Enver SEZGİN

Yüz yıllık suskunluğun sonu
5.11.2013
2780

 GarabetDiyarbakırlı Ermeni’dir. Bir gün çevre köylerden kötü haberler duyarlar. İnsanları kafile hâlinde belirsiz bir yere götürüyorlardı. Sıra buraya ne zaman gelecekti?

Çaresizdiler.

Bile bile ölümü bekliyorlardı. Askerler her an çıkıp gelecek ve onları götürecekti.

Derken imdatlarına köyün imamı yetişir. Pek çok Ermeni gibi Garabet ve ailesini de günlerce evinde gizler. Sonra uygun bir anda nehrin kenarına götürüp salcıya onları karşı yakaya götürmelerini söyler.

Salcı imamın isteğini yerine getirir. Kurtulmuşlardır.

İmam “insanlık vazifesini” yerine getirmiştir.

Kılıç artığı” Garabet daha sonra “Müslümanlaştırılan!” Ermenilerden biri olur.

Aradan yıllar geçer Garabet’in oğlu Mehmet, Diyarbakır’da bir lisede okul müdürü olur. Babasına yapılan iyiliğin karşılığını yerine getirmek ister. Ancak nasıl?

Karar verir; imamın tüm yakınlarına diploma verecektir. Aslında yaptığı şey “uygunsuzdur”. Olsun, zaten imamın yaptığı da “uygunsuz” bir davranıştı. “Borç ödenmişti.

Mehmet ailenin tek erkek evladıdır. Uzun yıllar Diyarbakır’da öğretmenlik mesleğini sürdürür. Herhangi bir dinî inancı yoktur. Evlenir ve iki çocuğu dünyaya gelir. Kız çocuğuna Meryem adını verir.

Meryem’in çocukluğuna dair hatırladığı pek çok şey pek iç açıcı değildir.

Mahalle arkadaşları ona ve abisine kötü davranırlar. Sokak aralarındaki çocuk oyunlarında yerleri yoktur.

Büyüklerin davranışı da çok farklı değildir.

Bir gün dedesiyle birlikte çarşıya çok sevdiği “nohut tozu” almaya giderler. Bir adam gelip başını okşayıp onu sever.

Daha sonra “Ben bir abdest tazeleyeyim, ne de olsa ‘haram kemiktir’” sözü çıkar ağzından.

Dede bu laflara çok içerlemiştir.

Şunları söyler: “Demek ki bunlar bizi hâlâ olduğumuz gibi kabul etmiyorlar.

Dışarıda başka, evde ise başka bir hayat yaşıyorduk” diyor Meryem.

Çoğu zaman Müslüman gibi yaşamak zorunda kalıyorduk.

Devam ediyor: “Evde Ermeni olmayan bir komşumuz geldiğinde hemen susar, Kürtçe konuşmaya başlardık.

Meryem henüz küçük bir çocuktu ve olup bitenlerin pek farkına değildi. Ancak ailenin bir haksızlığa uğradığını da sezebiliyordu.

Bir gün anneannesinin şunları söylediğini hatırlıyor: “Dünyada bütün insanların göz rengi ayrı olabilir; ancak gözyaşı aynıdır. Bunlar bizden ne istiyor?

Baba Mehmet çocuklarının rahat etmeleri için öğretmenlik mesleğinden ayrılır ve İstanbul’a taşınır.

Kızı Meryem’i, Ermeni okuluna kaydettirmek ister. Okul Müdürü çocuğu okula kabul etmez. Baba nedenini sorar. “Çocuğunuz Ermeni değil, Siz Kürt’sünüz.” Baba bu duruma çok sinirlenir. Diyarbakır’da Ermeni, burada Kürt olmuşlardı.

Meryem’in çocukluğu çok gerilerde kaldı.

Ancak hâlâ o eski acı dolu günleri unutmuş değildir.

Buna rağmen aklı ve yüreği doğduğu topraklardadır.

Ben Diyarbakırlı Bir Ermeni’yim. Bu nedenle oradan, eski bir Ermeni köyünden toprak aldım. Doğduğum yerde toprağım olsun istedim.

Geçen hafta sonunda Boğaziçi Üniversitesi’nde “Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler Konferansı” yapıldı. Hrant Dink Vakfı’nın öncülüğünde düzenlenen bu etkinliğine ilgi büyüktü.

Gerek konferansa gösterilen ilgi ve gerekse de burada yapılan konuşmalar bize yüz yıllık suskunluğun sonuna geldiğimizi göstermektedir.

Kılıç artığı” dedelerin torunları görünür hâle geliyorlar.

İnsanlar geçmişleriyle buluşuyorlar.


Rakel Dink
’in açılış konuşmasında belirttiği gibi, “Bu mızrak artık çuvala sığmıyor”.


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar