Yıldıray OĞUR
Dün 97 yaşında ölen eski Alman Şansölyesi Helmuth Schmidt’in 1975’te ziyaret ettiği Türkiye’den dönerken, ”50 sene daha gelinmez buraya, istikrar kolay kolay yakalanmaz” dediği söylenir.
Nazilerin gençlik örgütü Hitlerjugend’de yetişmiş, Leningrad kuşatmasına asker olarak katılmış Schmidt Türkiye’nin AB üyeliğine de karşı çıkıyordu.
Ama 1975’teki o sözü herhalde sadece düşmanlık ve eski Nazi geçmişiyle açıklanamaz.
Onun geldiği Türkiye, askerî ara rejimlerden çıkmış, askerin kılıcının tepede sallandığı, 18 vekille hükümetlerin kurulduğu, Kıbrıs’a girdiği için dünyanın silah ambargosu uyguladığı, sokaklarında sağcı solcu öğrencilerin birbirini öldürdüğü, ekonomisi yerlerde bir Türkiye’ydi.
En kötüsü de halkının çoğunluğunu bir sebeple düşman, tehlikeli bellemiş, musiki konserine izin verdiği için Kültür Bakanlarının istifa etmek zorunda kaldığı tuhaf bir ülkeydi o Türkiye.
1949 yılında bir Ankara dönüşü kıvrıla kıvrıla akan Sakarya Nehri’ni gören Necip Fazıl’a “öz yurdunda garipsin öz vatanında parya” dedirten bir ülke.
“Öz vatanında parya gibi hissetmek” Türkiye’de dindarların devlete bakışlarını ve siyasetten beklentilerini belirleyen temel duygu oldu.
Burası bizim elimizden alınmış güzel ülkemizdi. Devlet düşmüş bir kaleydi.
Bu duygu muhafazakâr kitlelerde 28 Şubat günlerinde bile devlete düşmanlığa dönüşmedi, bu histen radikal akımlar ortaya çıkmadı. Ama geri gelmek, rövanş almak, devleti ele geçirmek muhafazakâr siyasetin motorunu çalıştıran kömür oldu hep.
Devletle dindar toplum arasındaki bu makas yıllarca kapanmadı, bütün merkez sağ siyaset bu makas aralığında cereyan etti.
AK Parti’nin 13 yıllık kesintisiz iktidarının 10. Yılında, hatta askerî vesayetin barakalara gönderilmesinden sonra bile hâlâ bu makas kapanamamıştı, bir hükümetten ve bir devletten bahsetmek mümkündü. AK Parti’ye dönük en sert eleştiri de “Ankaralılaşmak”tı.
Muhafazakârlarla devlet arasındaki makası kapatan kırılma noktası 7 Şubat’ta başlayan, Gezi ve ardından 17/25 Aralık’la devam eden süreç oldu.
Ergenekon ve benzer davalarla başlayan süreçte Kemalistler uzun süredir ilk defa devletle karşı karşıya geldiler. Ama onlar için esas kırılma Gezi’de yaşandı. Kemalistler hep haşarı çocukları olmuş solcular tarafından sonunda sokağa çıkmaya ikna edildi ve kendilerini ilk kez ev sahibi olduklarını düşündükleri devletin karşısında buldular, hem de direnirken...
Devlet koltuğu boşalmıştı. İşte boşalan koltuğa, kendilerini devleti, kurulu düzeni savunurken bulan dindar kalabalıklar ve onların siyasi temsilcileri oturdu. Gezi’ye karşı meydanları dolduran kalabalıklar, meşruiyetçi çizgiye, normale ve devlete sahip çıktılar.
Ama esas belirleyici kırılma 7 Şubat’la başlayıp, 17/25 Aralık operasyonları, MİT tırları kriziyle birlikte giden süreçte yaşandı.
İçeriden ve dışarıdan devlet saldırı altındaydı. Bu kez dindarlar kendilerini, yıllarca onları potansiyel suçlu gören devlet kurumlarının yanında buluverdiler.
Gözaltına alınmaya çalışılan MİT müsteşarının, yere yatırılıp dövülen MİT’çinin ya da kumpas mağduru askerlerin, hükümete çok yakın diye eleştirilen bir Genelkurmay Başkanının yanında, Batılı ülkelerden yükselen eleştirilere karşı bir zamanlar ulusalcıların yaptığı gibi Türkiye’nin yanında, önünde.
Tam o günlerde bu aralar televizyonlarda tekrar yayınlanan bir konuşmasında Erdoğan, Necip Fazıl’ın o dizelerini okuduktan sonra şöyle demişti: “Artık o dizelerde garip ve parya değil, öz yurt ve öz vatan kelimelerini öne çıkartmalıyız. Çünkü burası bizim öz yurdumuzdur, öz vatanımızdır.”
Dün Necip Fazıl’ın şiirlerini okuyarak yetişmiş bir siyaset kuşağının 10 Kasım’da “Gazi Mustafa Kemal Atatürk” için söyledikleri sözler, neredeyse bütün bakanların devlet kurumlarının attıkları tweetler, AK Partili Büyükşehir Belediyesinin İstanbul’un bütün köprülere astığı Atatürk’ü anan dev posterler, son 29 Ekim’in uzun yıllardır en organize törenlerle kutlanması dikkatli gözlerden kaçmamıştır.
İnsan yaşadığı zamanı önemser. Belki Türkiye’de o yüzden her olaya çok çabuk tarihî deniyor. Halbuki tarihî olan şeylerin çoğu gözle görüp tarihî diyebileceğimiz yakınlıkta ya da büyüklükte olmuyor, onlar genelde devrimci anlar da değil, süreçler, biz farkında olmadan yavaş yavaş akan dip akıntılar.
Bundan sadece 8 yıl önce Türkiye, askerlerin canlı yayında, gazetecilerin hayran bakışları altında Cumhurbaşkanı seçilmek için “sözde değil özde laik” olma şartları ileri sürdüğü, milyonlarca insanın first lady başörtülü olmasın diye meydanlara çıktığı bir ülkeydi.
7 yıl önce ise üniversitelerde başörtüsü yasağını kaldırmaya çalıştığı için iktidar partisi az kalsın kapatılıyordu, en ilerici demokrat aydınlar bile üniversitede başörtüsü yasağının kaldırılması için hem özgürlük hem laiklik diye bildiriler yayınlamak zorunda hissediyorlardı kendilerini. Kamuda başörtüsü söz konusu bile değildi.
Bundan sadece 5 yıl önce Kürt siyasetçilerin en çok alkış alan sonra da dava olarak onlara dönen, en radikal, en tepki çeken talebi devletin Öcalan’ı muhatap alıp görüşmesiydi.
Bundan dört yıl önce Kemalistlerin en büyük endişesi cemaatin devlete sızmasıydı. En öncelikli talepleri ise Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılması, Ergenekon ve benzer davaların yeniden görülmesi.
Aslında hiç bitmeyen bir Anayasa tartışmasıydı bu yaşadığımız 10 yıl.
Masada birkaç anayasa profesörünün yaptığı değil, ülkenin her yerinde, her an, televizyonlarda, gazetelerde, mahkemelerde, sokaklarda kavga ederek, kapışarak, vuruşarak, kutuplaşarak yapılan bir büyük müzakereydi bu.
Olup biten biraz savaşların, kamplaşmaların, kavgaların, ihtiyaçların, zorunlu uzlaşmaların sonucu ortaya çıkmış Amerikan Anayasası’na benziyor.
Türkiye’de farklı kesimler birbirinden nefret ederek tanışıyorlar. Kavga ederek konuşuyorlar. Ve aslında kutuplaşarak anlaşmanın zorunlu olduğu yollara doğru ister istemez giriyorlar.
Kimsenin kimseyle konuşmadığı bu küskünler kakofonisinde aslında büyük bir diyalog var. Herkes birbirini tartarak, belki okuyarak değil bizzat yaşayarak öğreniyor. Keserek biçerek zarar vererek birbirini değiştiriyor.
Bu 10 yılda herkes birbirinden neler öğrendi.
AK Parti, Milli Görüş çizgisiyle büyük merkez parti olunmayacağını liberallerden, demokratlardan öğrenmişti.
Laikler de askerlere sırtlarını dayayarak Türkiye’de daha uzun yıllar siyaset yapamayacaklarını, hükümranlık süremeyeceklerini, darbenin, askerî vesayetin iyi bir şey olmadığını, yani demokrasinin, siyasetin faziletlerini AK Parti’den, şimdi diktatör dedikleri Erdoğan’dan öğrendiler. Askerî vesayetin yıkılmasında cemaatin sonrasında fake çıkan davaları belirleyici oldu ama o davalar sırasında yaşanan tartışmalarla herkes değişti, askerî vesayet fikri ahlaken yıkıldı.
Dindarlar da 90 yıl Kemalistlerin cebirle, hakaretle anlatmaya çalıştığı laikliğin devlet idaresindeki kıymetini cemaatten öğrendiler.
Türkiye’deki dindarlar için devlet, yeniden ele geçirilmesi gereken bir kaleydi. O yüzden cemaatin devlete sızmasına geniş dindar kitleler hak vererek baktılar, destek verdiler, muhafazakâr ailelerden gençleri cemaat bu ülküyle saflarına kattı. Ama bunun için hiçbir ahlaki, dinî, hukuki ilke tanımayan cemaatin vahşi iktidar arzularıyla yaptıkları, devleti ele geçirmeye çalışırken yıkmaya çalışması o kadar büyük bir eğreti hissi uyandırdı ki devleti ele geçirme fikri de cemaatle birlikte tepetaklak çöktü. Bir pozisyona gelecek kişinin dindar olması değil, ehil olması fikri yükselişe geçti. Devlet işlerinde hiyerarşinin modern ve seküler kıstaslarla kurulmasındaki hayır kendiliğinden keşfedildi.
Türkiye’de laikler insanların inançlarıyla, giyimleriyle kuşamlarıyla uğraşmanın iyi ve faydalı bir iş olmadığını da AK Parti’den öğrendiler. Belki AK Parti’ye yarıyor bu diye öğrendiler, belki cip süren başörtülü kadın görünce içlerinden hâlâ söyleniyorlar. Ama bu artık şık ve medeni bir davranış değil. Ekonomik ilişkiler, şehirde daha sık karşılaşmalar, bunun böyle devam edeceğine ikna olmalar, iktidar ilişkileri eski nesli içine atmaya, yeni nesli başka bir dil tutturmaya zorladı, zorluyor. Aksi fikirler hızla marjinalleşiyor, direnenler Hürriyet’ten Sözcü’ye düşüyor.
Muhafazakârlar Kürtlere yapılan haksızlıkları AK Parti iktidarının çözüm çabalarından, kurulan empatilerden, açılan kamusal alandan öğrendi. Öcalan’la müzakereye bile kimse sesini çıkarmadı. Buna direnen laik Türklerin kalplerini yumuşatan ise Gezi ve ardından Kürtlerle yan yana durmanın stratejik faydalarının farkına varmaları oldu.
Gezi’ye iktidarı değiştirme heyecanıyla katılan laik Türkler, sonu hüsranla biten bu başkaldırıyla devirmecilik oyununun artık tutmadığına ikna oldular. O yüzden muhafazakâr medyanın her olay için tehlike çanları çaldırdığı o ikinci Gezi bir türlü gelmedi.
Çözüm süreci belki buzdolabında ama çözüm süreci devletin değiştiğini, çözümün mümkün olduğu, şiddet olmadan da konuşmanın, siyaset yapmanın hak talep etmenin mümkün olduğunu Kürtlere bizzat yaşayarak gösterdi. Eli silahlarının en büyük silahı olan “Başka çare mi bıraktınız” efsanesi çöktü. Büyük bir psikolojik eşik aşıldı. Çözüm sürecinin en sağlam aşamasına geçildi böylece. Barajı aşmış, Meclis’e MHP’den kalabalık girmiş bir HDP varken, artık PKK’nın silahı, hendeği, mayını daha çok Kürtlerin gözüne batıyor, daha tarih dışı kalıyor. 1 Kasım’da yer değiştiren 1 milyon Kürt seçmen başlangıç. Silahın devrinin geçtiğine, Türk solcularının tersine tazyikine rağmen Kürtlerin kendisinin karar vereceği bir eşiğe doğru yürüyoruz.
Yani aslında Türkiye son 10 yılının en uzlaşılmaz gibi görünen başlıklarında ite kaka, düşe yanıla, birbirini hırpalaya, parçalaya bir orta yol, bir ortak akıl bulmayı başardı. O hayatta aşılmaz denen sorunların çoğu şu anda sorun bile değil.
Bu büyük, keskin sorunlar, çatışmalar, silah gibi siyaseti yok eden etkenler ortadan kalktıkça ortaya üzerinde herkesin kozlarını paylaşacağı, tartışacağı, siyaset yapacağı temiz bir zemin çıktı/çıkıyor.
Zor oldu, hâlâ zorluklar çok. Hâlâ riskler var ama çok büyük bir mesafe katettik.
Sınırlarında iç savaşlar, kendisine karşı bilenmiş düşman ülkeler olan, içeride ve dışarıda terör örgütleriyle mücadele eden, bu sırada devleti ortadan ikiye bölünüp birbiriyle kavgaya tutuşmuş, istihbaratı sokağa düşmüş, bu sırada barış süreci yürütmeye çalışan, aynı anda isyanların çıktığı ama defalarca seçimlerin yapıldığı demokrasisi ve devleti ayakta kalmayı başarmış bir ülke Türkiye.
Bu büyük bir başarı hikâyesi.
Yani kendimize haksızlık etmeyi bırakalım.
Türkiye kötüye gitmiyor. İç savaşa da gitmiyoruz. Tam tersine Türkiye biz farkında olmasak da normalleşiyor
Yüzde 49.5 da bu normalleşmeye destek için bir araya geldi 1 Kasım’da. Evladının üzerine kapanan bir anne gibi toplum ülkelerine, günlük hayatlarına 5 ay önceki endişelerini ve eleştirilerini bir kenara bırakıp sahip çıktı.
Bu duyguyla kavga etmeyenin, bunun kıymetinin farkına varanın siyaseten, ahlaken ve entelektüel olarak kazanacağı bir dört yıl bizi bekliyor.
Yazarlar
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları































































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.11.2025
8.11.2025
3.11.2025
1.11.2025
29.10.2025
27.10.2025
21.10.2025
18.10.2025
13.10.2025
11.10.2025