Akın ÖZÇER
12 Eylül’ün yargılanmasıyla başlayan askerî darbelerle hesaplaşma süreci, bir yandan 28 Şubat postmodern darbesini kapsayacak şekilde genişlerken, öte yandan darbe ürünü mevcut anayasanın meşruiyeti sorununu ortaya koyuyor. TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in hafta sonu İstanbul’da katıldığı bir panelde altını çizdiği gibi, “12 Eylül yargılanırken, yargılananların yaptığı anayasa ile yola devam edilmesi mümkün değil.” O bakımdan yeni anayasa ile ilgili çalışmalarına başlayacak olan TBMM Uzlaşma Komisyonu’nun bu gerçeğin ışığında hareket etmesi, daha açık bir ifadeyle 12 Eylül sanıklarının iradesini “kurucu”, mevcut anayasanın başlangıç bölümü ve ilk üç maddesini “değişmez” kabul etmemesi gerekiyor. Aksi takdirde yeni anayasaya yargılanan darbenin parmak izleri taşınır ki bu durumda yenilenen, anayasa değil darbe olur herhalde.
Darbelerin parmak izlerini sadece anayasa ve yasalar taşımaz elbette. Bu izlere yargının aldığı bazı kararlarda veya atanmışlarca belirlenen devlet politikalarında da rastlanılır. 27 Nisan e-muhtırası ardından Anayasa Mahkemesi’nin aldığı 367 kararını ya da Danıştay’ın 19 Mayıs kutlamalarına ilişkin son kararını bu türdeki yargı kararlarına örnek olarak gösterebiliriz. Zira bu kararlarla seçilmişlerin siyaset alanı daraltılmış ve sonuç itibariyle milli irade sınırlanmış olmaktadır. Bir bayramın nasıl kutlanacağına seçilmiş hükümetin değil de, yüksek mahkemenin karar verdiği bir rejimi demokratik olarak nitelemek kolay değil kuşkusuz.
Aslında seçilmiş hükümetlerin sahip çıktığı devlet politikalarının da sonuç itibariyle siyaset alanını daralttığını söylemek mümkün. Ancak hükümetler uymak zorunda oldukları yargı kararlarından farklı olarak, bu politikaları örneğin Kıbrıs veya Ermeni konusunda olduğu gibi ya kendiliğinden benimser ya da benimsemeye bürokratlarınca ikna edilir. O bakımdan seçilmişler devlet politikaları yürüttüğünde, kendi rızalarıyla daraltılmış bir siyaset alanından söz etmek belki daha doğru olur. Bununla birlikte 82 Anayasası bir vesayet rejimi vücuda getirmiş olduğu için siyasi seçeneklerin tümünün siyasetçiye sunulup sunulmadığını ya da ikna sürecinde ideolojik bir yönlendirmenin yapılıp yapılmadığını ayrıca araştırmak gerekir. Bürokratik elitlerinin siyasi ağırlığı bakımından Türkiye incelenmeye değer ülkelerin başında geliyor çünkü.
Başbakan Erdoğan hafta sonu MUSİAD Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada siyasette, hukukta, ekonomide, dış politikada, “jakobenlerin, seçkinlerin, elitlerin” egemenliğinin artık sona erdiğini müjdeledi. Ama Başbakan’ın bu müjdesi, hükümet en azından örnek gösterdiğim Kıbrıs ve Ermeni sorunlarına ilişkin olarak bürokratik elitlerin on yıllardır her hükümete dayattığı devlet politikasını izlemeye devam ettiği için sadece bir iyi dilek beyanı niteliği taşıyor. Dolayısıyla en azından dış politika alanındaki bazı değişikliklerin elitlerin egemenliğine son verildiği şeklinde yorumlanması pek doğru değil.
Başbakan Erdoğan Genel Kurul konuşmasında ayrıca bugüne kadar gerçekleştirilen darbelerden kimlerin nemalandığının ortaya çıkarılmasının önemine işaret etti. Daha çok 28 Şubat ve darbenin ekonomik sonuçlarına parmak basan Başbakan, bu sürecin tüm aktörlerinden hesap sorulması gerektiğinin de altını çizdi: “Eğer bunun mimarları, mühendisleri, kuklaları, piyonları, emirle yazı yazanlar, psikolojik harekâtlara ruhlarını satanlar deşifre olmazsa, bunlardan hesap sorulmazsa, aynı felâketi çocuklarımız da, torunlarımız da yaşayacaktır.”
28 Şubat ve tüm darbelerin parmak izlerini var olduğu her yerde aramak önemli bir siyasi taahhüt kuşkusuz. Ama bu izlerin öncelikle hükümetleri kuşatan ve siyasetçilere devlet politikalarını adeta dayatan asker ve sivil bürokrasi içinde sürülmesi gerekiyor. Askerî bürokrasinin sivil denetim altına alınması ancak asker-sivil ilişkilerinin demokratikleşmesiyle, dolayısıyla yapılacak yeni anayasa ile gerçekleştirilebilecek bir konu. Sivil bürokrasiye gelince, demokratik ülkelerdeki uygulamalardan farklı olarak, Türkiye’de askerlerde olduğu gibi bir tür “siyasetten özerklik” var. O bakımdan bakanlıklarda çoğu özel kalem ve danışmanlıklarla sınırlı birkaç siyasi nitelikli isim değişikliği yapıldığında “kadrolaşma” yaygarası koparılıyor. Oysa siyasetçinin dokunmaması istenen sivil bürokraside ve özellikle üst düzey mevkilerde tam da Başbakan Erdoğan’ın şikâyetçi olduğu zihniyete sahip olanlar çoğunlukta bulunuyor.
Kabul etmek gerekir ki 12 Eylül rejimiyle kurulmuş, 28 Şubat ve 27 Nisan’la gücünü göstermiş bu vesayet sisteminde bürokratik elitler daha siyasi iktidarların denetiminde değil. Tayin ve terfilerde siyasetçilerden çok kendilerini rejimin sahibi görenlerin sözü geçiyor. Vesayet sistemi, el üstünde tuttuğu “yetenekli” bürokratları ile “laiklikle barışık olmayan” hükümetleri adeta kuşatıyor. Siyasi cenahtan tayin ve terfilere müdahaleler belirli bir ölçüyü geçtiğinde “torpil” ilân edilirken “çizgileri belli” aynı isimler üst düzey kadroları dolduruyor. Sistemin kazananları ve kaybedenleri var elbette ama ne hikmetse bunlar kim iktidar olursa olsun özünde hiç değişmiyor. Vesayet sisteminin henüz sona ermediği de buradan anlaşılıyor zaten. O bakımdan Başbakan’ın niyeti elitlerin egemenliğine gerçekten son vermekse, darbelerin parmak izlerini öncelikle bürokraside sürmesi önem taşıyor.
Yazarlar
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolDış politikada rasyonel zemin 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel’e saldırı aydınlatıldı mı şimdi? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURKomisyon Suriye’yi, Suriye İsrail’i, İsrail Trump’ı…. 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYATürkiye’nin Demokratikleşmesi ve Kürt Sorununun Çözümü: Ciddiyetin Tarihsel Zorunluluğu... 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEYargı CHP’ye çalışıyor 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.09.2025
8.09.2025
3.09.2025
29.08.2025
18.08.2025
1.08.2025
1.08.2025
1.08.2025
26.06.2025
6.05.2023