Bayram ZİLAN

90'larda kulağının üzerine yatmış 1128 akademisyenin hazin sonu
16.01.2016
2641

 Cumhuriyetin “mühendis ideologları” masa başında cetvelle “Türkiye Cumhuriyeti’nin makul vatandaşları portresi”ni çizince, doğal olarak bu coğrafyada yaşayan milyonca farklılık bu portrenin dışında kaldı. Bu, aynı zamanda toplumun kendisiyle ve geçmişiyle ilk kopuşuydu. Makul vatandaş portresinin içerisinde kalanlarsa “elit bir azınlık” oldu.

Artık, özgürlüklerin taksimi masa başında belirlenen portreye göre yapılıyordu. Bir tür “sömürge özgürlük”, “bana benzersen özgür olabilirsin” anlayışı. Ali Şeriati, kapitalizm eleştirisi yaparken “insanoğlu özgürlük isteyip aramada kapitalizmin esiri oldu” der. Türkiye’de de durum farklı olmadı. Farklılıklar, özgürlük arayışını Kemalist-elitist azınlığın çarkında bir dişli olarak yaptı. Ne var ki, bu çarkın içinden özgürlük çıkartmak mümkün olmadı. Aksine ittihatçılar, çarkın içine giren farklılıkları öğüttü ve kendine benzetti. Bu, bir dönem öylesine abartıldı ki, cumhuriyet, kendi çocuklarını bile yemeye başladı.

Öte yandan Cumhuriyetin hâkim kodları olan “sekülerizm ve Türkçülüğe” karşı düzenin çarkına girmeden direnmeye başlayanlar oldu. İsyanlar, başkaldırılar ardı ardına geldi. Fakat bunların hepsi bastırıldı. Hatta Kemalist hegemonya, her isyan ve başkaldırı sonrası kendisini daha da pekiştirip resmileştirdi. Nitekim Cumhuriyet tarihi boyunca vuku bulan darbelerin tamamı resmi ideolojinin kendisini “tazeleme ve formatlama dönemleri” olarak kayıtlara geçti.

Direnenlerin yanında, “Batı görünümlü Doğulular” da türedi. Malcolm X’in ergenlik dönemi sendromunda yaptığı gibi “yüzüne pudra sürerek beyazlaşacağını zannedenler” oldu. Bedenleri Doğu’dayken ruhunu Batı’ya satanlar oldu. Kadim kültürlerini, örf ve adetlerini bir kenara bırakarak, Beethoven’ın 9.senfonisini dinleyip Batılı taklidi yapanlar, modernleşmeyi “boğaz manzaralı yalılarda yapılan balolara papyon takarak gitmek ve kadeh tokuşturmak” zannedenler sahneye çıkmaya başladı.

Akademi dünyasının ya da aydınların kibri” dediğimiz aşkın bakış da tam bu noktada devreye girdi. “biz ve onlar” anlayışı üzerine inşa edilen bir sınıfsal kibir. “Tu kakalar”, yalın ayaklılar, göbeğini kaşıyan, makarna yiyen, boyu kısa kalan insan(cık)lar. Kendi başına bırakıldığında daima yanlış yapan, kendi kendini idare edemeyen, yönetemeyen cahil insanlar. Seçme hakkı verildiğinde yanlışı seçenler. Klasik müzik keyfinden yoksun kalmış, arabeks kuşağı Ortadoğulular…

Egemenlik mücadelesi, Erdoğan nefretive akademisyenlerin/aydınların kültürel iktidarı tam da bu noktaya denk düşer.

Gördükleriniz; 1128 akademisyenin “vicdan, adalet ve erdemi” masaya koyup gerçekten devletin kanunsuz ve hukuksuz muamelelerini ifşa etmek ve güvenlik güçlerini hukuki sınırlar içerisine çekme mücadelesi değil.

Gördükleriniz, “Dr/Doç/Prof” gibi ünvanlar almış, öğrenci yetiştiren, bilim üreten ve kendisini “akademisyen” olarak sıfatlandıran 1128 kişinin iktidarı tek taraflı mahkûm ederek “siyasi bir birdiri”yle nefreti dışa vurma mücadelesidir.

Gördükleriniz, kendisini bu coğrafyaya ait hissetmeyen, bu toprakların insanlarına yabancı, Ortadoğu’nun kadim kültür ve medeniyetiyle kavgalı bir zihniyetin 100 yıl önce kısa yoldan elde ettiği ayrıcalıklarını kaybetmeme, halka kaptırmama mücadelesidir.

Bu egemenlik mücadelesi ve nefret, bazen sigaya çekme bildirilerine “imzacı olmak”la, bazen Gezi kalkışmasında “ağaçsever olmak”la, bazen 17-25 gibi darbe girişimlerine “vagon olmak”la, bazen de Moskova’da Kremlin Sarayı önüne “paspas olmak”la ete kemiğe bürünüyor.

Oysa mezkûr zümrenin Kürtlerin acılarıyla, Kürt gençlerinin yaşam hakkıyla hiçbir ilgisi/ilişiği yok. Bugüne kadar olmadı, bugünden sonra da olmayacak.

Bunlar, 80’lerde, 90’larda, Kürtler acı çekerken, işkenceden geçirilirken, katledilirken, köyleri yakılırken sus pus olmuş, hatta failleri desteklemiş insanlar.

Bunlar 90'larda Kürtler inim inim inlerken, asit kuyularına atılırken, JİTEMciler tarafından infaz edilirken kulaklarının üstüne yatmış insanlar.

Bunlar, Başörtülüleri üniversitelerinden yaka paça atmaktan keyif almış insanlar.

Bunlar, Cumhuriyet çocukları.

Bunlar, aristokrat torunları.

Bunlar, mavi kanlı insanlar.

Bunlar, balans ayarı çeken tankları ve bol yıldızlı paşaları hazırolda selamlamış insanlar.

Eğer iktidarda Ak Parti değil de CHP olsaydı, Doğu ve Güneydoğu’da yaşananların aynısı yaşansaydı, bugün “barış bildirisi”nin altına imza atanlar, “iktidara destek bildirisi” imzalayacaklardı.

Dolaysıyla bugün bize “barış bildirisi” diye yutturulan, aslında makarna yemekten boyu kısa kalmış mazlumlar ile Kürtçe klip yapmak isteyenlere çatal-bıçak fırlatarak linç eden, kendilerini akademinin, sanatın, sinemanın, şiirin, edebiyatın ve aydının standartlarını belirleyen otorite sanan, modern olmanın bilirkişisi sanan, Çankaya, Cihangir ve Bebek çevresinde izole hayat yaşayan elitlerin egemenlik mücadelesinin bir ürünüdür.

İşte Erdoğan, tam da bu mücadelenin ana karakteridir.

Nefretin görünür öznesi Erdoğan’dır. Ancak, Erdoğan’ın şahsında tecessüm eden nefretin asıl kaynağı “bu toprakların insanları, bu toprakların kültürü, medeniyeti ve dini”dir.

Erdoğan’a duyulan öfke, aslında Erdoğan’ın temsil ettiği “tarihsel mirasa” duyulmaktadır. Bu yüzdendir ki, Erdoğan’a yapılan bütün müdahaleleri halk kendi üzerine almaktadır.

Peki, “akademisyenlerin bu kibri ve Erdoğan obsesyonu” nereden kaynaklanmaktadır?

Çünkü Erdoğan, “makul vatandaş portresi”ni tahinin çöp sepetine atmıştır. Cumhuriyetin hâkim kodu olan “Türkçülüğü” ayaklarının altına almıştır. Sekülerizm dayatmasını ve laikliğin islamofobik kısmını reddetmiştir.

Üstünlerin musluklarını kesmiş, halka aktarmıştır. Elitlerin alın teri dökmeden faydalandıkları besin kaynaklarını ellerinden almıştır.

Psikolojik Savaş Ajanı akademisyenlerintalimatlarını, medya patronlarının pijamalı davetlerini, köşesinde taht kurmuş padişah yazarların aklını elinin tersiyle itmiştir.

Ez cümle Erdoğan, 1.Cumhuriyetin bütün hastalıklı alışkanlıklarına karşı gelmiş, yeni bir paradigma açmış, resmi ideolojinin tarihsel hegemonyasına ve üstünlerin iktidarına son vermiştir.

İktidar artık, halkındır.

Taziye ziyaretlerinde Fatiha okuyan, ölümü ve ahiret hayatını düşünen, hatta camiye gidip bizzat kur-an okuyan, halkın terine dokunan kişinin, Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlık yaptığı bir iktidar.

Halkın değerlerinden kopuk yaşayan, dayatmacı, tepeden indirgemeci, cebi dolu ruhu boş, konforluların itibar görmediği bir iktidar.

Ağzıyla kuş tutsa, dünyanın en büyük reformlarını yapsa, Türkiye’yi dünyanın en büyük ekonomisi, en demokratik ülkesi yapsa dahi sınıfsal kibirlerinden dolayı Erdoğan nefreti geçmeyecek “Erdoğan Obsesyonu hastalığı” olanlar var bu ülkede.

Noter tasdikli, yeminli muhaliflerin, kategorik karşıtların, “beyaz”ların, elitlerin, jakobenlerin, kendi insanına yabancıların hastalığının adı: Erdoğan Obsesyonu’dur.

Ama onları iyileştirecek doktor, ne Erdoğan ne de Erdoğan’ın temsil ettiği milyonlardır.

Hastalanınca bir insan, adres bellidir…

Twitter: @bayramzilan

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar