Murat BELGE
“Siyasî görüş” dediğimiz şey, öncelikle entelektüel tercihlerin bileşimi olarak ortaya çıkar. Şu konuda şöyle düşündüğünüz, bu konuda böyle özlemleriniz olduğu için, A ya da B ya da C görüşünü benimsersiniz. Ama olay yalnızca “entelektüel” bir olay değildir. O düzeyde başlıyor olabilir ama o düzeyde bitmez. Siyasî görüş, büyük bir ihtimalle, görüş sahibinin mizacıyla da (“karakter” de denebilir) uyum halindedir.
En genel düzeyde baktığımızda, “solcu” dediğimiz kişi, içinde yaşadığı koşullarla sorunu olan kişidir. Düzenin işleyişinden hoşnut değildir. Çevresinde gördüğü “değerler”le uyuşamaz. Hani bir Kretschmer vardı, insanları bedenî yapılarına göre kategorilere ayırıyordu. Onun –uyduruk bilimsel– varsayımlarına göre “piknik tip” dediğimiz kişi normal ahvalde “solcu” olmaz. En yatkın olan “astenik” tiptir. Ya da Sheldon’ın buna paralel giden teorisine göre “ektomorfik” kategoriden “solcu” çıkmasını bekleriz.
Entelektüel düzeyde baktığımızda “solcu” dediğimiz kişi önce, dediğim gibi, kurulu düzenin empoze ettiği “dünya gerçekliği” ile sorunu olan biri; ama bununla aynı zamanda, henüz “zihinde” olan daha iyi bir düzenin kurulması için de çalışan kişidir. Pratik hayat içinde bu “X’e karşı” ile “Z’den yana” tavırları bir arada bulundurmak mümkündür ama zor da olabilir. Özellikle şu dönemde bir “solcu”nun neye karşı olduğunu anlatması kolay ama neden yana olduğunu anlatması Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra zorlaştı.
Türkiye’deki duruma baktığımızda, solun gitgide daraldığı ve dolayısıyla etkisizleştiğini görüyoruz. Bizde de “Komünistler”, başka ülkelerde de olduğu gibi, Sosyal-demokrasi’yi küçümsediler. Yeterince radikal bulmadılar, “teslimiyetçi” buldular v.b. Türkiye’de dünyadakine ek bir etken olarak, “Sosyal-demokrasi”nin Kemalizm’den türemesi gibi bir koşul var. Bu Türkiye’ye özgü bir “oksimoron”: rejimi (birçok bakımdan ülke’yi) kuran ve yıllarca yöneten güç şimdi kendisinin “sol” olduğunu iddia ediyor. Neyse, bu bilindik konuyu şimdilik burada bırakalım.
Ancak, 1988-91 arası dünya olaylarından sonra, Türkiye’de de kendini gösteren dağılmada, Komünistler’in (“Marksistler”in) bir kısmı CHP’ye kaydı. Kaydı da, bu CHP’nin “daha sosyalist” olması değil, sosyalistlerin “daha Kemalist” olması sonucunu getirdi. Birçok kişi de bu koşullarda siyaset alanından büsbütün uzaklaştı.
Uzun vadeli eğrilere bakıldığında, sosyalist solun başlangıçta ciddi bir muhalif varlık olduğunu (sayıca azlığına rağmen), ama tarihin somut akışı içinde gitgide genişleyeceğine gitgide daraldığını görüyoruz.
Çok şematize ederek anlattığım bu “negatif” koşullar Türkiye’de sıradan bir solcunun “hayır” demek zorunda kaldığı şeylerin listesini habire kalabalıklaştırırken “evet” diyebileceği şeyleri de azalttıkça azaldı. Bu da, bir solcunun “eylemli”liğini birtakım “reddiyeler yapmak”la sınırladı.
Sağ, sola karşı ideolojik mücadelesinde bu durumu, “Bunlar Köprü’ye de karşı çıktılar” sloganıyla özetler. Elbette konu bu kadar basit değildir; elbette köprü politikasına karşı çıkmanın düzayak bir “reddiyecilik” ötesinde gerekçeleri vardır. Ama sağın bu sloganı kullanmakla bir inandırıcılık elde ettiği de bellidir. Ve tabii sorun köprü yapılmasıyla sınırlı değil, son derece geniş bir alanı kapsayan bir sorundur. “Politika nasıl yapılır?” sorusudur sözkonusu olan.
Öncelikle, politika, politikanın içinde yer alarak yapılır. “Bu sorun beni ilgilendirmiyor” diyerek değil. Alanda olmak, alanda olmanın bir yolunu bulmak gerekir. “Alanda olmak” da alanda direk gibi durmak değil, alanda hareket etmek demektir.
Tabii bunları yaparken elinde bir “pusula” olacak. Ben bugün Türkiye’de sol bir politika için onsuz edilmez siyasî pusulanın “demokrasi” hedefini gösteren bir pusula olması gerektiğine inanıyorum. Toplumu bu hedefe yöneltecek ve adım attıracak eylem ve girişimlerin, koşullara göre, “içinde olmak”, “arkasında olmak”, “yanında olmak” gibi kategoriler uyarınca desteklenmesi gerekir. Şüphesiz bazı durumlarda “boykot” dediğimiz tavrı benimsemek de gerekebilir, o da bir siyasî opsiyondur. Ama politikanın tamamını boykota dayandırmak bir zaman sonra o politikayı karaya oturtur.
Siyasette “iterek” (yani, reddederek) yapılacak işler, varılacak hedefler vardır; ama aynı zamanda “çekerek” (yani destekleyerek) yapılacak işler, varılacak hedefler vardır. Her durumda “Ne haliniz varsa görün” demekse politika yapmak değildir.
Yukarıda hedefin “demokrasi” olduğunu düşündüğümü söyledim. Buraya doğru mesafe almakta “Avrupa Birliği”nin önemli bir yeri olduğu da belli. Daha önce de kaç kere yazdığım gibi burada önemli olan Avrupa Birliği’ne girmek değil, Avrupa Briliği’ne girebilecek bir demokrasiye sahip olmak. Ama sahip olmak için girişilecek çabalarda da Avrupa Birliği’nin kendisinin somut yardımları, katkıları olabilir.
Hayatta her şeyde olduğu gibi Avrupa Birliği’nin de şu ya da bu nedenle onaylanmayacak, benimsenmeyecek yanları, kurumları, eylemleri olabilir. Deminden beri kurmaya çalıştığım mantık silsilesi içinde bunlar da “Avrupa’ya reddiye” yazıp köşemize çekilmeye yol açmamalı.
Siyasetin “alan”ı herhangi bir “forum”, herhangi bir “agora” gibi, türlü türlü insanla dolu, kalabalık bir meydandır. Burada çıkarları, amaçları ortaklaşan ve ortaklaşmayan pek çok farklı özne bulunur. Bir somut konjonktürde olayların, eylemlerin biçimlendirdiği sonuç (ki hiçbir zaman gerçekten “sonuç” değil, bir sonraki konjonktür için “başlangıç”tır) aktörlerin hepsinin davranışlarının ortak sonucudur; ama aynı zamanda hiçbirinin elde etmek istediği sonuç değildir çünkü hepsi hareket halinde olan öteki iradelerin koyduğu ağırlık onun da yolunu değiştirmiştir. Onun için öznel bakış açısından baktığımızda, tarih hep saparak ilerler. Sorun, bizim koyduğumuz hedefle aramızdaki doğrultunun, olabileceğinden fazla sapmasına meydan vermemektir. Bunu da bir “feed-back” mekanizmasıyla sürekli denetim altında tutmak gerekir.
Bunları, birilerinin dillerine doladıkları “yetmez ama evet” teranesi dolayısıyla yazmak gereğini duydum. Yalnız, teranenin kendisine gelmeden önce “siyaset yapmak” konusunda bunları söylemekten başlamanın yararlı olacağını düşündüm. Çünkü “reddiyecilik” dediğim bu tavrı “sol siyaset yapmak” sananlar var ve koşullar böyle sananların sayısını artırıyor. Devam edeceğim tabii.
Yazarlar
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
1.08.2025
28.07.2025
22.07.2025
30.06.2025
16.06.2025
9.06.2025
23.05.2025
21.05.2025
12.05.2025
5.05.2025