Halil BERKTAY
[18 Aralık 2022] Gerçekte böyle şey olmaz tabii. Kimse insan ruhunu eksiksiz okuyamaz, insan davranışlarını bire bir belirleyemez, öngöremez. Tersten söylersek; hayatın her alanında, her türlü gelişme karşısında, sonuç bu olduğuna göre demek amaç da buymuş tarzı çıkarsamalar yapılamaz. Ernest Gellner’in geçmişte başka bağlamlarda da defalarca hatırlattığım ifadesiyle, humans are under-programmed animals. İnsan eksik programlanmış bir yaratıktır. Ekliyorum: hatâ ile malûldür.
Dolayısıyla determinizm katı bir determinizm değil, ancak hayli yumuşak bir determinizm olabilir (ya da belki hiç determinizm olmayabilir). Tabii belirli olabilirlik limitleri (limits of the possible) içinde kalmak kaydıyla, şu veya bu problem, tehdit, tehlike, meydan okuma vb karşısında bireylerin, grupların veya toplumların ne yapacağı o kadar da tahmin edilemez. Gene ekliyorum: doğru hesap çok nadirdir, hele siyasette. Sürekli yanlış yapılır. Dolayısıyla yaşadıklarımıza bakarak, birileri bunu aynen böyle istedi ve çok sıkı planladı da ondan oldu denemez. Amaç ile sonuç çok farklı olabilir. En basiti: Modern Çağda devrimler neden ve nasıl patlak verir? Ya da Birinci ve İkinci Dünya Savaşları? İktidarlar her şeyi bildiğinden değil; tam tersine, birçok şeyi bilmediğinden, anlamadığından, göremediğinden. Tarih çok büyük ölçüde kastedilmemiş, planlanmamış sonuçların (unintended consequences) tarihidir.
Gelin görün ki 14 Aralık’tan bu yana tam bir Temel İçgüdü atmosferindeyiz. Çağdaş siyaset sahnesine ilişkin komplo teorileri, kamusal alanda giderek daha büyük yer tutmakta. Bilgili, okur yazar, en aklı başında sayabileceğiniz kişiler bile, olmayacak saçmalıklara kendini kaptırıp öküz altında buzağı aramaya girişebiliyor. Türkiye’nin genel kültür arkaplanında, bu açıdan Batı veya emperyalizm en büyük günah keçisi. Bir zamanlar bu, 19. yüzyılın mirası bağlamında, öncelikle İngiliz emperyalizmi, Britanya İmparatorluğu’ydu. Entelicans Servis (öyle denir ve yazılırdı), neler bilirdi neler! Mutlaka, bizim asla akıl erdiremeyeceğimiz, en sinsi bazı hesapları vardı. Gel zaman git zaman, 1960’lar ve 70’ler solculuğunun cahil çocuk muhayyilesinde yerini CIA aldı (ve 1 Mayıs 1977 “katliamı”ndan bile sorumlu tutuldu). Zamanla kılık değiştirdi; “üst akıl” kimliğine büründü. Kâinat Türkiye’yi hedef alan tezgâhlarla doluydu ve (sürekli tekrarlanıp derinleşen döviz krizleri dahil) hepsinden bu “üst akıl” sorumluydu. Günümüzde ise Kafka-vârî bazı metamorfozlar daha gerçekleşti: iktidar açısından her şey terör örgütlerine, özellikle FETÖ’ye yıkılır oldu; muhalefet açısından ise iktidar, kadir-i mutlak sayılır hale geldi. Sonuncusuna Sharon Stone veya Temel İçgüdü sendromu diyorum. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ardında bir Sharon Stone silueti sezilir oldu.
İmamoğlu dâvâsındaki karar karşısında, ikisi solda (muhalif kesimde), biri sağda (AKP saflarında, iktidar yanlısı medya ve mahallede) olmak üzere, başlıca üç prototipi zuhur etti bu komplo teorilerinin. Siyaset yelpazesinin sol-muhalif kanadında, her şey insanların kimin cumhurbaşkanı adayı olmasını istediği etrafında dönüyor. Ortak varsayımlar: (a) iktidarın mahkemeye doğrudan talimat verdiği ve kararı yakından belirlediği; (b) iktidarın amacının da, muhalefetin doğru adayı çıkarmasını engellemek, yanlış adaya sevketmek, ya da en azından tek aday çıkarmayı güçleştirmek ve Altılı Masayı bu açıdan bölmek olduğu.
Bu çerçevede, esas olarak İmamoğlu yanlıları ile Kılıçdaroğlu yanlıları arasında benim düz ve küçük aklımın eremediği kadar detaylı ve incelikli bir tartışma yaşanıyor. Bir kesim, yaklaşan seçimlerde muhalefetin en iyi adayının İmamoğlu olduğu kanısında. Olabilir; belki ben de öyle düşünüyorumdur. Ama bununla kalmıyorlar. Onlara göre, iktidar da bunu biliyor, son derece farkında. Dolayısıyla bu karar, en çok korkulan adayı siyaseten yasaklı kılmak, adaylığını önlemek amacını taşıyor. Yani siyaset sahnesindeki kısa vâdeli, taktik durum ile mahkemenin kararı arasında bire bir ilişki kuruluyor.
Bunun karşısına, Kılıçdaroğlu yanlıları dikiliyor. Onlara göre, muhalefetin tek adayı ancak Kemal Kılıçdaroğlu olabilir. Kılıçdaroğlu’nun kendi mahallesinde gerçekleştirdiği bütün olumlu zihniyet değişimleriyle birlikte, CHP seçmeninin başkasına oy vermesi çok zor. Üstelik (diyorlar), bu konuda giderek güçlenen bir uzlaşma da doğmuş veya doğmak üzere. Hal böyleyken, şimdi iktidar neden bu kararı aldırtıyor mahkemeye? Besbelli; İmamoğlu’nu ezmek değil tersine parlatmak, mağdur ve mağduriyet üzerinden kahraman yapmak, kendisinin de bastırdığı adaylık hevesini körüklemek ve Kılıçdaroğlu’na alternatif olarak ortaya sürebilmek için. Bu yolla iktidar en azından aday çoğalttırıp Altılı Masayı bölme hesabı içinde. Bu fitneci, entrikacı yaklaşım karşısında sağlam durmak, pişmiş aşa soğuk su kattırmamak lâzım. Şimdi muhalefet Kılıçdaroğlu etrafında daha da kenetlenmek zorunda.
Açık söyleyeyim; ben kimin muhalefet adayı olması gerektiği peşinde değilim. Hiç katılmıyorum bu tartışmalara. Yukarıda işaret ettiğim gibi, İmamoğlu’nu tercih de edebilirim, bu noktadan sonra ancak Kılıçdaroğlu’nun aday olabileceğine ikna da edilebilirim. Ne yapayım; ilgilenmiyorum, ilgilenemiyorum, muhalefet adayını belirleme veya etkileme çabalarıyla.
Ama buradan, bu sübjektif İmamoğlu-Kılıçdaroğlu tercihinden, “bize [bizim adayımıza] karşı yapıldı” ya da “hayır, asıl bize [bizim adayımıza] karşı yapıldı” noktasına sıçramak, bana iyice abes geliyor doğrusu. Abesin abesini de özellikle ikinci varyant, bilhassa “İmamoğlu’nu kasten parlatmak için yaptılar” argümanı oluşturuyor.
Bunun da temelinde, böyle bir adımın ne kadar tepki doğuracağını bilmiyor olamazlar mantığı yatıyor. Mutlaka biliyorlardı ve ince hesaplarını buna göre yaptılar. Kitleyi kışkırtmak ve İmamoğlu’nu öne çıkarmak için, kasten siyasi yasaklı durumuna düşürmek istediler. (Böyle deniyor.) Bundan sonra hesap her aşamada büsbütün incelmeye devam ediyor. Karar TCK’nın hangi maddesine göre alınmıştı? Konu neden Yargıtaya değil de sadece İstinaf mahkemesine götürülebiliyor? Bak gördün mü, neleri neleri planlamışlar, bir an evvel sonuçlandırıp yasaklı durumuna düşürmek için! Derken Yargıtaya da götürülebileceği ortaya çıkıyor ve iddia tersine dönüyor: Bak gördün mü, neleri neleri planlamışlar, hem mahkûmiyet çıkarıp kahraman yapacaklar, hem de süreci uzatıp aday olmasını mümkün kılacaklar ki, önce Altılı Masayı ve sonra muhalefet oylarını bölebilsin. Bunu hemen İstinaf ve Yargıtay ne kadar sürer tartışması izliyor. Normalde temyiz iki yıla kadar uzayabilir de… iktidar bu süreci çok hızlandırır ve beş ayda bitirtebilir mi acaba? İmamoğlucular tabii hızlandıracak ve bitirtecek diyor; Kılıçdaroğlucular hayır, kasten sürüncemede bıraktıracak diyor. Altılı Masaya nifak sokma senaryosu, İYİ Parti lideri Akşener’i de içine alıyor. Çünkü Akşener’in Kılıçdaroğlu’nun adaylığından rahatsız olduğu biliniyor(muş). Buradan bir dizi komplo sorusu daha türüyor. Mahkemenin kararı duyulur duyulmaz Akşener neden hemen koştu da Saraçhane’deki otobüsün üzerinde, İmamoğlu’nun yanında yer aldı? Demokratlığından yana mı? İktidara vurmak için iyi bir fırsat yakaladığından mı? Yok canım. Sırf Kılıçdaroğlu’na karşı İmamoğlu’nu lânse etmek için. Hem görüyor musunuz, nasıl kucaklaştıklarını! Sırf bu bile, bu cezaya ne kadar sevindiklerini gösteriyor. Yani aslında iktidarın tam da onları sevindirmeyi amaçladığını gösteriyor.
Açık söyleyeyim, interneti ve sosyal medyayı kaplayan bu tür akıl yürütmeler, daha doğrusu akılsızlık yürütmeler, tamamen zırva. Hepsi zırva. Hani zırva tevil götürmez denir ya; işte o düzeyde zırva. Doğacak tepkiyi bilmemiş olamazlar varsayımından başlıyor; bildiklerine göre, bütün bunlar hesaplı kitaplı işler doğrultusunda ilerliyor. Oysa daha en başta açıklamaya çalıştığım gibi, hiç öyle bilmemiş olamazlar diye bir şey yok; tersine, tarih ve özellikle bütün Yeniçağ ve Yakınçağ tarihi böyle hatâlarla dolu. Haydi cehalettir diyelim. Ama iş bununla da kalmıyor; hukukî itiraz süreçlerinin takvimini hesaplamaya (çünkü iktidarın bunları da hesaplamış olması gerektiğine) kadar uzanıyor. Evet, tam bir geyik muhabbeti. Ve sonunda bizi marazî bir kumarbazlık âlemine sürüklüyor.
En komiği de belki şu: bütün bu tartışmalar, iktidar kesimi ve mahallesinde neler olup bittiğine hiç bakılmaksızın sürdürülüyor. Oysa biraz dikkat etseler görecekler ki AK Parti aslında çok mutsuz bu gelişmeden. Onlar da hiç beklemedikleri bu karar karşısında şoke oldu. Çünkü ekonomik bunalım ve döviz krizi yüzünden Cumhur İttifakı’nın inişe geçmesi karşısında kötümserleşmişken, son zamanlarda durumun düzeldiği, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a olan desteğin tekrar yükseldiği kanısındaydılar. Tam bu sırada, iktidar açısından çok olumsuz sonuçları olacağı âşikâr bu karar karşısında, şaşkına döndüler. Özellikle bir zamanlar Erdoğan’ın haksız yere yasaklı duruma düşürülmesi ile şimdi İmamoğlu’nun yasaklı duruma düşürülüyor olması arasındaki benzerlik, muhalefetin tasavvurlarının ötesinde, iktidar cephesinde çok, çok büyük rahatsızlık uyandırdı. Nitekim hemen sonrasında üst merciler karara sahip çıkmadı; oysa geçmişte, kendilerini haklı hissettiklerinde hep yapmışlardı bunu, gene son yazımda alıntılarla gösterdiğim gibi. Ama bu sefer tersine, suçu üzerlerinden atabilmek için alelacele yargının bağımsızlığı noktasında bir savunma hattı oluşturmaya koyuldular. Bu, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın son yazımda hicvettiğim demeciyle sınırlı kalmadı; Cumhurbaşkanı Erdoğan’da da yankı buldu. Uçaktaki soruya kısaca “yargı” diye cevap vermesi de, İletişim Başkanlığı’nın basın bülteninde bunun dahi yer almaması da, hep aynı noktaya işaret ediyor. (*) Bu arada iktidar medyası da donup kaldı, bilemedi ne diyeceğini — herhalde İletişim Başkanlığı’ndan bazı sinyaller alıncaya kadar. Fakat ilginçtir ki o sinyaller de savaşçılık ve kutuplaşmacılık yönünde değil, düşük profilli bir uzlaşmacılık yönünde oldu. Her nasılsa, hemen bütün mecralardan, kararın kesin olmadığını, İstinaf ve Yargıtay yollarının açık olduğunu yazmaya başladılar. O kadar ki bu vurgu, üst mahkemelerin kararı bozacağı umudunun, hattâ üst mahkemelere bozma telkininin kıyısında dolaşmaya başladı. En son Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, bütün bu tezlerin hepsine birden yer verdi. (**) Başta sözünü ettiğim (sağa mahsus) üçüncü komplo teorisi de, bunun iktidarın kötülüğünü isteyen, her nasılsa kendilerini gizleyerek mevkilerine tutunabilmiş FETÖ’cü hâkimlerin işi olabileceği spekülasyonları biçiminde, orada burada satha çıkıyor.
İster İmamoğlucular ister Kılıçdaroğlucular, bu ipuçlarına biraz baksalar, satranç büyükustalarının (veya artık süper bilgisayar programlarının) yapabildiği türden, 10-15 hamle sonrasının olabilecek bütün varyantlarının hesaplandığı derin kombinezonların söz konusu olmadığı ve olamayacağını görebilirler pekâlâ. Cüretkâr gelebilecek bir adım daha atayım; iktidar cephesindeki bu telâş, İmamoğlu’na illâ hapis cezası verdirtilmesi ve siyaseten yasaklı durumuna düşürülmesi konusunda doğrudan doğruya hükümetten, yakın vâdede, direkt ve merkezi bir telkin gelmemiş olabileceğini dahi düşündürebilir mi? Hani Kılıçdaroğluculardan olacakları bilmemeleri mümkün değil argümanını duyuyoruz ya; devamında, iktidarın ve medyasının reaksiyonlarına da bakarak, o zaman belki de bu gerçekten bir noktada “mahkemenin kendi işi” diyebilir miyiz acaba?
Yok, o kadar da değil. Benim kanımca bir kısmı belki gerçekten bu kararı beklemiyordu, bir kısmı ise beklemedikleri tepkiler karşısında tavır değiştirmeye ve mazeret bulmaya çabalıyor. (***) Ben, bu örnekte olduğu gibi, alabildiğine adaletsiz kararlar verilmesi için, artık doğrudan merkezî talimat da şart değil (gerekli olmayabilir) diyorum sadece. Daha önce de sözünü ettiğim, katı değil daha yumuşak, dolaysız değil dolaylı bir determinizm örneği. — Öyle bir hukuksuzluk ortamı yaratıldı ki, yarı-bağımsız aktörler de “vaziyetten vazife” çıkarabilir, kendi insiyatiflerince. 2018 İstanbul seçimlerini iki turun ikisinde de kaybedeli beri iktidar ve iktidar medyası ter ter tepindi, İmamoğlu ve İBB üzerinde. Yenilgiyi sindiremediler; büyük bir hınç ve öfke biriktirdiler, İstanbul’da düğümlenen. İşte belki burada durup gerisini düşünmediler, biz demokrasi kültürünü böyle tahrip edersek bunun sonu nereye varır diye. Buna, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aşağıda ilk dipnotta aktardığım sözleri de dahil, başka yüklenmeleri de. Sonunda karşımıza, bu habis nefret atmosferi içinde, aşırı-merkeziyetçi bir başkanlık sisteminin ürettiği yaranma ilişkileri ve davranışları çerçevesinde, genel bir ezicilik ve kahrediciliği yansıtan, ama belki taktik planda özel olarak kastedilmemiş, niyetlenilmemiş; sonuçları hesaplanmamış olabilecek bir mahkeme kararı çıkıyor. Hiç öyle İmamoğlu’nu öne çıkarmak veya Kılıçdaroğlu’nun işini zorlaştırmak gibi tasavvurları değil; sadece, varsa bir tasavvur, sadece intikam ve cezalandırma arzusunu yansıtıyor.
Bilimde en basit, en asgari açıklama tarzı, çok daha ileri ve karmaşık varsayımlara ihtiyaç gösteren teori ve teoremlere daima tercih edilir. Son bir sözüm var. İster genel olarak emperyalizmi, ister Britanya İmparatorluğu’nu, ister Amerika’yı ve CIA’yi, ister “üst aklı”, ister iktidarı devleştirmek, böyle heyûlalar yaratmak, her şeyi bilir-görür-düşünür-yapar sanmak, kendini ruhen âcizleştirmek ve çaresizleştirmekten başka bir işe yaramıyor.
—————————————-
NOTLAR
(*) Şimdi üzerine, 16 Aralık açıklaması geldi: “Konu bir şahsın hâkimlere hakaret ettiği iddiasıyla aldığı mahkûmiyet kararından ibaret.” Hepsi aynı minvalde. Fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan açısından bunun bir zigzag ve kısmî geri çekilme anlamına geldiği apaçık ortada. Zira Yıldıray Oğur’un (Serbestiyet’te de yayınlanan) dünkü Karar yazısında gösterdiği gibi, Erdoğan çok önceden aradaki olası benzeşmeyi silip İmamoğlu’nun ilk fırsatta mahkûm edilmesinin (haklı görülmesinin) zeminini oluşturmaya çalışmış aslında. Şöyle demiş, 2018 öncesindeki bir konuşmasında: “Ben belediye başkanı iken okuduğum bir şiir nedeniyle mahkûm oldum. Bu mahkûmiyet nedeniyle belediye başkanlığımı elimden aldılar. Bu [İmamoğlu] daha belediye başkanı olmadan devletin valisine küfrediyor. Yasalarımızda küfürlerin karşılığı şu kadar yıldan şu kadar yıla bellidir. Benim belediye başkanlığım nasıl düştüyse onunki de düşer. Ben yaşadım çünkü.” (Bkz Yıldıray Oğur, 16 Aralık 2022: Occam’ın usturası: İmamoğlu’na neden siyasî yasak getirildi?) Ama işte örneğin burada, (mahkemelere telkin sorunu bir yana) Erdoğan’ın kendi yaşadığına rağmen olası tepkileri öngöremediği apaçık ortaya çıkıyor. Şimdi neden farklı konuştuğu da öngöremediği tepkiler çerçevesinde apaçık görülüyor.
(**) Bunun istisnası, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un, dün (16 Aralık’ta) Serbestiyet’te haberleştirilen demeci. Uçum karar ve viraj sonrası çizgiyi değil, karar ve viraj öncesi çizgiyi izlemeyi sürdürdüğünden olacak; iki mahkûmiyet ve iki yasak (veya olası yasak) arasında her nasılsa hiçbir benzerlik göremiyor. “Cumhurbaşkanı Erdoğan suç işlediği için değil şiir okuduğu için yani ifade özgürlüğünü kullandığı için ceza almıştı” gibi tuhaf bir cümle de kuruyor. Erdoğan gibi İmamoğlu’nun da ifade özgürlüğünü kullandığı, dolayısıyla ikisinin de suç olmaması gerektiği fikrinin yanına yaklaşamıyor. Hattâ bir adım daha atıyor. Lâfı Yargıtaya getirirken, bunu iktidar medyasının (ve hattâ Erdoğan’ın) imâlarının zıddına, “Yerel mahkemenin kararı yürürlükteki hukuka uygunluğu açısından bakıldığında muhtemelen onaylanır” noktasına bağlıyor. Böylece üst mahkemelere, defansif değil ofansif bir sinyal veriyor.
(***) Bu “beklemedikleri tepkiler” karşısında tavır değiştirme meselesi, ilginçtir, muhalefeti ve özellikle Kılıçdaroğlu’nu da içine alıyor. Karar günü Berlin’e gitmesi tartışmalarını kastediyorum. Alper Gömüş’ün bu konuya ilişkin, gene 16 Aralık tarihli Analiz yazısına katılamıyorum, bu bağlamda. Alper Görmüş, kimse uyardı mı ki diye soruyor ve şöyle devam ediyor: “Bu sorunun cevabı belli: Kılıçdaroğlu’nun danışmanları da dahil, hiçbirimiz. Neden? Çünkü siyasi yasak kararının bu kadar büyük bir infiale yol açacağı, Kılıçdaroğlu’nun danışmanları dahil hiç kimsenin aklına gelmemişti.” Hayır. Yanlış. Fazla kestirme. Bunun öncesinde olması gereken bir soru veya cevap var. Doğrusu veya tamamı şöyle olmalı: Çünkü bir, böyle bir ceza çıkacağı hiç kimsenin aklına gelmemişti. İki, çıkarsa böyle bir infiale yol açacağı kimsenin aklına gelmemişti. İlkini Kılıçdaroğlu ve danışmanları da söylüyor zaten. Alper Görmüş bence fazla hafife almış bu açıklamayı. Kendimden biliyorum; ben de öyle zannediyordum.Dolayısıyla onları anlayabiliyor ve doğru söylediklerini sanıyorum. Ama neresinden bakarsanız bakın, her yer beklenmediklikler ve öngörülmemişliklerle dolup taşıyor.
Yazarlar
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplumun İnşası İçin Meclis Adım Atmalı: Yasa Çıkarmalı, Komisyon Öcalan’ı Dinle 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKParti kapatma! Kayyum veya emanetçi ata yeter… 4.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANBilge ve bilgin Mete Tunçay 19.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024