Oya BAYDAR
Başlıktaki deyimi bugünlerde çeşitli vesilelerle pek sık hatırlıyorum. 16 Temmuz sonrası sürüp giden davalarda savcıların istedikleri, yargıçların verdikleri cezaları duyup okudukça; Kürt sorununa tek çözüm ve zafer olarak yansıtılan “ölü ele geçirilenler” sayılarına baktıkça; OHAL döneminde işlerinden atılanların, hapishanelere tıkılanların, iddianame bile hazırlanmadan bir yılı aşkın süredir içerde yatırılanların, tutuklu gazeteci, siyasetçi, yerel yöneticilerin sayısını ve istenen cezaları hesapladıkça, “Beyler! Sayı saymayı mı bilmiyorsunuz, aklınızı, vicdanınızı, izanınızı peynir ekmekle mi yediniz?” demekten kendimi alamıyorum.
Son örnek -ki tek örnek asla değil- Nazlı Ilıcak, Ahmet Altan, Mehmet Altan için istenen ağırlaştırılmış müebbed, yani (idam kaldırıldığı için) ömür boyu ağır hapis cezası… HDP’li siyasetçiler: Parti eş başkanları Demirtaş ve Yüksekdağ için, HDP milletvekilleri için istenen 250 -300 yılı, Berberoğlu’na verilen 25 yılı, gazeteciler için istenen / verilen onlarca yılı, yüzlercesi, binlercesi arasından birkaç örnek olarak hatırlayalım. Buna bir de bu insanların -bırakın yargılanmayı, tutuklanmayı- bir tek gün gözaltına alınmalarının bile demokratik bir düzende mümkün olamayacağı gerçeğini ekleyelim; durumun vahametini bir ölçüde kavrayabiliriz belki.
Bu savcılar, yargıçlar kim, merak ediyorum
Onları savlarıyla kararlarıyla mahkemelerde izliyoruz. Bunların aktif görevde olmayan, aşağı yukarı aynı kuşaklardan meslektaşlarını da, akla ziyan yargı kararlarını, mahkûmiyetleri cansiperane savunurken televizyon ekranlarında görüyoruz. Ömrüne üç buçuk darbe/müdahale sığdırmış, çok defa yargılanmış, asker-sivil çok sayıda yargıç, savcı tanımış biri olarak gerçekten merak ediyorum: Bu cehalet ancak böyle tahsil ile; böylesine taraflılık, bağımlılık da ancak vicdansızlık ile mümkündür, diyorum kendi kendime.
FETÖ yargısının yarattığı hukuk aşınmasını izledik, o davalarda hiç değilse sahte delil üretme zahmetine(!) katlanıyorlardı, şimdi buna bile gerek görülmüyor. Herkes bilir; savcı sanığın suçunu ispatla yükümlüdür. Şimdilerde ne delil, ne ispat, sadece bir çıkarım, bir kuşku, bir kanaat ile (kimin kanaati, muktedirin mi yargıcın mı? Bu da ayrı bir soru) tutuklanıyor, içerde aylarca kalıyor, yargılanıyor ve de mahkûm ediliyorsunuz.
Ve işte o zaman şu soru gündeme geliyor: Hukuk fakültelerinde okumuş, yasaları-mevzuatı öğrenmiş, sınavlardan geçip savcı-yargıç olmuş, asgarî sağduyu ve bir nebze vicdan sahibi hiç kimse, her gün bir yenisine şahit olduğumuz ispatsız, haksız, oransız ceza istemi veya kararlara imza atamaz. O halde yargı erkine kimler hükmediyor ve bu hükmedenler adına karar verenlerin eksiği/ eksikleri nedir?
Hukuk fakültelerinin yetersizliği mi? Bir ölçüde evet, çünkü onları yetiştiren tümüyle siyasallaşmış ve iktidarlaşmış anlı şanlı profesörleri, derin hocaları da görüyoruz, dinliyoruz. Ama yargının sıfırlandığı ve bütün inandırıcılığını yitirdiği bu perişan durum sadece cehaletle, yetersiz hukuk eğitimiyle açıklanabilir gibi değil.
Eskiden devleti gözetenler şimdi muktediri gözetiyor
Türkiye’de yargı her zaman sorunluydu. On yıl kadar önce uygulanan bir anket çalışmasında “Kararlarınızda bireyin / yurttaşın çıkarını mı devletin çıkarını mı gözetirsiniz” mealindeki bir soruya yargı mensuplarının ezici çoğunluğunun devletin çıkarını gözettiği cevabını verdiğini hatırlayalım.
Ancak bugün yargı, bütün katları ve kademeleriyle gözlerini devlete bile değil siyasal iktidara ve onun başındaki kişiye çevirmiş durumda. Sıkça dile getirilen yargının iflası ve keyfilik bundan kaynaklanıyor. Belirleyici olan yasa metinleri, teamüller, yargıcın hukuka dayalı vicdanî-ahlâki kararı değil muktedirin öznel ve keyfî istemi artık. Erkin fiilen tek elde toplandığı olağandışı bir düzende başka türlü olması da imkânsız düzeyinde, zor.
Neden mi zor? Çünkü yargı mensupları hoşa gitmeyecek kararlar verirlerse başlarına geleceklerden korkuyorlar. Bu boş bir korku da değil. Hukuka, vicdana uygun ama iktidar zihniyetine aykırı karar veren mahkemelerin, yargıçların değiştirildiğine, FETÖ veya benzeri suçlamalarla görevden alınıp kovuşturmaya uğratıldıklarına şahit oluyoruz. Hele de meslek yaşamına şu son on yılda girmiş genç yargıçlar, savcılar, aldıkları çok yetersiz eğitim kadar, dönemin zehirli iklimini solumak ve bu iklime uyum göstermekle de maluller. Geleceklerini düşünerek, kendilerini koruma adına vicdanlarını ve hukuku feda edebiliyorlar. İlkelerde direnç ve ahlâki tutarlılık herkesten beklenemez. Hele de böylesine kötücülleşmiş, vicdansızlaşmış, ahlâk normlarını yitirmiş; kişinin bekasını iktidara yaranmakta, muktedirin eteğine yapışmakta gördüğü hastalıklı bir toplumda…
Hak ve özgürlüklerde hiç olmadığımız kadar rahatmışız
AKP lideri Erdoğan, insan hakları haftası münasebetiyle salona hınca hınç doldurulmuş partili amigolara yaptığı konuşmada aynen şunları söyledi: “ Türkiye bugün hak ve özgürlüklerde hiç olmadığı kadar rahat.”
Hapishanelerinde yer kalmadığından yüzlerce yeni cezaevinin yapımının gündemde olduğu, suçsuz insanların onlarca, yüzlerce yıl hapis istemiyle veya kararıyla içerlerde yattığı, onbinlerce insanın bir yalan ihbar, bir şüphe, bir imza yüzünden mesleklerinden atıldıkları, işsizliğe, açlığa mahkûm edildiği, bizzat Erdoğan’ın mahkemelerden önce hüküm kestiği, her satırımızı yazarken bugün beni de alırlar mı içeri diye düşündüğümüz, OHAL bahanesiyle bütün hak ve özgürlüklere kısıtlama, yasak, ceza getirildiği bir ülkede söylendi bu sözler. Artık Erdoğan’ın sözlerine şaşırmıyorum ama acaba aynı ülkede, aynı yerde mi yaşıyoruz, yoksa paralel dünyalarda mıyız, diye sürekli soruyorum kendime.
İşte o zaman başa dönüyorum: Yargıçlar, savcılar ve de muktedirler! Bir insanın ömründen, değil sonsuzluğa kadar (müebbed) birkaç dakika bile çalmanın bedelinin ne olduğunu, bir insanı işsiz, mesleksiz, aç bırakmanın ne olduğunu, bir insanı neden suçlandığını bile bilmeden aylarca, yıllarca zindanda tutmanın ne olduğunu; ve de hak ve özgürlüklerin ne olduğunu ya bilmiyorsunuz, ya da acısını hiç çekmemiş, bedelini hiç ödememiş, hiç dayak yememişsiniz. İktidarın başı ve sizler bu dönemde hiç olmadığınız kadar rahatsınız belki ama bizler; bu ülkenin hak, adalet, özgürlük talep eden suçsuz günahsız insanları rahat değiliz.
Korku, kula biat, muktedire teslimiyet ahlâkı da vicdanı da karartır, yok eder. Ve eninde sonunda iktidarlar, muktedirler değişir, sizler de ahlâkınızdan, vicdanınızdan, kişiliğinizden olduğunuzla kalırsınız.
(X) Aman ha… Deyimdir, mecazi anlamda söylenmiştir. Hak, adalet ve özgürlüklerin şu en rahat (!) döneminde bundan da nem kapıp başıma iş açmaya kalkışmayın.
Yazarlar
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUAnayasa engeli olduğu halde yeniden seçilmek isteyen başkan ne yapar? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTefessüh… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkanİktidar ülkeyi yönetebiliyor mu ki? Tek kişi ne kadar yönetebilirse o kadar işte… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBüyük Aldatmaca: Popülizmin (Halkçılığın) Yolsuzluk Ve Eşitsizlik Konusundaki Yalanları 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçay2025’in kalanı nasıl geçecek? 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESiyasî kimlikler panayırı kapandı 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKİktidarın soğuk matematiği 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
24.05.2024
14.05.2024
3.05.2024
3.05.2024
22.04.2024
16.04.2024
3.04.2024
29.03.2024
22.03.2024
7.03.2024