Alper GÖRMÜŞ
Cuma günü, Balyoz davasının son duruşmasında emekli Orgeneral Ergin Saygun’un sözlerinin bir kez daha akla getirdiği bir sorunun cevabını aramaya başlamıştık: “Ergenekon ve darbe davaları hükümete rağmen mi açıldı?”
Hatırlayacaksınız, davanın tutuklu sanıklarından Ergin Saygun, dönemin Kara Kuvvetleri KomutanıAytaç Yalman’ın, “Balyoz plan semineri”nin ses kayıtlarını aynı ay içinde (2003 martında)Başbakan Erdoğan’a verdiğini söylemişti.
Başbakan’ın, bir yıl sonraki Sarıkız ve Ayışığı planlarını bildiği daha önce ortaya çıkmıştı. Saygun’un verdiği bilgiyle birlikte, Erdoğan’ın 2003-2004’teki bütün darbe planlarından haberdar olduğu ve bunlara karşı hiçbir soruşturma açtırmadığı kesinleşmiş oluyordu.
Cuma günkü yazıdan sonra iki grupta toplayabileceğim tepkiler aldım. Bunların birincisinde, özetle“Diyelim ki öyle” deniyordu, “bunu şimdi gündeme getirmenin ne faydası var?”
Hemen söyleyeyim: Bunun üzerinde hiç düşünmedim. Ben sadece, ortaya çıkan yeni bir verinin ışığında, yazının başlığında sorduğum sorunun artık ciddi bir soru haline geldiğine kanaat getirdim ve o sorunun peşine düşmeye karar verdim. Beni bir gazeteci olarak bu aşamada bu ihtimalin gerçeğe tekabül edip etmediği ilgilendiriyor. Bilahare faydasını, zararını da tartışabiliriz.
İkinci eleştiri de, Mart 2003’teki Balyoz darbe planından yedi ay sonra, 15 ve 20 Kasım 2003’te İstanbul’da gerçekleştirilen bombalamalara Erdoğan’ın o zamanlar verdiği karışık, garip tepkiden yola çıkarak, Başbakan’ın saldırılarla Balyoz planı arasında bağ kurmuş olabileceğine dair akıl yürütmeme yönelikti... Bazı okurlar, “komplo teorilerinin sınırında gezindiğimi” öne sürdüler bu nedenle...
Onlara da şunu söyleyeceğim: Ben bu iddiayı ilk olarak iki yıl önce, 23 Mart 2010 tarihli yazımda öne sürmüş, o zamanlar da benzer eleştirilerle karşılaşmıştım. O tarihte, Ergin Saygun’un şimdi verdiği bilgiden habersizdik, fakat şimdi öğreniyoruz ki Başbakan daha Mart 2003’te haberdarmış Balyoz’dan. Dolayısıyla şimdi ben, Başbakan’ın Kasım 2003’teki “uluslararası El Kaide terörü” damgalı saldırılardan sonra verdiği “karışık” mesajın “iç”e ve doğrudan doğruya Balyoz plancılarına yönelik olduğuna dair iddiamı daha da güçlü bir biçimde öne sürme hakkını görüyorum kendimde.
Neden böyle düşündüğümü, cuma günkü yazıyı okumamış olabilecek okurlar için özet niteliğinde hatırlatmalar ve o yazıda yer almayan başka bilgiler ışığında izah etmeye çalışayım...
2003 kasımında Başbakan’ın Balyoz algısı
Geçen yazıda, Başbakan’ın 2003 martında sadece ses kayıtlarıyla sınırlı olan Balyoz algısının, aynı yılın kasım ayında kendisine MİT’in sunduğu “Ergenekon çalışması”yla birlikte çeşitlenmiş ve ürpertici bir hâl almış olabileceğini öne sürmüştüm.
Hatırlarsanız: Başbakan’a sunulan raporun tarihi 19 Kasım 2003’tü ve 15 Kasım 2003’teki sinagog saldırılarından dört gün sonrasına denk geliyordu. Raporun sunulmasından bir gün sonra (20 Kasım 2003) bu defa Levent’teki HSBC’ye ve Taksim’deki İngiliz Konsolosluğu’na bombalı saldırılar gerçekleştirilmiş, çok sayıda insan ölmüştü.
Başbakan Erdoğan’ın kendisine sunulan Ergenekon raporundan önceki ve sonraki konuşmaları arasında bariz farklılıklar vardı. Rapordan sonra yaptığı ilk konuşmada (2 Aralık 2003’teki parti grubu konuşması) “Vakti saati geldiğinde fikir, düşünce planında, demokrasi çerçevesi içinde hesaplaşacakları” birilerinden söz ederek, “bunun da belgesi, bilgisi, delilleri, her şeyi elimizdedir” diyordu. Başbakan belli ki o güne kadar sürekli olarak vurguladığı “uluslararası teröristler”den söz etmiyordu, “içeri”den birilerine işaret veriyordu.
Kasım 2003: EMASYA birlikleri Levent’te
2010’da Balyoz darbe girişimi belgeleri ortaya çıktığında, savcılar bu saldırılarla Balyoz arasında birtakım kuşkulu noktalar saptadılar. Bunları geçen yazıda anlattım.
Muhtemelen Başbakan’a sunulan raporda da vardı bu bilgiler ve onun yukarıdaki “garip” sözleri etmesi bu yeni bilgiyle bağlantılıydı.
Hiç unutmuyorum, HSBC ve Konsolosluk saldırılarından birkaç saat sonra Levent’e EMASYA birlikleri gönderilmiş, doğrulanmayan haberlere göre Başbakan’ın kesin talimatıyla hızla geri çekilmişlerdi.
Bu, tabii, Balyoz planının “icra” safhasında yer alan “Bölücü terör örgütü ve El Kaide büyük şehirlerde özellikle İstanbul’da eşzamanlı büyük eylemler icra edecek. Oluşan kaos ve karmaşa nedeniyle sıkıyönetim ilan edilecek” cümlelerini hatırlatıyordu.
İşte Başbakan bütün bunlardan sonra “belgesi, bilgisi, delilleri, her şeyi elimizdedir” yollu konuşmasını yapmıştı ki, bütün bunları birleştirdiğimizde, o günlerde Erdoğan’ın Balyoz algısının sadece ses kayıtlarından ibaret olmadığını öne sürmek abartılı olmayacaktır.
Bence Başbakan, henüz iktidarının başlarında bir hesaplaşmayı göze alamadığı için, edindiği bilgileri kamuoyuyla paylaşmadı. Fakat kamuoyuna seslendiği konuşmalarının arasına yedirdiği bazı cümlelerle bu darbeci örgütlenmeye mesajlar verdi, onları uyardı, her şeyin farkında olduğunu ima etti.
Sarıkız ve Ayışığı’nı da biliyordu
2004’teki Sarıkız ve Ayışığı darbe planlarının 2007 nisanında Nokta dergisi tarafından fâş edilmesinden hemen sonra Dışişleri Bakanı ve AK Parti’nin iki numaralı ismi Abdullah Gül’ün yaptığı açıklamalar, Başbakan Erdoğan ve hükümetin bu planlardan da haberdar olduğunu açık bir biçimde göstermişti.
Hasan Cemal’e verdiği ve Milliyet gazetesinin manşetten duyurduğu söyleşide Gül, Nokta dergisinin duyurduğu planlarla ilgili olarak “İddia edilen, ortaya atılan niyetleri, gayretleri biliyoruz. Basında çıkmadan önce biliyorduk. Bunlar, devlette bilmesi gereken yerlere bildirilmiştir. Bilmesi gerekenlerin bilgisi vardır. Zaten savcılar da gereğini yaparlar”demişti. (Milliyet, 7 Nisan 2007).
Doğrudan savcılara yönelik benzer bir çağrı Başbakan Erdoğan tarafından dile getirilmiş, fakat bir tek savcı bile bu çağrıları ihbar kabul edip soruşturma başlatmamıştı.
Peki, Erdoğan ve Gül ilk ne zaman ve nasıl bilgi sahibi olmuştu Sarıkız ve Ayışığı darbe planlarından? Mevcut bilgilerimizle, 2006’nın bahar aylarında, Başbakan’a ulaştırılan bir mektup sayesinde... Mektup, “Psikolojik harekât çerçevesinde planlanan görevlerde aktif olarak yer alan” fakat daha sonra pişman olan bir subay tarafından kaleme alınmış ve Başbakan’a gönderilmişti.
İktidarın, bu planlardan 2006’dan da önce haberdar olduğuna dair bazı iddiaların varlığını geçerken ilave edeyim...
Hükümet belki de doğrusunu yaptı
Böylece geldik, bu yazının başındaki tesbite ve cevabını bekleyen soruya...
Tesbit şöyleydi: “Bu durumda, 2003-2004’teki darbe girişimlerini hükümete ihbar eden ordu içindeki ‘meçhul’ subayların, oradan hiçbir sonuç çıkmayacağını anlamalarından sonra, 2007’den itibaren konuyu basına taşımaya ve hükümeti darbecilerle hukuk önünde hesaplaşmak için zorlamaya karar verdiklerini düşünebiliriz.”
... Ve soru da şöyleydi: “Bugün geriye dönüp baktığımızda, AK Parti’nin ‘hesap sormak’tan imtina etmesinin muhtemel sonuçları hakkında neler söyleyebiliriz? Davalar, iddia edildiği gibi ‘hükümete rağmen’ de olsa açılmasaydı, bu ‘imtina çizgisi’nin sonuçları ne olurdu?”
Soruya cevap vermeden önce bir noktayı belirtmeliyim: 2007’de hükümetin 1 ve 2 numaralı isimlerinin açık çağrısına tek bir savcının dahi icabet etmediğini gözönüne aldığımızda, belki şunu kabul etmemiz gerekiyor: O tarihten önce, Türkiye’nin, darbecileri yargılamaya hazır bu yargısı yoktu ve hükümet belki de bunu gözeterek bu yönde herhangi bir adım atmamıştı.
Soruya gelince...
Biz şimdi, her şeyden haberdar olduğu halde hükümetin zamanında darbecilerle hukuk önünde hesaplaşmaya girişmemesine bakarak davaların “hükümete rağmen” mi açıldığı sorusunu soruyoruz ama, belki de öyle değildir. Belki de hükümet, yargının hazır hale gelmesi için beklemiştir, gerekli hazırlıkları yapmıştır ve şimdiki davalar onun (da) iradesini yansıtmaktadır.
Öyle ya da böyle, darbe davalarının açılmamış olması durumunda, Başbakan’ın sözleriyle darbecilerin de “işlerine bakmaya” devam edeceğini düşünebiliriz.
Davalar açılmasaydı sonucun ne olacağını ise kimse günümüzdeki duruma bakıp kestiremez.
Yazarlar
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları












































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.07.2025
14.07.2025
23.06.2025
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025