Nabi YAĞCI-Taraf Yazıları

Nabi YAĞCI-Taraf Yazıları
Nabi YAĞCI-Taraf Yazıları
Tüm Yazıları
Uzaklaştığımız bir duygu
2.01.2012
3275

 Yeni yıldaki ilk yazım bu. İyi giremediğimiz çok açık ama “dilersen iyi olur” gibi çaresizliğin umudu bir duyguyla her şeye rağmen iyi yıllar dilerim.

Benim için umut kırıcı olan, Uludere katliamının derin acısı karşısında insanî duyarlılık refleksinin bu denli düşük olması oldu. Gerekçe üretmeye çalışan iktidar yanlısı ve merkez medyanın, büyük tv kanallarının hali utanç vericiydi. İktidardan açık açık bir hesap bile soramıyorsanız niye varsınız ki? Tek parti basını sanki...

Bir de bölücülükten söz ediliyor, acısını bile göstermelik paylaştığınız, hatta paylaşmadığınız yerde duygusal bölünme zaten gerçekleşmiş demektir. Önce Türkler olarak sorulmalı: Kürtlerle “ortak bir yaşam”ı hakikaten istiyor muyuz? Acıda bile ortak olamayan bir yaşam nasıl ortak yaşam olur?

Tanıtmaya çalıştığım Osmanlı’da Sosyalizm ve Milliyetçilik kitabı içinde yer alan araştırmalar olağanüstü etnik farklılıklara rağmen ortak bir yaşamın mümkün olabildiğini göstermesi bakımından da önemli. Gitgide uzaklaştığımız duygu da bu. Aynı zamanda ulus-devlete geçilmesiyle birlikte yaşanan acıları anlayabilmek için de dersimizin başlangıcı. Bana konusu itibariyle ilginç gelen bir makaleye daha değinip kitap tanıtımımı bitireceğim.

 


‘Yahudi, Sosyalist ve Osmanlı Bir Örgüt: Selânik İşçi Federasyonu’, Paul Dumont

Prof. Dumont şöyle diyor: “Yahudi olmak, o kadar kötü değildi. 1900’lerin başlarında, etnik ve dinsel grupların birarada yaşama geleneklerinin varolduğu Osmanlı İmparatorluğu, Yahudiliği kötü karşılamıyordu. Fakat hem Yahudi hem Osmanlı olmak bir yandan da sosyalistlik iddia etmek, başka şeydi. 20. yüzyılın başında, Osmanlı İmparatorluğu’nun Yahudileri kendi görüşlerini kamuoyuna açıklamak için ortaya çıkmaya pek heves etmezlerdi (...) Öteki Osmanlı topluluklarının tersine, Yahudiler kurulu düzene karşı çıkmazlardı, çünkü kendilerinin fazlasıyla ‘savunmasız’, fazlasıyla ‘azınlık’ olduğunu bilirlerdi.”

“Bu koşullar altında, Selânik İşçi Federasyonu çok ilginç bir olgudur. Örgüt militanlarının çoğu Yahudi’ydi. Osmanlı İmparatorluğu’nun savunulması en gözde konularından biriydi. Ama aynı zamanda, kendi sosyalist ilkeleri adına, durmadan Jön Türklerin ‘burjuva’ iktidarlarıyla mücadele ediyorlardı.”

1800’lü yılların ikinci yarısında Selânik çok ilginç bir kent. Etnik, ideolojik, sosyal ve kültürel bakımdan bir farklılıklar cenneti. Bu kent Bosna üzerinden Avrupa’ya bağlanan demiryollarının merkezinde bulunuyor. Selânik Limanı Osmanlı İmparatorluğu’nun dış ticaretinin yedide birine yakınını yapıyor. Endüstri üretimi dikkate değer ölçeklerde. Tütün işleme atölyeleri ve fabrikaları, iplik fabrikası, halı ve kundura fabrikaları vs. Bu endüstrilerde yirmi bine yakın işçi çalışmaktaydı. Ulaştırma sektöründe ise beş bin kadar işçi çalışıyordu. Şehir nüfusunun yarıya yakınını Yahudiler oluştururken çok sayıda Rum, Bulgar, Türk, Sırp, Arnavut vardı. Bu etnik çoğulculuk temelde oldukça yoğun sayılabilecek bir endüstrileşmeyle birleşince ortaya başka yerlerde örneği pek olmayan bir değişim dinamiği çıkarmış.

Yalnız bu kadar da değil. Yine Dumont’un verilerine göre olağanüstü bir düşüncel canlılık, entelektüel faaliyet bu temel yapı üstünde yükseliyor. Yahudilerin dokuz bin öğrencinin temel eğitim aldığı elli civarında okulu, Müslüman cemaatinin 32 ilkokulu ve pek çok ortaokulu, Rumların, Bulgarların, Romenlerin çok sayıda okulları, Fransız misyonunun lisesi, bir kız ortaokulu, bir ticaret okulu var. Bu kentte bir de Hukuk Mektebi bulunuyordu. Yine bitmiyor, doğal ki basın faaliyetleri de çok renkli ve yoğun. Hemen her etnik grubun gazetesi olduğu gibi örneğin Türkçe adı Amele Gazetesi olan bir gazete tam dört ayrı dilde basılıyor. Ayrıca sosyalist kuram üzerine çok sayıda yayın var. Yanı sıra tiyatro, sinema ve diğer kültürel faaliyetler...

Selânik İşçi Federasyonu (SİF) işte bu koşullar altında kuruluyor. Bu kuruluşun federe niteliği yalnızca farklı örgütlerin biraraya gelmesinden dolayı değil esas olarak örgütte Yahudiler ağırlıkta olsalar da Rumların, Bulgarların, Türklerin de bulunmasıydı. Bu örgüt yalnız işçi hakları için mücadele etmiyor, o tarihte sosyalizmin pek çok teorik sorunlarını tartışıyorlar. Fakat “ilgilerinin ağırlık noktası ulusal sorun. ‘İşçilerin bilincini engelleyen etnik ve dinsel ayrılıkların nasıl üstesinden gelinebilir?’ Balkan fırtınasının tam ortasındaki Selânik için en önemli konu buydu” diyor Prof. Dumont. O tarihte bu kent grevlerle çalkalanıyordu. Zaten SİF’in kuruluşu da liman işçilerinin etkili grevleri üstüne gelmiş. Sonrasında da SİF bir dizi grevin protesto eyleminin örgütlenmesinde rol oynuyor.

Bu bahar havası çok da uzun sürmüyor, 1909’da İttihat Terakki’nin çıkardığı ağır baskı yasaları ve sansür geliyor. Bu baskılara Federasyon çok başarılı grevler ve bir genel grevle yanıt veriyor ve artık İttihat Terakki’yi desteklemeyi de terk ediyor. Her şeye rağmen Federasyon 1913’e kadar etkinliğini sürdürebiliyor.

Bu bir kitap tanıtımı, kıssadan hissenin fazlasını kitabı okuyan okurlarım çıkarabilir.


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar