Uğur Gürses
Düz bir arazide yer altı suları elektrik motorları ile yüzeye çıkarılarak tarımsal sulamada kullanılırken her şey yolunda gider gibi görünür; bir gün yüzey çöküntüsü ile devasa bir obrukla karşılaşırsınız. Ankara’nın son 2 yıldır izlediği politikalarla genelde ekonomide, özelde de döviz rezervlerinde yarattığı çöküntü de tam olarak böyle.
17 Nisan 2018’de erken seçimin işaret fişeği atıldığında, Merkez Bankası’nın rezervleri 112 milyar dolardı. Bunun 25.6 milyar doları altın, 86.6 milyar doları döviz rezervlerinden oluşuyordu. Yükümlülüklerini aşan döviz varlıkları, yani döviz pozisyon fazlası da 32 milyar dolardı.
24 Haziran seçimleri yapıldığında ise rezervler 103 milyar dolara gerilemişti.
Seçimler sonrasında 9 Temmuz günü “Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin” ilk kabinesi kuruluyor, ekonomi yönetiminden sorumlu koltuk Cumhurbaşkanı’nın damadına veriliyordu.
İşte Türkiye’de ekonomi politikasının hem krize yuvarlanmasının hem de kriz yönetimin daha önce görülmediği ölçüde kötü bir kulvara girmesinin eşiği bu dönemdir.
2018 Ağustos ayında Rahip Brunson’ın tutuklanmasıyla ilintili yürütülen “ver papazı-al papazı” diplomasisi duvara tosladı; ABD’nin yaptırımları ve devamında sert bir kriz tetiklendi. 2015’den bu yana “geldim, geliyorum” diyen ekonomik kriz tetiklenmişti. Döviz kurları fırladı, enflasyon patladı. Sert faiz artışıyla bu frenlendi. Ancak bu “başkanlık rejimiyle faizin nasıl düşürüleceğini göreceksiniz” temalı söyleme sığmıyordu.
Rahip Brunson 12 Ekim 2018’de mahkeme kararıyla serbestçe ülkesine dönene kadar döviz rezervleri 88 milyar dolara gerilemişti.
Ne var ki 2019 Mart ayında yerel seçimler yaklaşıyordu; yüksek faiz bir taraftan, kur baskısı bir taraftan seçim için Ankara’yı rahatsız ediyordu.
Bu çerçevede 2019 Ocak-Nisan arası dönemde kamu bankalarının döviz kuruna “arka kapı” yöntemleri ile müdahalesi başlatılmıştı. Bu satışlar brokerlar üzerinden yapıldığından fazla dikkat çekmiyor olsa da yerel seçimden bir hafta önce Merkez Bankası’nın bilançosundaki rezerv erimesi görüldüğünde anlaşıldı. Bu da ilave bir kur sıçraması getirdi. Kuru tutmak için yapılan iş kuru sıçratmıştı.
İşte bu tarihten sonra, hem Merkez Bankası’nın döviz rezervlerinde bu yolla ortaya çıkan erimenin saklanması için, hem de bu erimenin kapatılması için swap işlemlerine başlandı. Tek sorun şuydu; bugün alınan ve ilerideki bir vadede geri ödenecek bir işleme dayanan swap işleminde, döviz girişi varlık olarak bilanço içinde gösterilirken, ileride ödenecek olan yükümlülük bilanço dışında saklanıyordu. Swapla alınan her 1 milyar dolar rezervleri artırıyorken, bilançonun pasif tarafında yükümlülük olarak gösterilmiyordu.
Eritilen dövizlerin boyutu
Kamu bankalarının satışları devam ederken, swap büyüklüğü de böylece, Haziran 2020 sonunda 58.8 milyar dolara ulaştı. Yani Merkez Bankası’nın bilanço içinde ilan ettiği altın dahil toplam rezervi 90.3 milyar dolarken, bu swap miktarı düşüldüğünde 31.5 milyar dolarlık bir toplam rezerv kalıyordu elde. Bunun anlamı, son iki yılda ekonomideki kötü yönetim sırf ‘siyasi beka’ için 60 milyar dolarlık bir rezervi eritmişti. Bu hesaba, Merkez Bankası’nın potansiyel döviz gelirlerinden mahrum kalması dahil değil. Örneğin, 2018 Haziran-2020 Haziran arası iki yıllık dönemde Merkez Bankası’nın döviz kazanan şirketlere kullandırdığı reeskont kredilerinin dönüşünden elde ettiği döviz girişlerinin toplamı 41.5 milyar dolar ediyor. Sadece bu kalemden dolayı döviz rezervlerinin bu kadar artması gerekirdi. Bu yok. Demek ki eritilen döviz rezervinin büyüklüğü 100 milyar doları geçiyor.
Merkez Bankası’nın bilanço içi diğer döviz yükümlülükleri de hesaba katılırsa mevcut döviz pozisyonu yaklaşık 40 milyar dolar negatifte. Yani 100 dolarlık yükümlülüğe elinde 60 milyar dolar var demek. 2 yılda; 32 milyar dolar fazladan, 40 milyar dolar açığa gerileme demek bu.
Siyasi direktifle Merkez Bankası’nın döviz rezervlerini “arka kapıdan” eriten kamu bankaları, buna ilave olarak da kendi bilançolarındaki dövizleri eritmeye başladılar. Bunun kabaca 9 milyar dolara eriştiği BDDK verilerinden izlenebiliyor. Böylece Merkez Bankası ile beraber toplamda kabaca 50 milyar dolara varan bir açık döviz pozisyonuna ulaştılar.
Sorun şu ki; bu kadar “arka kapı” müdahaleleri ile döviz saçılmasına karşın döviz kuru dizginlenemedi. Bunun nedeni de kötü yönetim ve derin bir güvensizlik.
Ankara’daki deneyimsiz ekonomi yönetimin anlayamadığı şu; siyaseten güven ve itibar sağlayamamışsanız kendi paranızın değerini, başkalarının bastığı paraları satarak koruyamazsınız.
‘Rezerv bitti, karşılık getirin’
Merkez Bankası’nın rezervleri, ardından kamu bankalarının rezervleri derken tüm mühimmatı fütursuzca eriten Ankara, sırada özel bankaları gözüne kestirdi. Zaten swap kanalıyla ellerinden dövizlerinin bir kısmı alınan bankalara, 18 Temmuz günü yabancı para zorunlu karşılıkları 3 puan arttırarak yeni yükümlülük getirildi.
Yapılan açıklamada, bu artışla bankaların Merkez Bankası’na 9 milyar dolar yatırmasının beklendiği vurgulandı. Ama öyle olmadı; zira kimi bankaların swap azaltarak nette 6 milyar dolar yatırdıkları görülüyor.
Bu adım atılırken, Bloomberg’in haberine göre; Ankara’dan ekonomi yetkililerinin bankaları arayarak artık döviz risklerini spot piyasadan değil vadeli piyasalardan karşılamaları ‘tavsiye’ ediliyordu. Bunun anlamı şu; ‘müşteriniz sizden döviz alırsa siz de açığınızı kapatmak için spot piyasaya girip döviz almayın, BİST’te VİOP’ta vadeli işlem yapın’. Tüm mühimmatı bitiren, bankaların ellerinde kalan son dövizlere de zorunlu karşılıkla el koyan Ankara, ‘dövizsiz döviz işlemi’ tavsiye ediyordu.
Elde müdahale edilecek dövizin kalmadığı ve bankalara bunun yerine Türk Lirası uzlaşmalı vadeli döviz işlemi” (non-deliverable forward) önerilmesidir. Yani bankalar belli bir kur seviyesinden vadeli olarak döviz satın alacaklar (tabii ki Merkez Bankası satacak), vadede ise dövizi almak yerine aradaki kur farkını karşı taraftan alacaklar. Ayrıca aynı anda Merkez Bankası’nın da bu piyasada işlem yapmaya başladığı duyuruluyordu.
İyi de önünde sonunda döviz transferi olana, ithalat yapıp ödeme yapacak olana döviz gerekecek ve piyasaya girip alacak.
Hazine’nin döviz iştahı
2018’in ikinci yarısından itibaren, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile oluşan yeni ekonomi yönetimi, rezervleri böyle “ezerken”, diğer taraftan da yüklü biçimde döviz altın borçlanmasına yöneldi. Bununla da bir taraftan TL borçlanması görece azaltılırken faiz düşüşü sağlanmak istendi. Diğer taraftan da kurumsal yatırımcıların yani yatırım ve emeklilik fonlarının, şirketlerin, vatandaşın elindeki döviz ve altına ‘kaynak gözüyle bakılarak’ göz dikildi. Oysa önemli bir kısmı zaten sistemin içindeydi.

Geçmişte Hazine’nin yurtdışına yapacağı anapara ödemeleri kadar döviz borçlanmaları yine yurtdışından yapılıyor, politika olarak yurtiçinde yurttaşlara ya da kurumsal yatırımcılara döviz ya da altın ihracına gidilmiyordu. 2018’de yeni rejimle birlikte bu bozuldu. Tablodan da görüleceği gibi; 2020’de yurtiçinde yapılan altın ve döviz borçlanması, yılın 7 ayında 16 milyar dolar büyüklüğüne ulaştı.
2017, 2018 ve 2019’da dış borç yıllık anapara ve faiz ödemeleri toplamı sırasıyla 11.2, 11.1 ve 10.7 milyar dolar iken; yapılan borçlanmalar, sırasıyla 9.7, 8.6 ve 20.5 milyar dolar oldu.
2020’de öngörülen dış borç ödemesi 10.6 milyar dolar iken, 7 ayda yapılan döviz ve altın borçlanması 20.1 milyar doları buldu.
Ankara’da bir döviz vakumu, önüne gelen tüm dövizleri yutuyor. İşte bu yüzden, Merkez Bankası ve kamu bankalarının dövizlerini eriten, özel bankaların da dövizlerini zorunlu karşılık artışı ile eksilten Ankara, iç borçlanma yolu ile de diğer kurumsal yatırımcı ve yurttaşların dövizlerini yutuyor.
Vatandaşa “Türk lirası tutun” diyen, başka ülkelere “TL ile ticaret yapalım” diyen Ankara, döviz ve altın borçlanması yaparak içeride dolarizasyonu teşvik ediyor.
Hiçbir politika çerçevesi olmayan, böyle bir fütursuzca savurganlık dönemi hiçbir iktidar döneminde görülmedi. Şu hali ile bile büyük bir döviz rezervi enkazı yaratıldı; bu başlı başına bir ekonomik güvenlik sorunu da aynı zamanda.
Peki bu ‘dünyanın sonu’ mu? Hayır.
50 milyar dolarlık açık bir döviz pozisyonundan kaynaklanacak kur zararı potansiyel bir kamu zararıdır. Bu zarar kamuya fatura çıkarmadan kapatılabilir mi? Zarar kapatılamazsa da bu siyasi gidişat uzun süre devam etmezse boyutu küçültülebilir.
Türkiye’de siyasetin normalleşmesi, demokratikleşme ve hukukun üstünlüğünün tesis edileceğinin ilk işaretlerinin güçlü biçimde ortaya çıkması bile “suyu çekilen” dövizlerin tekrar sisteme dönmesini getirecektir. Güven artışı ile bir taraftan yerleşiklerin dövizden uzaklaşması ve sisteme sokması, diğer taraftan da yerleşik olmayanların döviz getirmesi ve Türk Lirası talebi ile hızlı toparlanma mümkündür.
Siyasi kriz çözülmeden ekonomik krizin çözülmesi mümkün değildir.
Bunun için Türkiye’deki her “siyasi mahallenin” kendi “mahalle” özelliklerini koruyarak ortak bir restorasyon ve normalleşme çabasında bir araya gelmesinden başka bir yol da görünmemektedir.
Uğur Gürses
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
15.12.2022
18.07.2022
18.02.2022
13.02.2022
29.01.2022
24.01.2022
17.01.2022
10.01.2022
4.01.2022
2.01.2022