Alper GÖRMÜŞ
Toplum içinde “irtibatları ve iltisakları” bulunan bir suç örgütünü açığa çıkarıp mahkûm etmenin birinci kuralı, önceliği “irtibatlara ve iltisaklara” değil, teşkilat yapısına ve başta liderlik olmak üzere kadrolara vermektir.
Bu yöntemi tercih ederseniz, bir yola girersiniz ve o yolun sonundaki teşkilata ulaşmaya gayret edersiniz. Fakat öyle yapmaz da maksimalist ölçülerle hareket ederseniz, o yoldan saparsınız, sonra bir daha bir daha saparsınız ve sonunda kendinizi bir labirentin içinde bulursunuz.
Yolun sonundaki suç örgütünün istediği şey de zaten tamı tamına budur. Öyle olduğu içindir ki, örgüt buna sevinmekle kalmaz, peşine düşen yargı mekanizmasını yan yollara saptırmak için muhtelif “yem”ler hazırlar ve bunları soruşturma makamlarının önüne atar.
Başbakan Binali Yıldırım’ın dün (4 Ekim) 2017-2019 dönemini kapsayan orta vadeli ekonomi programını açıklarken sarf ettiği sözler, siyasetin bu tuzağın farkında olduğunu gösteriyor:
“Yargılama süreleri kısaltılmalıdır. 15 Temmuz darbecilerinden başlatıyoruz. FETÖ'ye bulaşmış binlerce kişi var ama hepsi darbeye karışmış değil. Darbeciler davaları uzatmak için başkalarının isimlerini veriyorlar, işi sulandırmaya çalışıyorlar, darbecilerin yargılanması süratle yapılacak.”
Labirent oluşturmada medyanın rolü
Soruşturmayı yan yollara sokup bir labirent oluşturmak ve böylece davayı uzatıp sulandırmak, medya olmaksızın yapılabilecek bir şey değil. Ne yazık ki, her ilginç enformasyonu haber sayıp önüne arkasına bakmadan haberleştiren gazetecilik geleneğimiz, büyük davaları sulandırmak isteyenlere her zaman çok yardımcı oldu; hem de bu davaları savunduğunu zannederken...
Susurluk’ta öyle olmuştu, Ergenekon’da öyle olmuştu, şimdi de öyle oluyor. Bütün enerjilerini “FETÖ’yle mücadele”ye ayırmış görünen gazetelerde, televizyonlarda yayımlanan yüzlerce “özel haber”in çoğu, soruşturmayı “yan yollara” sokma konusunda emsalsiz bir hizmet görüyorlar.
Böyle haberlerin ne kadar işlevsel olduğunu, soruşturmaya muhatap olanların bilmemesi imkânsız. Bu durumda, bu türden haberlerin hiç değilse bir bölümünün, Başbakan Binali Yıldırım’ın uyardığı gibi bizzat onların akıllarından türediğini düşünmek mantıksız değil.
Durum böyleyse, her “itirafçı”nın “bomba itiraf”ını bir koşu haberleştirmek ne kadar doğru?
Enformasyon yağmuruyla kamuoyunun zihninde labirentler yaratmak...
Mesele sadece sorgu süreçlerini bir labirente dönüştürmek ve bu yolla asıl hedeften uzaklaşmak değil...
Hiçbir ayıklama yapmaksızın, önemliyi önemsizden ayırmaksızın her ilginç enformasyonu haberleştirmek ve okurları adeta bir enformasyon yağmuru altında ıslatmak kamuoyu zihninde de labirentlere yol açıyor ve toplum zamanla “bu mesele çok karışık” noktasına varıp meseleden kopuyor.
Bu çerçevede, “Mevcut haliyle basındaki FETÖ soruşturmaları haberleri kamuoyunun konuya ilgisini artırıyor mu” sorusu size ilk anda tuhaf gelebilir ama... "Yağmur halinde enformasyon"un, ona maruz kalanlarda "duyarlılık"tan çok "konudan kaçma"ya yol açtığına ilişkin onca araştırma ortada dururken, bu soruyu sormak gayet yerinde...
Bu meseleyi Susurluk ve Ergenekon soruşturmalarının “labirent” biçimini almalarından sonra birçok yazımda ele almıştım... Yazının bundan sonrasında, “enformasyon yağmuru”nun bu negatif etkisini Susurluk ve Ergenekon örnekleri üzerinden ve o yazılardan geniş alıntılarla anlatacağım... Bakalım “FETÖ soruşturmaları”nın da benzer bir akıbete uğramakta olduğu konusunda sizi ikna edebilecek miyim...
‘Pasifliğe sürükleyen ziyade enformasyon’
İletişim kuramcısı Neil Postman, "Televizyon: Öldüren Eğlence" adlı kitabında, "gelecek tasarımları" karamsar olan iki düşünür-romancıyı (Orwell ve Huxley) karşılaştırır ve günümüz dünyasının Orwell'i değil, Huxley'i haklı çıkardığını söyler...
Neydi iki romancı arasındaki temel fark? Orwell, gelecekte toplumların "yasaklar ve enformasyonsuz bırakma" marifetiyle denetim altında tutulacağına inanıyordu... Huxley ise "Bizi pasifliğe sürükleyecek kadar enformasyon yağmuruna tutacak olanlar"dan korkuyordu.
Postman, şöyle özetler durumu: "Orwell hakikatin bizden gizlenmesinden, Huxley hakikatin umursamazlık denizinde boğulmasından korkuyordu..."
Televizyona bağlanan umutlar
Televizyonun toplum hayatına girdiği ilk yıllarda ona bağlanan ümitlerle, bu kitle iletişim aracının günümüzde başarabildiklerini kıyaslamak, Postman'ın tespitinin ne kadar haklı olduğunu göstermeye yetebilir...
Şöyle düşünülüyordu başlangıçta: Artık televizyon sayesinde dünyanın en uzak yörelerinde gerçekleşen haksız uygulamalar bile tek tek odalarımıza taşınacak, böylece oluşacak uluslararası kamuoyu tepkisi sayesinde bu tür haksızlıkları gerçekleştirenler eskisi gibi rahat hareket edemeyecekler...
Bu iyimser yaklaşım, yağmur halinde gelen enformasyonla ona maruz kalan insan arasındaki ilişkinin doğasından bîhaber olmaktan kaynaklanıyordu...
Ortaya çıkması zaman gerektiren ve ancak 1990'larden itibaren teorileştirilebilen bu "doğa", başlangıçta düşünülenin tam tersi bir tarzda işliyordu... Buna göre, ne kadar acı ve ne kadar önemli olursa olsun, insanlar tekrar tekrar izledikleri olaylar karşısında bir süre sonra "sıkılmaya" başlıyorlar, o olaya karşı ilgilerini yavaş yavaş kaybediyorlardı... Sözünü ettiğimiz olay hele bir de anlaşılması ve izlemesi zor, çaba isteyen bir şeyse, kopuş daha da hızlı gerçekleşiyordu...
Susurluk’taki haber bombardımanı
1996 Kasım'ında Susurluk'taki kazayla birlikte ortaya çıkan "hesap sorma ve arınma" talebinin bir süre sonra tavsamasının nedenlerinden biri de buydu kuşkusuz. Öylesine yoğun bir haber bombardımanı altında kalmıştı ki okur, bir süre sonra yavaş yavaş ilgisini kaybetmeye başladı. Üstelik konu karmaşıktı, izlemek için çaba sarf etmek gerekiyordu ve gene üstelik, "tepe"de meselenin üstüne gitme yönünde samimi bir çaba gözlenmiyordu... Sonrasını biliyorsunuz: Okurların, gazetelerde bu tür haberler gördükçe sayfaları çevirmeleri bir oluyordu...
Susurluk konusunda bir-bir buçuk yıl boyunca gazetelere yağan (ve rekabet nedeniyle gazetelerin bunların tamamını kullandığı) doğru-yanlış haberleri düşünürsek, bu haberleri gazetelere pompalayan odakların, "yağmur halinde gelen enformasyon" karşısında insanların nasıl bir tepki gösterdiğini bildiklerini bile varsayabiliriz...
Ergenekon’da da aynı süreç yaşandı
2008’de başlayan Ergenekon süreci, tıpkı bugünkü FETÖ soruşturmalarına benzer biçimde yan yollara sapıp dallanıp budaklandıkça, kamuoyunun zihninde de labirentler oluşmaya başladı ve zaman içinde bu kargaşanın içinden çıkamayacağını düşünen okurlar konudan koptular. 2012’de kaleme aldığım bir yazıda bu sürecin nasıl işlediğini Susurluk örneğinin de yardımıyla anlattıktan sonra, lafı böyle durumlarda gazeteci sorumluluğuna getirip şöyle demiştim:
“Aslında bu mesele bir yanıyla, çok uzun bir süreye yayılan ve çok yoğun enformasyon içeren haberlerde gazetecilere düşen sorumluluk konusuna bağlanıyor... Gazeteciler, böyle durumlarda okur ve izleyici psikolojisini de hesaba katarak mesleklerinin bir gereği olan ‘önemliyi önemsizden ayırma-ayıklama’ fonksiyonu üzerinde önemle durmalı ve bu sorumluluklarını yerine getirmelidirler.”
Ne var ki öncesinde Susurluk davası gibi bir örneğin yaşanmış olmasına rağmen, gazeteciler beş yıldır süren Ergenekon davalarında da bu görevlerini hakkıyla yerine getirmediler. Ciddi, temellendirilmiş iddiaların yanı sıra sansasyonel iddiaları da “değerlendirerek” hem “enformasyon yağmuru”nun dozunu artırdılar hem de davaları itibarsızlaştırmak isteyenlerin ellerine önemli kozlar verdiler.
Şimdi, Susurluk’un üzerine Ergenekon örneği de eklendi ama hâlâ bir ders çıkarılmış gibi görünmüyor. Tıpkı o soruşturmalarda olduğu gibi, “FETÖ soruşturması” da hem yargı sürecinde hem de kamuoyunun zihninde hızla bir labirente dönüşüyor.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025
29.04.2025
25.04.2025
21.04.2025