Leyla İPEKCİ

Gerçeğimizi esir alan şaibeler
20.05.2014
1655

 Soma'da sahipsiz Suriyeli kaçak işçilerin madende çalıştırıldığına ve çıkarılamadan üzerlerinin örtüldüğüne dair durmaksızın haber geçildi. Sosyal medyada her biri kesin bir dille yazılanlara bakıp madende çıkarılmamış hiçbir cenazenin kalmadığına da, orada yüzlerce Suriyeli işçinin gömüldüğüne de varabilirsiniz. Neyin sahici neyin manipülatif bir kurgu olduğuna dair sahih bir ölçüyü nasıl tutturacağız?

Hayatımızdaki şaibelerden bazılarını hatırlayalım. Hrant Dink'in Türklüğe hakaret ettiği için 'üç beş maceracı çocuk' denilen milliyetçi gençler tarafından haddini bildirmek maksadıyla öldürüldüğüne inanan çok geniş bir kitle var. Çünkü bu yönde yapılan yayınlardaki kasıt ve hedef gösterme faaliyetleri derin devlet operasyonlarından birine daha kılıf hazırlamıştı. Cinayetin arka planını hazırlayanlar, yetkilileri koruyanlar, azmettiriciler derken... Suçlular kanıtlarıyla birlikte alenileşmelerine rağmen, gerçeğin üzeri halen örtülü. Nihayetinde Hrant Dink, halen o kaldırımda yatıyor. En net gerçek olarak.

Hanefi Avcı'nın sahte delillerle içeriye atılmasının, Hakan Fidan'a düzenlenen kumpasın ardında kimler var, gerçek sorgulanmayı bekliyor. Ergenekon mahkemelerinde tanıklıklarla iddia edilen yargıdaki benzer hukuksuzluklar da sorgulanmayı bekliyor. Aynı şekilde devletin en üst düzeyini dinleyenlerin de yargılanışını gerçekleştirmiş değiliz... Kürt açılımı ve barış süreci boyunca provokasyonlar hiç dinmemişti. Bugün halen Silvan saldırısının, Reşadiye'nin, Çukurca'nın karanlıkta kalan birçok yanı var. Yazıcıoğlu'nun öldüğü şüpheli kazanın ardındaki gerçekler de çözülebilmiş değil.

Uludere / Roboski'de katledilenler ne kadar gerçekse, kasıtlı olarak değiştirilmiş istihbarat iddialarının da bir o kadar gerçek olabileceği söyleniyor, bilmiyoruz.

90'lara uzanırsak. Fırat'ın öte yakasındaki gözaltında kayıpları, yargısız infazlar, asit çukuruna atılanlar gerçekti. Ama emir verenler, azmettirenler, uygulayanlar... Net olarak yargılanamadı, ister devlet tarafından, ister örgüt tarafından üzerleri örtüldü. Yıllardır kayıplarını arayanlar, dul kalanlar, yetim kalanlar, hakkını yargıda aramaya yılmadan devam eden çaresiz mağdurlar gerçekliğini sürdürüyor ama... Susurluk'ta açığa çıkan kanlı ilişkilerin ağa babaları, kamu bankalarını batıranlar, özellikle 28 Şubat'ın medya ve sermaye ayağındaki sorumlular... Kendilerini daha derine çapalamakla yetindiler, bütün gerçeklik algımızı çarpıtmayı da başararak. Halen sorgulanamıyorlar.

Sivas ve Başbağlar dehşetinin faillerinin kimler olduğu, aradan yine onlarca yıl geçmesine rağmen halen net olarak ortaya çıkarılamadı. Zaten 93 yılında olanların üzerindeki şaibe hiçbir zaman kalkmadı. Aynı şekilde ardında ne olduğu hiç aydınlatılamayan Mumcu cinayetinden başka, Kamhi'ye düzenlenen suikast girişimi, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis'in helikopterinin düşmesi sonucu ölümü; daha önce suikasttan kurtulan Turgut Özal'ın 'zehirlendi' iddialarıyla ölümü; Bingöl-Elazığ karayolunda 33 silahsız erin tam barış müzakereleri sürecinde kurşuna dizilmesi; Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanının öldürülüşü... Hayatını kaybedenlerin gerçekliği dışında, arşivler gerçeğe kayıt düşüremedi.

Yine arşivlerde Üçok, Aksoy gibi cinayetleri birtakım 'dinci, şeriatçı' örgütlerin azmettirdiğini okuyabilirsiniz. Ergenekon dönemindeki Danıştay cinayeti de keza böyle. Bunların birer operasyon olduğu, memlekete irtica geliyor korkutmasıyla vesayetçi yapının devamına bir gerekçe oluşturulmak amacıyla düzenlendiği ortaya çıksa da, kimileri halen aksi yönde düşünüyor. Burada en somut gerçek yine ölenler. Ve yakınlarının on yılları aşan kahredici çaresizlikleriyle baş başa bırakılmaları. 90'lardaki 18 faili meçhulle ilgili daha birkaç gün önce görülen önemli davada ise 'ben o sırada tatildeydim' diyen resmi yetkililerin mahkeme tutanakları kayda geçirildi. Ortadaki tek somut gerçek yine maktullerdi!

Dersim, Zilan, Bahçelievler, Çorum, Maraş gibi katliamların asıl sorumluları bir türlü net olarak ifade edilemezken 6-7 Eylül olayları için 'Özel Harp işidir, muhteşem bir örgütlenmedir' diyen Yirmibeşoğlu'nun sözleri arşive geçse de vicdanlarda adalet duygusunun gerçekleşmesine hizmet edemedi açıklamaları. Diyarbakır cezaevindeki zulmü araştıranların hazırladığı rapor ne kadar gerçek olsa da, 12 Eylül işkencecilerin hukuken yargılanabilmesi mümkün olmadı. Gökçeada ve Bozcaada'da uygulanan eritme planı dönemlerindeki kundaklamaları, cinayetleri, kontrgerilla faaliyetleriyle, özel harp operasyonlarının estirdiği zulmü de arşivlerde net ifadelerle bulmak kolay değil. Kim suçlu, kim hain, kim mağdur, kim mazlum, kim zalim?..

80 öncesi kontrgerillayı araştırırken katledilen savcı Doğan Öz'ün oğlu Turan Öz, birkaç yıl önce sormuştu: 'Bir geçmişi affedebilmek için bile önce bilmek şart değil mi, nasıl yaşar insan bilmeden? Bilmiyorsan eğer, bütün toplum işkenceci, bütün toplum katil değil mi?'

Tarafsız ve bağımsız yargıçlarla hakimler hepimizin derdi olmadığı sürece, devlet kendi içindeki suçluları, istismarcıları, azmettiricileri, derin yapılanmaları ayıklamayı görev edinmediği sürece... Yönetenler halka hak ile, adalet ile hükmedemediği sürece büyük ve çoğulcu bir medeniyet kurmaktan bahsedemeyeceğiz.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar