A.Turan ALKAN
Telefon çaldı, açtım; artık sayısı gitgide azalan kırk yıllık gençlik arkadaşlarımdan biri,-Bir şeyi merak ettim, dedi. “Geçenlerde Nahit Sırrı Örik’in bir hikâyesini okurken orada anlatılanların yaşadığımız günlere nasıl uyarlanabileceği meselesi aklıma takıldı. Yapsa yapsa sen yaparsın diye konuyu sana açmaya karar verdim, ne dersin?”
Nahit Sırrı Örik benim favori yazarlarımdan. Övünmek gibi olmasın, geçen sene paraya acımayıp üstâdın bütün külliyatını almış, sonra “çabuk bitmesin; idareli okuyayım” diye yemekten sonraya saklanmış leziz bir tatlı gibi sindire sindire hatmetmiştim.
Demek ki iyi sindirememiştim. Adını söylediği hikâyeyi hatırlayamadım,
-Biraz bekle ben sana gönderirim, dedi.
Sağolsun internet haberleşmesi; bir saat sonra hikâye ekranımda.
Adı, “Şair Necmi Efendi’nin Bahar Kasidesi”
*
Tamamını iktibas etmek imkânı yok, mecburen özetleyeceğim. Hangi aktüel ve siyasî gelişmeye ne kadar uyuyor, ne derece uyarlanabilir, işin o kısmını sizin hayâlhânenize bırakacağım.
*
Devir Sadrazam Abdulkadir Hulûsi Paşa devri, lâkin ey azizler bilmelisiniz ki Osmanlı tarihinde böyle bir sadrazam, Şair Necmi diye mâruf bir şair yok. Üstelik hadisenin geçtiği tarih de belli değil. Anlayacağınız hikâye tamamen kurgudan ibaret.
Hulûsi Paşa yeni sadrazam olmuş; vaktin âdeti öyle. Kim ki devlette yüksek bir mansıba erişirse devrin şairleri oturup “Şöyle soylusun, böyle boylusun; civanmertlik ve yiğitlikte Rüstem eline su bile dökemez. Cömertlikte Hatem Tai yanında mektep talebesi gibi kalır” yollu kasîdeler döktürüyorlar. Sadrazam da şiirden hiç hoşlanıp anlamasa bile şairlere güleryüz gösteriyor, üstelik okkalı bahşişler, caizeler de takdim ediyor.
Bizim şairimiz Necmi Efendi, yaşı elliyi geçkin, kocamaya yüz tutmuş biri. Vaktiyle âşığı “şek” gelmiş, Kazasker Harputî-zâde Hayrullah Efendi kerimesi Hatice Gülfam hanımefendiyle evlenmiş. Hatice Hanım ulemâ kızı, görmüş-geçirmiş aileden geliyor. Kader onu Necmi Efendi gibi bir şair parçasına (dikkat buyrulsun, fırsattan istifâde şairlere lâf sokuşturmak diye bir niyetim yok, sadece hanımının Necmi Efendi’ye ne gözle baktığını izaha çalışmaktayım) yazmış.
Hatice hanım, yeni sadrazam tayininin kendileri için mühim bir fırsat olduğunu düşünerek kocasını bir kasîde yazması için teşvik edip durmaktadır lâkin Şair Necmi’de pek iş (daha doğrusu ilham) kalmamış olmalı ki, hiç de içinden gelmeyen bu kasideyi yazmak için oturduğu minderde uykuyla uyanıklık arasında dalıp gitmekte, yazacak şey bulamamaktadır. Nitekim Hatice Hanım saatlerden beri minderde sızmış gibi duran Necmi Efendi’nin önündeki kâğıtları alıp tek mısra yazılmadığını görünce öfkelenip ağzından geleni aktarmış, “Dönüşümde kasideyi tamam isterim.” tehdidiyle kocasını ilham melekleriyle baş başa bırakmıştır.
*
Bir sonraki sahnede Sadrazam’la şairi, makam odasında görüyoruz. Necmi Efendi, biraz da aşağılanma pahasına girebildiği sadrazam konağında hayli bekledikten sonra lütfen huzura kabul edilmiştir; ne de olsa ismi duyulmuş bir şairdir Necmi Efendi. Ne var ki Hulûsi Paşa’mız kasideden hiç de memnun kalmamıştır; donuk, ruhsuz, lâf olsun diye kaleme alınmış, üstelik hayli gecikmiş bu uzun şiirin bizzat şairi tarafından okunmasını sıkılarak ama sabırla dinler. Aslında Hulûsi Paşa şairi, Hatice hanım’ın araya ricacı koyması üzerine “kerhen” huzura kabul etmiştir. Şiir bittikten sonra,
-Haremin, Mehmet Hayrullah Efendi kerimesi midir? diye sorar. “Evet” cevabı alınca Hayrullah Efendi’nin kendisine vaktiyle yaptığı iyilikleri hatırlar ve yüzünü pencereye çevirerek lutfen, “Çıkarken kâhya efendiye uğra” diye mırıldanır.
Necmi Efendi, kapısında yarım saat bekledikten sonra uğradığı kâhyadan, şöhretine hiç yakışmayacak, adeta sadaka kabilinden denilebilecek küçük bir caize kesesinden başka lütuf göremez. İçinden “alsam mı almasam mı” diye tereddüd geçirse de malî vaziyetinin iyi olmayışı, Hatice hanımın parasızlıktan sızlanıp durmasını, nice yıllardan beri evden eşya satarak geçinebildiklerini hatırlayınca kabule mecbur kalır. Kahırlanarak evine döner.
Karısı onu kapıda beklemektedir, “Paşayı gördün mü, verdiği ihsan nedir?”
Necmi Efendi bir şey söylemeden elindeki küçük caize kesesini uzatır. Hatice Gülfam, kesenin küçüklüğünü görünce söylenip durur; babasının nice hayrını görmüş yeni sadrazamın daha çoğunu vereceği ümidi boşa çıkmıştır.
O esnada fark eder ki Necmi Efendi rengi bembeyaz, tepeden tırnağa sırılsıklam titremektedir. Yataklara düşen Necmi Efendi üç günde kendine gelemez fakat eşi durmaksızın şairimizi sıkıştırmakta, “Yeni bir şey yazmalısın; daha büyük caize almalısın” diye başının etini yemektedir.
İşin aslı şu ki, Necmi Efendi dalkavukluğu sevmemekte, hele hele hak etmediği başarılarla kasılıp duran, etek öperek, rüşvet saçarak bir yerlere gelen devletlûlar söz konusu olduğunda eli buz kesmekte; korkakları kahraman, dalaverecileri dürüst, çirkinleri dünya güzeli, ödlekleri yiğitmiş gibi göstermeyi hiç içine sindirememektedir. Son kasidesinin başarısızlığının ana sebebi de budur ve bu yüzden gitgide şairlikten de nefret etmeye başlamıştır.
Biraz toparlandığı zaman hanımı yeniden sıkıştırmaya başlar Necmi Efendi’yi; Sadrazamın yaptırdığı yeni yalı bitmek üzeredir ve büyük bir ziyafetle açılışı yapılacaktır. Bu yalı vesilesiyle şöyle güzel bir kaside takdim edilse...
Necmi Efendi ızdırapla inler fakat bunu eşi duymaz. Çaresizdir. Eşinin ısrarı ve gitgide kötüye giden malÎ vaziyeti onu bu sevimsiz işe mecbur bırakmaktadır.
Kâğıdı dividi alıp köşesine çekilir. Kasideye evvela tabiatın tasviriyle başlamayı düşünür ve tam o esnada ilk baharın kokusunu hissederek tazelenir, istekle tazelenerek yazmaya başlar.
Eşi Hatice hanım ara sıra kontrol ettiği Necmi Efendi’yi büyük istek ve keyifle yazıyor görünce sevinir.
Ne var ki son uğrayışında kocasını minderde hafifçe kaykılmış, uyuklamakta olduğunu görür. Sessizce yaklaşıp ne yazdığına bakar. Kelimelerdeki, mısralardaki yüksek edebÎ kudreti hemen anlayabilecek derecede iyi eğitim gördüğü için bir şâheseri elinde tuttuğunu sevinçle fark eder ama koca kasidede sadrazama bir kelime olsun medh ü senâ bile yoktur: Başından sonuna muhteşem bir bahar kasidesi...
Öfkeyle kocasını uyandırmak için dürter Hatice hanım, “Ayol sadrazamın adını bile yazmamışsın” diye azarlayacaktır güyâ... Necmi Efendi’nin başı yana düşer. Hatice hanım hayret ve dehşetle farkeder ki Necmi Efendi, hayatının en güzel, en muhteşem eserini kaleme aldıktan sonra ruhunu sahibine teslim etmiştir.
Nahid Sırrı Bey, hikâyeyi şu cümleyle nihayetlendiriyor:
“Senelerin senelere değil, asırların asırlara devredecekleri bu ilâhî kasidesini yazar yazmaz Necmi Efendi uykuya, ebedî uykusuna dalmıştı. Yarı açık pencerelerin kafeslerinden bahar ona ilk kokularını ve serin rüzgârlarını gönderiyor, bunları minnettarâne ikram ediyordu. ”
*
Hikâye böyle işte... Gökten üç elma düştü. Biri merhum Nahid Sırrı Bey’e, öteki beni bu hikâyeden haberdar eden eski dostuma, üçüncüsü ise dalkavuk karakterini unutturmamak için her devirde bu role iştahla soyunan erbâb-ı mârifete...
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları






















































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
14.07.2016
13.07.2016
11.07.2016
10.07.2016
8.02.2016
7.02.2016
6.02.2016
4.02.2016
3.02.2016
2.02.2016