da PKK’nın direncinin kırılmaya, çözüm beklentileri artmaya başladığı bir anda geldi. Son “kan tutma hali” içine de Uludere ile girdik. Uludere’nin hesabı verilebilseydi; sorumlular ortaya çıkartılıp hesap sorulabilseydi; bugün yaşananlar belki de yaşanmayacaktı. 
İçine girdiğimiz yoğun şiddet ortamında  Suriye’nin, İran’ın da payı var, deniyor. Olabilir. Ama Suriye’de yaşananlarda da biraz olsun bizim payımız yok mu? Yaptığın müdahele, sen müdahelede bulunduktan sonra senden bağımsızlaşır. Tam olarak hangi gelişmelere yol açacağını önceden bilemezssin.
Üstelik savaş savaşçılar arasında sürüyor, ölen bu topraklarda ölüyor. Hani Hakkâri dağlarında bombalanmadık yer kalmadıydı. PKK gene Hakkâri’de Şemdinli’de yol kesiyor, karakol basıyor. Buna ne diyeceksiniz? 
Ölenlerin cenazelerinde gözyaşı dökmekle, hamasete gaz vermekle, afra tafrayla, sağa sola bağırmakla, istihbarat analizleriyle falan sorun çözülmüyor.  
Çuvaldızı karşındakine batır, batır da bir de iğneyi kendine batır bakalım. Belki süreci anlamana faydası olur.
Bu ölümler, bu çile, bu ıstırap bir biçim de bitecek. Savaşanlar “kana tutuklu kalma” halinin sarhoşluğundan elbet bir gün uyanacaklar, savaşı yönetenlerin oyunu elbet bir gün bozulacak.
“Gençlerimiz telef oluyor. Bitirin artık şu savaşı! Bitirin her gün ölenleri saymayı; cenaze cenaze dolaşmayı. Yazıktır, günahtır.” diyoruz. Fakat savaşı yöntenler bu feryadı duymuyor. Bildiklerini okumaya devam ediyorlar. 
O yüzden, bizzat savaşanlar: “Artık yeter, savaşmıyoruz.” demeleri  lazım. Savaşanlar bunu demedikleri sürece bu savaş devam edecek.
Öyle görünüyor.
Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar