Murat BELGE

Murat BELGE
Murat BELGE
Tüm Yazıları
Laiklik karşısında İslam
2.09.2024
220
AKP’nin başlıca propaganda deposu, Batılılaşmadan yana güçlerin bu süreç içinde oynadığı “hoyrat” rol ve bunun halkta yarattığı tepki birikimi. Bunu türlü türlü motiflerle süsleyerek ve tabii bol miktarda abartarak siyasi piyasaya sürüyorlar

Türkiye’nin son iki yüz küsur yıllık tarihini şekillendiren “Batılılaşma Hareketi”, sosyo-politik sözlüğümüzde “yukarıdan aşağıya” terimi ya da deyimiyle anlattığımız karaktere sahip bir hareketti. (“Türkiye’de” diyerek başladım söze ama bunun başka türlü olanı var mıydı, bilmiyorum.) Batı, sanayi devrimiyle birlikte, dünyanın geri kalanının önüne, uyulması gerekli model olarak dikildi. Bu “uyma” işini kolay benimseyenler oldu; kolay benimsemeyenler de oldu. Türkiye, bu ikinci kategoriye giriyor. Bu tepki bugün de Türkiye’nin bir olgusu, belki en belirleyici olgularından biri.

Batılılaşmaya karşı çıkanlar, öncelikle, bu hareketle birlikte hayat tarzlarını değiştirmeye zorlanan kitlelerdi. Ama aynı zamanda, süregelen düzende bir otorite sahibi olanlardı. Bu ikinciler, kendilerine empoze edilen harekete karşı muhalefeti başlatan, yapılandıran ve yönlendiren kesim olacaktı. “Muhalefet etme”lerinin omurgası da geleneksel değerler, doğal olarak en başta dini değerler tarafından biçimlendirilecekti.

Batı’nın gücü ile en erken karşılaşıp tanışan ülkelerden biri Osmanlı devletidir — öteki de Rusya. On sekizinci yüzyılın başında, “Lale Devri” adını verdiğimiz dönem, Osmanlı tarihinde ilk “Batılılaşma” hareketi olarak alınabilir — “Lale Devri” laleden ibaret değildir.

Tepki gelmekte gecikmedi: Patrona İsyanı. Bundan sonra benzer tepkilere oldukça sık rastlarız: En şiddetlileri Üçüncü Selim’in öldürülmesine kadar varan Kabakçı İsyanı’dır. Amcası Selim’in yolundan gitmeye kararlı olan İkinci Mahmud, tepkisel isyanlarda Yeniçeriler’in etkin rolünü gördüğü için işe oradan başlamaya karar verdi ve böylece Vaka-i Hayriye gerçekleşti. Ancak bu olaylarda Yeniçeriler’in arkasında duran ulema da vardı. Fikir onlardan silah Yeniçeriler’den geliyordu. Vaka-i Hayriye’den sonra saflar, kimin nerede duracağı daha belirginleşti. Yeni kurulan ordu, kendini var eden toplumsal birikime sadıktı. Dolayısıyla silah kuvveti Batılılaşmadan yana güçlerin eline geçti. Günümüze kadar da böyle sürdüğünü sanırım söyleyebiliriz.

Bu, Türkiye’de kendine özgü bir durum yarattı: Eylem gücü silahlı kuvvetlerin elinde, din kurumu muhafazakâr kesimin elinde kaldı, örneğin İspanya’da, Portekiz’de, Yunanistan’da diktatörlük rejimlerinde din ve ordu birlikte yürümüştü. Türkiye’nin çeşitli “askeri darbe” dönemlerinde böyle bir şey olmadı. Ama darbelerin muhafazakâr cepheye tasarlanmamış bir yararı oldu: Dini ideolojiyi benimsemiş kesimlerin legal siyaset alanına çıkmasına (Milli Nizam ve Milli Selamet Partileri) yol açtı. Bu da bizleri günümüze, AKP iktidarına getirdi.

Şimdi buradayız. Aslında epey sürdüğünü söyleyebileceğimiz AKP yirmi yılı aşkın süredir iktidar mevkiini dolduruyor. Bir toplumun hayatı düşünüldüğünde bu hiç uzun bir süre sayılmaz, ama bu süre içinde AKP’de temsil olunan İslamcı siyaset ne yapabileceğini, toplumun bu iktidardan ne bekleyebileceğini yeterince gösterdi.

AKP’nin başlıca propaganda deposu, Batılılaşmadan yana güçlerin bu süreç içinde oynadığı “hoyrat” rol ve bunun halkta yarattığı tepki birikimi. Bunu türlü türlü motiflerle süsleyerek ve tabii bol miktarda abartarak siyasi piyasaya sürüyorlar. Ama bir toplumu bu hikayelerle nereye kadar götürürsünüz, aradan bunca vakit geçmişken. Seçmen kitlesine sundukları “Biz sizdeniz, biz halkız” propagandasının şimdiye kadar önemli etkisi oldu; ama özellikle de öteden beri onları desteklemiş görece yoksul kesimlerin çektiği ciddi sıkıntılarla bu “biz sizdeniz” iddiasını ne kadar inancı kılabilecekleri şüpheli. Sayıca fazla yekûn tutmayan “fundamentalizm” taraftarlarının yanı sıra Ayasofya’yı cami yapanların değil de çeşitli karanlık yöntemlerle para kazandıranların ayakta tuttuğu bir iktidara dönüşüyorlar.

Cumhuriyet’ten önce başlayan, Cumhuriyet boyunca devam eden “bu Batılılaşma” eksenli kan davası bu iktidarın deneyimlerini de yaşamış olarak? Daha nasıl evrilecek? Bu noktadan sonra bir “ateşkes” mümkün olur mu? Bence “mümkün”, ama “muhtemel” olmayabilir. Böyle bir şey olmasını umuyorsak, vardığımız noktanın aldığı ve aldırdığı biçimlere göre, “modernleşme” politikasını benimsemiş kesimlerin dikkatli davranması gerekiyor. Bunun elle tutulur bir sonucu olması için çarpışan tarafların, bir tarafın yok olmasını gerektiren bir mücadele içinde olmadıklarını anlamaları gerekiyor. Bu bir “pes ettirme” mücadelesi değil, “ikna etme” mücadelesi. İkna olunacak şey de kimin ideolojisinin doğru olduğu değil, bu ideolojileri birlikte yaşayabilir hale getirmek.

İdeolojiler “dediği dedik” olma eğilimindedir. Ama “uzlaşma” dediğimiz şey de hayatın bir parçasıdır. Öyle olmasa, iki bin küsur yılına kalamadan bu gezegende “insan hayatı”nın sonunu getirirdik.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar