Markar ESAYAN

Erdoğan'ın kontrol edilemezliği...
13.05.2014
2251

 Önce Anayasa Mahkemesi, sonra Danıştay'ın kuruluş yıldönümünde yaşananlar, öncesinde 17-25 Aralık, daha öncesinde dershaneler meselesi, Gezi krizi ve 2013 yılı boyunca da merkezinde Çözüm Süreci bulunan tüm o 'olağanüstülükler'...

Bana 2007 cumhurbaşkanlığı sürecinde yaşadıklarımızı hatırlatıyor.

Çözüm Süreci'nin kamuoyuna duyurulmasının üzerinden bir hafta geçmeden Paris'te 'Öcalan'a yakın' üç PKK'lı kadının infaz edilmesi, Reyhanlı, Cilvegözü'ndeki saldırılar, Çözüm Süreci'ni MİT'le yürüten Adalet Bakanlığı binası ve Başbakan'ın çalışma katı hedeflenerek yapılan DHKP-C'nin RPG saldırıları, 2006-2007'deki Rahip Santoro, Danıştay, Hrant Dink ve Malatya katliamlarını akla getiriyor.

Herhalde, benzer iki dönemde de tüm bu şüpheli olayların birer rastlantı olduğunu kimse iddia edemez.

Ancak, her ne kadar 2006-2007 ile 2012-2014 süreçleri birbirine benziyor gibi görünse de, aralarında temel bir fark var. İlk dönem, artık öyle görünüyor ki, gücü kamuoyuna abartılarak gösterilen vesayete karşı 'çakma' bir demokrasi mücadelesi iken, bu sefer egemenlik üzerinden hakiki bir 'kapışma' yaşanıyor.

Peki arada ne değişti, ne oldu da, ilk dönemde dışarıda ve içeride yüksek destek alan Erdoğan, 2012-2014 döneminde vahşi bir sürek avının hedefi oldu?

Kimse kusura bakmasın; Gezi krizinden beri izliyorum da, AK Parti'nin -istisnalar hariç- ciddi bir kesimi bile, bunun üzerinde kafa yormuş, yorduysa 'büyük resmi' görmüş, gördüyse bile Erdoğan'ın yaptıklarının önemini kavramış değil gibi. Taban çok daha bilinçli bu konuda. Erdoğan'a bağlılığı 'lider kültü' ile açıklayan 'soylularımız' maalesef bu bilinci görmekten uzaklar.

Türkiye'de asıl egemenlik savaşı Çözüm Süreci ile başladı. Çünkü bu ülkede kimsenin PKK sorununu çözmesine izin verilmez. Bu ülkede kimsenin Çin'den teknolojisi ile birlikte füze almasına, kendi silah teknolojisini üretmesine, her alanda 'millileşmeye', dünyanın hegemonlarının kurduğu real politik dışına çıkmasına izin verilmez.

Üzgünüm, Türkiye'nin hiç sömürge olmadığı doğru değildir. Türkiye aslında Batı'nın mandasını kabul etmiş, içte ve dışta vesayetle yönetilmiş bir ülkedir. Bu ülkede darbeler 'laiklik' endişesi ile değil, mandanın tehlikeye girdiği zamanlarda yapılmış, vesayet 'update' edilmiştir. Parlamenter rejimimiz halkı oyalama amaçlı bir senaryodur. Demokrasi değildir.

Türkiye Çözüm Süreci, özgün ekonomi yönetimi ile içte ve dışta egemenliğine sahip çıktığı anda Erdoğan'ın bileti kesilmiştir. 'Erdoğan'ın kontrol edilemezliği'nden kasıt budur. Türkiye ne zaman ki manda olduğunu anlamış, buna karşı siyaset üretmiştir, işte o zaman müdahale süreci başlamış, olağanüstülükler baş göstermiştir. Bunun merkezinde Çözüm Süreci, mesela şimdi de 1915 ile ilgili taziye vardır. Sizin Kürt ve Ermeni meselesini çözmenizi isterler, hatta üzerinizde baskı da kurarlar, çünkü bu mandayı tahkim eder. Ama çözmeye kalktığınızda da buna engel olurlar. Çünkü bu heyulalardan kurtulmak demek, mandanın sona ermesi demektir.

İşte, evvelki gün Danıştay örneğinde olduğu gibi, Erdoğan buna karşı çıkmıştır.

Erdoğan bir günde 'diktatör' oluverdi. Bunun bir anlamı var. Erdoğan her zaman aynı üsluba sahipti. Kopma ne zaman yaşandı bilemiyorum. Muhtemelen Erdoğan'ın liderliğine göz yumulmuş, zamanı gelince ya devşirileceği, ya da bir komplo ile ondan kolaylıkla kurtulunabileceği hesaplanmış olmalı.

Erdoğan çok zeki, özel bir lider. Bunu muarızları da kabul ediyor. Kendisi üzerine kurulan bu senaryoyu fark etmiş olması kuvvetle muhtemel. Ancak eğer güçlenene kadar 'rengini belli etseydi', Mursi'nin başına gelen onun da başına gelecekti. Ben bu manada, paralel devleti fark etmemiş olmakla, ya da kitlesel KCK tutuklamalarına destek açıklamaları yapmakla suçlanmasını eksik buluyorum. Bazı demokratikleşme adımlarını vaktinden evvel atsaydı da bu onun sonu olabilirdi, taziye gibi... Muhtemelen, bu şekilde Erdoğan kendisini sakladı ve güçlenmeyi bekledi. 7 Şubat'ın anlamını da herhalde biliyordu. Ama o zaman harekete geçse, bunu ne halka anlatabilir, ne de mücadele verebilirdi.

Kaldı ki, biz bu analizleri ancak şimdi yapabiliyoruz. 2002-2010'un anlamının aslında ne olduğunu da Erdoğan dahil kimsenin fark edebildiğini zannetmiyorum. Oyun kurucular hariç...

2007'deki cumhurbaşkanlığı mücadelesinde aslında Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı engellendi. Muhtemelen başbakan olarak yıpranması daha işlevsel bulunmuş olabilir. Aynı şey siyasi yasağının kalkması için Baykal'ın verdiği destek için de geçerli. Üzerinden 12 yıl geçti, bu hala Baykal'ın demokrasi aşkı ile açıklanıyor. Hayır, Erdoğan siyasi yasaklı kalsaydı, yıpranmayacak veya bir darbe ile savuşturulamayacaktı. Muhtemelen askeri vesayet diye mücadele edilen, daha çok bir kabuktu. O kabuğun içine belli ki paralel yapı yerleşmiş.

Şimdi de oyun Erdoğan'ın Çankaya'ya çıkmaması üzerinde kilitlenmiş durumda. Türkiye'nin delik deşik olmuş rejimini düzeltmesi, yeni anayasasını yapması, Erdoğan'ın Çankaya'ya çıkması ile mümkün. İyiniyetli ama kötü, ya da doğrudan kötü niyetli analizlere kulak asmayın. Tehditleri bir de bu açıdan okuyun.

Biraz cesaret, bu fırsat yüzyılda bir gelir. Erdoğan'ın değerini anlayın ve destek olun. Torunlarınıza anlatacak anlamlı bir hikâyeniz olsun.

Altın saatlerden çok daha iyi bir mirastır bu.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar