Yıldıray OĞUR
Adı, Kavallı Mehmet Paşa’nın Kahire’deki konağında yetişmiş Halil Şerif Paşa’dan geliyordu. Yıllar sonra merkez-çevre ilişkilerini yazarken anlatacağı Osmanlı’nın yasal özerklik verip, gevşek bağlarla kendine bağladığı ama sonra bu gevşek bağların isyanlara sebep olduğu güçlü ailelerinden biriydi Kavalılar.
Halil Şerif Paşa, daha sonra çevreden merkeze gelip Osmanlı’ya sefir olmuş, Paris’teki sefaret günlerindeki debdebeli hayatı ve erotik kadın tablolarından oluşan koleksiyonuyla, yine Mardin’e göre Tanzimat’ın çevrenin en çok tepkisini çeken merkezdeki “Bihruz bey” lerinden birine dönmüştü.
Abdülhamit’in cülus töreninde güneş çarpması sonucu ölümünün ardından aile içinde başlayan miras kavgasını çözmek için İstanbul’a gelen kızı Leyla Şerife, burada tanıştığı hukukçu Muhammed Arif Bey’le evlenmişti.
***
Mardin soyadı da Kasımiyye medreselerinde 600 yıl boyunca müderrislik yapan bu Mardinli ulema ailesinden mirastı. Baba tarafından dedesi Mardinizade Arif Bey 1892 yılında “Artık medresede okumak yetmez” diyerek ailesini alıp yine Şerif Mardin’in merkez-çevre makalesinde anlatacağı, sadece medreselerin olduğu, yönetici sınıfa ulaşılamayan çevreden; bürokratik elitlerin yetiştiği okulların olduğu merkeze, İstanbul’a gelmiş, çocuklarını yeni açılan laik mekteplere yazdırmıştı.
Babasının amcası Ebü’ula Mardin, Akif ve Eşref Edip’le birlikte İslamcı Sırat-i Müstakim’de yazmış, Ahmet Cevdet Paşa ve mecelle üzerine kitapları olan, fıkıh uzmanı büyük bir hukukçuydu. Dini bütün fıkıhçı Ebü’ula Bey yıllarca üniversitede İsviçre’den gelen Medeni Kanunu anlatmıştı.
Annesinin dedesi Ahmet Cevdet (Oran) Bey, 1894’te rotatif baskı tekniklerini ilk kez kullandığı gazetesi İkdam’ı, o günler için epey radikal bir iddiayla “Siyasi Türk Gazetesi” diye çıkarmış öncü bir milliyetçi gazeteciydi.
Önceleri desteklediği İttihatçılarla yolları ayrılmış, 31 Mart’tan sonra İsviçre’ye kaçmış ve ancak 14 yıl sonra 1923’te Cumhuriyet ilan edildikten sonra İstanbul’a dönmüştü. Ömrünün yarısı babasıyla İsviçre’de geçen kızı Reya, Mardinizade Arif bey’in oğlu Şemsettin Mardin’le evlenmiş ve 1927’de Şerif dünyaya gelmişti.
Yani Şerif Mardin, yıllar sonra üzerine yazacağı çevre-merkez, din-modernleşme ilişkilerinin iç içe geçtiği bir hikayenin içinde yetişmişti.
Dedesi Ahmet Cevdet Bey bu durumdan biraz rahatsızdı:
“Kendi memleketini bilmeyen insanlardan oluşan bir aile mi olacağız” diyerek, beni aldı elimden İstanbul’da İstiklal Caddesi’nin ortasındaki Ağa Camii’ne götürdü. Kendisi dışarıda kaldı, “Git” dedi, “bu insanlar ne yapıyorlarsa sen de onu yap. Önce abdest, sonra namaz, onlar ne yapıyorlarsa ben de onu yaptım. Ağa Camii’nden sonra beni Balık Pazarı’na götürdü. Balık Pazarı’nda mumbar yedirdi.” (Şerif Mardin’le söyleşi- Neşe Düzel/Taraf/2011)
Babasının görev yaptığı Yugoslavya’daki diplomat çocuklarının gittiği bir okulda başladığı eğitimi kısa sürdü, ailesi onu alıp Galatasaray Lisesi’ne yerleştirdi. Daha sonra bunu “Beni Galatasaray’a gönderme bir millileştirme operasyonuydu” diye anlattı.
***
Galatasaray Lisesi’nde başladığı lise hayatını da ABD’de tamamladı. Stanford Üniversitesi’nde siyaset bilimi okudu, John Hopkins’de uluslararası ilişkiler bölümünde master yaptı. Bu pırıltılı eğitim üzerine Türkiye’ye dönüp Ankara Siyasal’a asistan olarak girdi.
Demokrat Parti yıllarıydı. Genç Asistan Şerif Mardin, hocalarıyla birlikte DP’nin otoriterleştiğini düşünen liberal-Kemalist Forum dergisinde yazıyordu.
Forum dergisi çevresindeki aydınlarla birlikte, basına yönelik baskılar, İspat Hakkı yasası tartışmaları ve 6-7 Eylül olaylarından sonra 1955 yılında DP’den ayrılan 19 milletvekilinin kurduğu Hürriyet Partisi’ne üye oldu.
1956’ının sonunda hocası Turhan Feyzioğlu, dergideki muhalif yazıları yüzünden dekanlıktan alınınca, bunu protesto etmek için “Bu vaziyette demokrasinin en feyizli topraklarından biri sayılan bir memlekette benimsediğim ve demokrasinin özü sayılan kıstaslar muvacehesinde fakültemizdeki vazifeme devam etmeme imkan kalmamıştır” diye bir istifa mektubu yazarak asistanlık görevinden istifa etti.
Siyasete atıldı. Hürriyet Partisi’nin genel sekreterlik görevini yürüttü. 1957 seçimlerinde Eskişehir’den milletvekili adayı oldu, neyse ki kazanamadı. Neyse ki, çünkü seçim hezimetinden sonra Hürriyet Partisi, CHP’ye katılmış, 1960 darbesinde de Forum Dergisi’ndeki aydınlar önemli roller oynamışlardı.
Şerif Mardin ise elini ve zihnini kirletmeden 1958’de yeniden doktorası için ABD’ye gitmişti. Yeni Osmanlılar üzerine daha sonra genişletilmiş versiyonu bir klasik haline gelecek doktora tezini tamamladı. 1961’de tekrar Türkiye’ye dönüp, tekrar istifa ettiği Siyasal’a asistan olarak girdi ama artık toplumu anlamak değil değiştirmek isteyen, bilimsel yayından önce devrim peşinde koşan ya da cuntalarla iç içe girmiş siyasetçi akademisyen kuşağından ruhen kopmuş bir Şerif Mardin vardı.
Kuşağındaki akademisyenler ile aydınlar üstyapıyı belirleyen altyapı ve sınıf analizleriyle boğuşurken, o hem hayat hikayesi hem de Amerikan eğitimi ile üstyapıyı, Weber’i, kültürün belirleyiciliğini keşfe çıkmıştı. Toplumu değiştirmeyi değil anlamayı seçmişti.
***
Fakültedeki hocalarının bu tercihine karşı tavrını “Tuhaf şeyler yaptığımı düşünüyorlardı ama iğne batırmadılar bana “ diye anlattı.
Ama herkes bu kadar anlayışlı değildi. 1969’da Siyaset Bilimi giriş dersi sınavında sorduğu “Schumpeter’e göre Marx’ın kehanetini eleştiriniz” sorusu devrimci öğrencileri çok kızdırmıştı. Hem liberal bir düşünürün Marx’ı eleştirmesine, hem de Marx’ın diyalektiğine kehanet denmesine tahammül edemeyen öğrenciler sınavı boykot edip sınıftan çıktılar. (Oral Çalışlar/ Posta/8 eYLÜL 2017)
Mardin için Ankara’dan İstanbul’a Boğaziçi’ne gelme vaktiydi artık.
Ama, henüz esas meseleye gelememişti. Yıllar sonra üzerine yazacağı kitap yüzünden gerici ilan edileceği Said Nursi’yle de risalelerini yasaklatacak bir bilirkişi raporuyla tanıştı:
“1960'lı yıllarda Ankara'da, o zamanlar İlahiyat Fakültesi'nde öğretim üyesi olan değerli bir profesörden haber geldi. Dedi ki, "Birtakım evrak toplatılmış, adliyede duruyor. Bunlar gericilerin el yazısıyla çoğalttıkları risalelerdir. Bunlar hakkında bir zabıt tutulacak. Daha sonra mahkeme karar verecek." Beraberce adliyeye gittik ve çuval içindeki risalelere baktık. Ben o zamanlar eski yazıyı bilmiyordum. Profesör bana, "Bunlar Türkiye'nin en tehlikeli gerici unsurlarının Atatürk devrimlerine karşı bir cephe oluşturmak için yaptıkları propagandadır. Ben risalelerde ileri sürülen fikirleri biliyorum. Okudum, cumhuriyetin temellerine karşı olduklarını biliyorum. Ona göre bir zabıt hazırladım. Sen de imzalar mısın" dedi. Her ne kadar risaleleri okumamış idiysem de, o kişiye olan itimadım nedeniyle zabtı imzaladım. Mahkemeye intikal ettiği zaman, tahmin ederim ki verilen karar bu risalelerin dağıtılması aleyhineydi. Gel zaman git zaman, bu halktan çıkan birtakım neşriyatın nasıl bir şey olduğunu merak ettim ve biraz da vicdani bir borç olarak Nurculuğu araştırmaya başladım.”
(Ruşen Çakır’la söyleşi/ Cumhuriyet/1992)
Müderris bir aileden geliyordu, Yeni Osmanlılar üzerine doktora tezi yazmıştı, siyasetin kültürel kodlarını merak ediyordu ama eski yazıyı öğrenememişti. O yıllarda onunla birlikte çalışan ünlü bir sosyoloji profesörü, Şerif Mardin’in en büyük farkının o yıllardaki mahalle baskılarına, ne der’lere aldırış etmeden eski yazıyı öğrenmeye cesaret etmesi olduğunu söyleyecekti.
Said Nursi üzerine çalıştığını duyan İsmet İnönü, bir davette "Dikkat et, bu adam çok tehlikeli bir adamdır. insanların akıllarını çelmekte fevkalade etkili çalışmaları vardır" diyerek onu uyarmıştı.
Fakat Şerif Mardin herkesin girme dediği o kapıyı zorladı. 1973 yılında Amerika’nın saygın akademik dergisi Deadalus’a o makalesini yazdı: “Merkez-Çevre İlişkileri: Türk siyasetini açıklayacak bir anahtar mı?”
Osmanlılar, imparatorluk genişledikçe, başa çıkamadıkları, etnik, dinsel, bölgesel olarak farklı gruplara muhtariyetler vererek onların gevşek bağlarla merkeze bağlamış ama bu gevşek bağlar çatışmaları da beraberinde getirmişti. Modernleşmeyle birlikte merkez ve çevre arasındaki kopuş sürmüş, bu gevşek bağları modern ve merkezi bir devlet için sıkılaştırılmaya çalışan adımlar kopuşu artırmış, seçkin bürokratik sınıflla, bu sınıfa sokulmayan çevre arasındaki gerilimler sürmüş, üstüne laikleşme adımlarına tepki olarak da çevrede resmilik karşıtı bir kültür ortaya çıkmıştı. Bu kültürün merkezinde de İslam vardı.
***
Merkezden çevreye verilen siyaset yapma imtiyazları ise 31 Mart Vakası’ndan, Birinci Meclis’teki muhalafete, Terakkiperver Fırka’nın kapatılmasından, Kemalist devrimlere tepkilere, DP’nin ortaya çıkışından 27 Mayıs 1960 darbesine kadar bütün ana siyasi kırılmaların fay hattını oluşturmuştu.
Mardin, ardından gelen çalışmalarında kapıyı daha da zorladı.
Literatürde sadece aşağılanmak için bahsi geçmiş Nakşilikteki proto-demokrat nüveleri, Osmanlı’daki Nakşilik merkezli isyan kültürünü, her şey padişahın iki dudağı arasında denip geçilmişken Osmanlı Zımni Sözleşmesi’nin oluşturduğu dengeyi, Yeni Osmanlıların entelektüel çabalarının kıymetini, gerici denip içinden çıkılmış İslami figürlerin ve anlayışın Türkiye’de modernleşmeye katkılarını yazmaya cesaret etti.
Cemil Meriç’in de teşvikiyle Said Nursi üzerine yazdığı kitap ise gericilikle suçlanmasına, üç kez TÜBA üyeliğinin tıpçı üyelerin itirazıyla reddedilmesine sebep oldu.
TÜBA Başkanı reddi şöyle savunmuştu: “Said-i Nursi üzerine çalıştı diye değil de, Said-i Nursi’yi fazla parlattı diye eleştirildi.”
Anlamaya tek başına kıymet verilmeyen, her anlama çabasının ancak meşrulaştırmak, yüceltmek, propaganda için olduğunun düşünüldüğü bir ülkede tehlikeli işlere girişmişti.
Herhalde o yüzden 1973’te yazdığı Merkez-Çevre makalesi ancak 1985 yılında Türkçe’de yayınlandı. Çevirinin yayınlandığı dergide genç sosyolog Ali Bayramoğlu’nun Türkiye’de ilk kez Şerif Mardin’le yapılmış röportajı da vardı.
Mardin’in Özallı yıllarda keşfedilmesi sürpriz olmasa gerek. Çevrenin merkezi zorladığı yıllardı, önyargılar yıkılıyor, katı laiklik anlayışı yumuşuyordu. Herhalde bu liberal dalganın Türkiye’yi demokratikleştirebileceği umuduyla Şerif Mardin 1994’te ikinci kez siyasete girdi ve Yeni Demokrasi Hareketi’nin kurucusu oldu.
Çevreden merkezi zorlayan dindarlar da bu yıllarda Mardin’i keşfettiler. Çünkü anlattığı onların hikayesiydi.
Belki kitapları çok satılmadı, herkes oturup makalelerini okumadı ama onun kendileri hakkında “iyi konuşan” biri olduğunu düşündüler. İslam’a ve Müslümanlara Türkiye tarihindeki hakkı olan yerini veren ve bunun üzerine düşünmeye ve yazmaya cesaret eden merkezdeki bir beyaz adam olarak çevredekilerin takdirini kazandı.
Tabii bu hikayeyi böyle dinlemek istemeyen merkezdekilerin de tepkisini.
Yıllar sonra çevreden merkeze doğru yürüyüşünde ortaya AK Parti çıktı.
Kemalistlerin hayal ettiği gibi “Mahallenin ethosunu okulun temsil ettiği logosa” dönüştürememiş, mahalle kendi okullarını kurup ethos-logos sentezi bir kimlik yaratmıştı.
Eşraf zenginleşmiş, girişimci, ihracatçı olmuştu. Muhafazakarların medyası ve entelektüelleri ortaya çıktı.
Çevrenin merkeze yürüyüşünde 28 Şubat, 27 Nisan, başörtüsü yasakları, kapatma davaları gibi engeller çıkmış ama sonuç itibarıyla çevredekiler merkeze gelmişti.
İşte bu noktada Mardin, bir tehlike olarak Mahalle Baskısı’ndan bahsetti.
“Türkiye’de “mahalle baskısı” diye bir şey var. Jön Türklerin en çok korktuğu şeylerden biri de oydu. “Mahalle baskısı” bilinmeyen ve sosyal bilimce ifade edilmesi çok zor olan bir havadır. Bu havanın AKP’den bağımsız olarak Türkiye’de yaşadığına inanıyorum. Dolayısıyla AKP değil de, bu havanın gelişmesine müsait şartlar oluşursa o zaman AKP de bu havaya boyun eğmek zorunda kalacaktır.” (Ruşen Çakır’la söyleşi/ Vatan/ 2007)
Fakat, üzerinden 10 yıl geçen bu teori gerçekleşmedi. Yani baskı mahalleden çıkmadı. Baskı adına söylenenlerin çoğu yine “merkez” kaynaklı oldu.
Çevredekiler, merkeze doğru yürürken kurdukları koalisyonlarından bir süre sonra vazgeçtiler, devletin yeni sahibi olarak yeni bir merkez yaratmaya çalıştılar ama henüz buradan bir sonuç çıkmadı.
Bu yüzden de çevredekiler merkeze gelmesine rağmen siyasi fay hattını hala çevre-merkez gerilimi oluşturuyor. Eski kavga sürüyor. Merkezdekilerin çevreye geri dönme korkusu ve bunun beslediği eski yaşananlara dönük bir sınıfsal hınç ve merkezi kaybetmişlerin rövanş isteği, gerçeği reddetmesi ve kaybetme endişesi. Hala anlamaya çalışmak da işbirlikçilik, kendi cemaatine ihanet. Mahalle baskısı işte bu anlamda yaşıyor.
Şerif Mardin, Türkiye siyasi tarihi dizisinin ilk sezonunu yazmıştı. Dizinin son sahnesinde çevredekiler merkeze otururken görüldü.
Ama artık ikinci sezonunu bize yazacak bir Şerif Mardin yok.
Bakalım, önyargılarından, mahalle baskılarından kurtulup aynı vukufetle ve derinlikte ikinci sezonu kimler yazmaya cesaret edebilecek?
Yazarlar
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
4.08.2025
2.08.2025
28.07.2025
26.07.2025
23.07.2025
19.07.2025
16.07.2025
13.07.2025
11.07.2025
9.07.2025