Sezin ÖNEY
Orhan Pamuk, yeni açılan roman/müze, “romantik müze”, Masumiyet Müzesi’ni şöyle anlatmış: “[Ziyaretçiler] bütün bu eşyalarla o günkü İstanbul hayatını görecekler... Kemal de bu müzeden çok hoşnut kalırdı.”
Pamuk’un müzenin açılışı vesilesiyle yazdığı manifestoda da, şu öneriler yer alıyor:
“Bir topluluğun (...) tarihini anlatmaya çalışan müzelerden bıktık, yorulduk. Tek tek bireylerin, sıradan hikâyelerinin bütün büyük toplulukların tarihinden daha zengin, daha insani ve çok daha mutluluk verici olacağını hepimiz biliyoruz...
Zor olan, bu ülkelerde günümüzde yaşayan tek tek insanların hikâyesini aynı zenginlik, derinlik ve güç ile müzelerde anlatabilmek. Bana göre müzeler, bir devleti, milleti, şirketi, belirli bir tarihi vs. iyi temsil edip edememeleriyle değil, tek tek bireylerin insanlığını ortaya çıkarıp çıkaramamalarıyla ölçülmeli.
Müzeler daha küçük, daha bireysel ve daha ucuz olmalı. Ancak böyle, tek tek insanların hikâyelerini ifade edebilirler. Büyük kapılı büyük müzelerde, insanlığımızı unutup devleti ve kalabalıkları hatırlamaya çağrılıyoruz. Bu yüzden Batı âlemi dışında milyonlarca insan müzelere gitmekten korkuyor.
Büyük anıtsal, sembolik müzelere giden para ve kaynaklar, tek tek insanların hikâyelerini anlatan küçük müzelere gitmeli. Bu kaynaklar, insanları kendi küçük evlerini ve hikâyelerini ‘müzeleştirmeye’ teşvik edip onlara destek olmalı.”
Batı âlemi dışında insanların müzeye gitmekten korktuğu oryantalizminin ve Kemal’in hayalden (neredeyse) gerçeğe geçişindeki tuhaf dönüşümün tarihe ve müzelere uzanan macerasının kışkırttığı yolun çekici çağrısına kulak asmayıp, Pamuk’un yazdıklarını, onun düşüncelerini eleştirmek amacıyla yorumlamayacağım. Sadece, “gerçek” ve “fanteziyi” karıştırmaya yönelik, Türkiye’de özellikle yaygın eğilimi düşününce, Kemal’in “gerçekleşmesi”, müzeleşmeyen binlerce tarihî “gerçeklik” arasında sıyrılıp da, birden nefes alıp veren bir “faniye” dönüşmesi, çok da komik aslında deyip geçeceğim.
Derdim, Pamuk’un müze manifestosunun bana çağrıştırdıklarını, “Masumiyet Müzesi” ve manifestosundan bağımsız tartışmak.
“Bireylerin üzerinden tarihi okumak”, Türkiye’de, “sözlü tarih” kavramının yaygınlaşması ve birden “yaşayan tarih kaynaklarının” aramızdaki varlığının farkına varılmasıyla üzerine çokça konuşulur oldu. Dünyada ise, özellikle 2. Dünya Savaşı ve bu savaşı sağ salim atlatabilenlerin tanıklıkları üzerinden, zaten “şahitlik” ve “tarih” kavramları üzerine bayağı bir kafa yoruluyordu. Türkiye’de tarih yakın zamana kadar, “sıkıcı” nitelemesiyle anılan ve eskinin atılıp satıldığı, “yeninin” hep daha fazla arzulandığı bir toplumsal değerler sıralamasında, pek de talibi olmayan bir alandı.
Filozof Giorgio Agamben, Auschwitz’den Kalanlar: Tanık ve Arşiv kitabında, “tanıklık” kelimesinin kökenine iniyor; şahit veya tanık, Yunancada, martis, yani “şehit” demek. Çok da ironik bir şekilde, “şehitlik” kavramı, önce dinî sonra da milli anlamını almadan önce “hatırlamak” fiilinin kökünden kaynağını alıyor. Yani, “başına gelen”, olaya şahit olan, dolayısıyla hatırlayan kişi, şehit. Aslında da, olayın gerçek tanığı yaşananları anlatamadığı için, hayatta kalanın kendi kişisel süzgecinden geçirip yansıttıkları ve kendince hatırladıkları üzerinden tarihi, “yaşamışçasına” ne kadar anlayabiliriz?
Müzeler de, vites küçültse ve devletin azametinden uzaklaşıp ufalıp, kişiselleşseler bile, aslında hep “güzelleme” ve “kötüleme” mekânları olarak kalmaya mahkûmlar.
Mahrem olan, gözden uzak kalan veya gösterilmek istenmeyen “gerçekler”, müzelerin, yani geçmişi topluluklara sergilemeyi hedef alan mekânların kapsama alanından uzak kalmak durumunda.
Geçmiş defterlerin yeni yeni açılmaya başlandığı günümüzde de, müzeler hatırlasın, mahkemeler yargılasın ve geçmişle hesaplaşalım gibi geçmişi geçiştiren bir yaklaşım var Türkiye’de. Elbette, geçmişi yansıtmaya çalışan müzeler olması ve geçmişte işlenen suçların yargılanması çok da önemli. Fakat, iş orada bitmiyor, geçmişle hesaplaşmaksa sözkonusu olan, ancak o noktada daha yeni başlıyor.
Tek başına müzelerin, geçmişte yaşananları “son söz” olarak, hatta “olduğu gibi” aktarmak veya bugünün “adaletini” sağlamak gibi bir gücü yok. Müze, ister bireysel yani daha “masum” olduğunu varsaydığımız biçimde oluşturulsun, ister “eski usul”, devlet elinin tarihi “şekillendirme”, olmadığı biçimde aktarma kaygısını yansıtsın, geçmişin sadece bir yorumu. Tarih okumaları, yazımı ve yansıtmalarında, “inkâr” tuzağına asla düşmeden, yorumların, şahitliklerin çokluğunun farkında olmak da gerek.
Aynı şekilde, yargının, mahkemelerin verdiği hükümlerin de, aslında “adalet” ile bir alakası olmayabileceğinin de...
Hukukun dayandığı kurallardan biri, nullum crimen sine lege, nulla poena sine lege; yani, “Kanun yoksa, suç veya ceza da yoktur”. Vicdanen veya ahlaken suç olarak kabul ettiğimiz bir şey, hukukta illa ki “suç” olarak kabul edilmiyor. Her ceza da, “adalet” addettiğimiz şeyin yerine geldiğinin garantisi olamaz. Bu, hukuka inançsızlığı destekleyen bir tez değil, tersine, “adalet” kavramının, geçmişle yüzleşmenin karmaşık doğasının bir işareti sadece.
Geçmişle hesaplaşabilmek, ne müzelerin, ne de hukukun altından kalkabileceği bir şeydir. Onları da kullanan bir zihin dünyası gerektirir.
Gene bambaşka bir dala atlayıp, Masumiyet Müzesi’nin bir roman ve dönüştüğü haliyle, müze olarak şanına yaraşır biçimde, yine Agamben’den bir alıntıyla kapatalım bu yazının perdesini: “Aşk, âşık olunanın özelliklerine yönelik değildir hiçbir zaman. Âşık olan, aşkını, olduğu gibi, olduğu haliyle, tüm özellikleriyle ister.”
Yazarlar
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel’e saldırı aydınlatıldı mı şimdi? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolDış politikada rasyonel zemin 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURKomisyon Suriye’yi, Suriye İsrail’i, İsrail Trump’ı…. 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYATürkiye’nin Demokratikleşmesi ve Kürt Sorununun Çözümü: Ciddiyetin Tarihsel Zorunluluğu... 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEYargı CHP’ye çalışıyor 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluHerkes sözünden sorumludur; 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilFanatizm ve inancın siyasallaşması 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanBüyük Türkiye hayali böyle bir hayal miydi? 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
25.04.2025
3.02.2025
29.01.2025
17.01.2025
7.11.2024
6.11.2024
24.10.2024
27.06.2024
7.06.2024
26.05.2024