Selami GÜREL

Bir hukuk skandalı ve Doğan Akhanlı üzerine
24.07.2013
2920

  Doğan Akhanlı yaklaşık kırk yıllık arkadaşımdır. İlk tanışmamızdan birkaç yıl sonra, yoğun ilişkimiz ikimizin de "yeraltı yaşamı" sürdürdüğü 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonraki günlerde, İzmir'de başlar. Dört yıla yakın birlikteliğimiz, onun yakalanıp tutuklanması ve benim Almanya'ya kaçmamla birlikte yedi yıllık bir kesintiye uğrar.

Tahliye olup Türkiye topraklarında yaşama şansı kalmadığında, benimle yolumu izleyip Almanya'ya gelmesiyle yedi yıl sonra yollarımız yeniden kesişir. Daha sonra ikimizin de dostu olacak Hans Werner Odendahl, bir birimizden habersiz, önce benim, yedi yıl sonra da onun avukatı olmuş, bizi yeniden buluşturmuştur. İlk buluşmamıza iki cilt Almanca sözlükle giderim. Her zamanki kıvrak zekası aynen yerinde durduğundan mesajımı hemen anlar, iltica yurtlarının yoksun ve yoksul köşelerinde hızla Almanca öğrenmeye başlar, bir yandan da iki çocuğunu babalık yaparken yazmaya. Benim politika tutkunluğumu hayranlıkla izler, ama aklı yazarlıktadır. Karşılıklı kabulleniriz tercihlerimizi. Doğup büyüdüğümüz yerlere hasretlerimizi az konuşur, daha çok bakışarak dile getiririz, o da sürgündür ben de.

Ben "gözümü karartır", dönmeye karar veririm çocukluğumun topraklarına. Gözlerindeki kaygıyla uğurlar beni, ama konuşmaz.

Gözleri haklı çıkar, indiğim havaalanının duvarlarına bakarken, İstanbul'u görmeden polis merkezinin duvarlarına bakarım üç gün.

Ardından mahkeme ve salıverirler beni. Ben şanslı çıkarım.

Önce annesini, ardından çok sevdiği -benim de dostum- abisini kaybeder. O acıların tüm izlerini, ona hissettirmemeye çalışarak okurum gözlerinde, yüzündeki hüzünlü çizgilerde. Delice şeyler yaparız sıkça. Bazen Zürich'te, bazen Prag'da, bazen Avusturya dağlarında soluklanırız. Tek bir yürek olduğumuz anda en sert tartışmalara tutuşuruz arada, ama birkaç dakika sürer.

Yıllar ilerledikçe daha çok koymaya başlar ona hasretlik. Aynı coğrafyanın, hatta aynı kasabaların çocukları olduğumuzdan olsa gerek, her anlatımım, elimde gördüğü her fotoğraf yüreğindeki derin hasret duygusunu daha bir derinleştirir.

Bu kez, sevgisinin ötesinde hayran olduğu yaşlı babasının hastalık haberi ulaşır sürgün diyarına. O da "karartır gözünü". Bir başıma karşılarım onu havaalanında. Bana olanların beteri olur ona, havaalanı duvarlarının ardından, önce polis merkezinin, ardından cezaevinin duvarlarına bakmak zorunda kalır. Üstelik bir ömür boyu o soğuk duvarlara bakmasını isterler. O kadar barizdir ki kurgu, yer gök itiraz eder böylesi haksızlığa. Hilsenrath 85 yaşının yorgunluğuna aldırmadan onun ilk ülkesinin konsolosluğuna siyah çelenk koyar, Wallraff Evliya Çelebi misali yollara düşer, Ağaoğlu'ndan, Kemal'e tüm dostları "kazan kaldırır" bu haksızlığa. Kuşundan balığına tüm canlıların vicdanını birleştirir fark etmeden.

Ölümünden itham edildiği insanın çocukları, "biz babamızın katillerinin cezalandırılmasını istiyoruz, sizin intikam almak istediğiniz insanın değil" derler, mahkeme huzurunda. Mahkeme anlar her şeyi, vicdanlar galip gelir ve bize geri verirler Doğan'ı.

Şimdi birileri yeniden almak ister Doğan'ı bizden. Vermeyiz, veremeyiz. O vicdandır, onun yeri vicdanlı yüreklerin yanıdır.

Ya her şeyi alın vicdandan yana ne varsa, ya da "elinizi vicdanınıza koymayı" öğrenin. Ama Doğan bizimdir, vermeyiz onu size.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar