Markar ESAYAN

Ruhta sulh, cihanda sulh...
22.06.2014
2090

 Çoğunluk vahşetin başka dünyanın insanlarına, ya da aslında insanaltı varlıklara ait bir olgu olduğunu düşünürüz. 'Sineklerin Tanrısı' veya 'Hayvan Çiftiği' gibi romanlarda, son derece uygar gözüken insanların, belirli şartlar oluştuğunda vahşeti kolayca normal bir tabiat olarak benimsedikleri görülür. Din adına savaştıklarını söyleyen IŞİD gibi örgütlerin, kolaylıkla insanların kafalarını kestiklerini gördüğümüzde, aklımızdaki gerçeklik sınırları belirsizleşir. Batı daha estetik öldürüyor olsa da, vahşetin sürekliliği ve yaygınlığı gerçeğini değişmez. Bir drone'un parçaladığı ile Işid'in kurşuna dizdiği kişinin sonu aynı olmaktadır. Birisine vahşet, barbarlık derken, -ki öyledir- bir diğe- rine 'gereklilik veya demokrasi ihracı' demek, vahşetin en uygar medeniyetle- rin merkezine kadar işlediğinin ve sürekli bir kural oluşunun ispatıdır.

Emperyalist veya şeytan Batı'ya karşı mücadele adına çoluk çocuk öldürmek de aynı kapıya çıkar.

Hepsi de vahşettir ve sayılarla konuşmak ayıptır ama, 11 Eylül'de El Kaide saldırılarında ölen masumların sayısı 3000 civarında iken, dünyayı El Kaide'den temizlemek için öldürülen masum insanların sayısı bir milyonu geçmiştir.

Sanki ülkelerin doviz kurları gibi bir değer, insan ölümleri oranını da belirler gibidir.

1 Batılı= 333 Doğulu gibi...

30 yıllık çatışmalarda Türkiye'de ölenler, Türk veya Kürt olsun, hepsi de yoksul ve dezavantajlı kesimlerden gelmektedir. Bu mide bulandırıcı bir gerçektir. Bu adaletsizliğe tepki duymak da sıhhat işaretidir.

Ancak öfkelenmek düzenin değişmesi için yeterli olmuyor. Hatta bizlerin değişmesi de yeterli olmuyor. Dünyadaki genel kural şiddet ve vahşet olduğunda, kuralı da o koyuyor ve barış isteyenler dahi ateş kendilerine ulaştığında aynı silahla karşılık vermek zorunda kalıyorlar.

Ruhta sulh, cihanda sulh...

Öncelikle şiddetin ruhlarda sönümlenmesi gerekiyor. Çünkü o orada var ve tehlike anında kırılmak üzere bekliyor. İçimizdeki vahşinin üzerinde düşünmemiz şart. Kendi üzerimize düşünmek özgürleşmenin olmazsa olmazıdır. Bunu başkaları bizim yerimize yapamaz. Kendi düşüncesine sahip çıkamayanlar taklitçi bile olamazlar, köle olurlar.

Şiddet doğamızda olduğuna göre bu varoluşun belirli bir bölümüne denk geliyor olmalı. Yani 'tu kaka' diyerek durumdan kurtulamayız. Hayatta kalmak için içimizde potansiyel olarak duran bu aşkın gücü nasıl, ne zaman ve hangi şartlarda serbest bırakacağımız konusu hayatidir.

Şiddet ancak insanın hayatının tehlikede olduğu çok özel durumlarda başvurulabilecek bir özelliktir. Bunu bir cemaate veya devletlere de uyarlayabiliriz. Yani oldukça istisnai bir durumdur. Ama bugünün dünyasında şiddet ve vahşet, bireyin ve devletlerin hayatında istisnai durumun çok ötesinde bir kural haline gelmiş durumda.

Şiddetin mağdur edenle mağdur edilenin ortak mücadele biçimi olması, bireysel hayatta da, toplum ve devletlerin hayatında da durumu daha karmaşık hale getiriyor. Şiddet açıkça uygulanabilecek bir fiil değil. Uygulanması için rasyonelleştirme şart. Mağdur edilecek kişi veya zayıf kesimlerin şeytanlaştırılmaları bundan. Irkçılık bu meşruiyet ihtiyacından doğmuş ve sadece devletleri değil, sıradan insanları işlevselliği nedeniyle ele geçirmiştir.

Mağdurun şiddeti ise çok daha dokunulmazdır. Kimse açıkça mağdur edilmiş bir bireyin veya toplumun şiddetle kendisini savunmasına karşı çıkamaz. Ama kendini korumak ile şiddeti 'ötekiler hiyerarşisinde' daha altlarda olanlara uygula- mak arasında sıkça ihlal edilen bir sınır vardır. Üstelik barış zamanı geldiğinde, kanıksanmış ve normalleşmiş olan şiddete dayalı hayat biçimi kolayca terk edilemez. Çözüm Süreci'nde 'Tam PKK'yı yeniyorduk' ile 'Tam TC'ye diz çöktürmüştük' iddiaları arasında fark yoktur. O zihinlerde şiddet tek kuraldır.

Şiddet, bu zor dünyada hayatta kalmak veya başarılı olmak için tek kural olarak dayatılmış olsa da, bu aslında büyük bir yalandır. Şiddetle elde edil- miş kalıcı bir başarı yoktur, tarihi esir almış bir bozgun söz konusudur. Çok istisnai durumlar için belki geçici olarak mecbur kalınabilecek bir halin genel bir tavır olması dünyayı da insanı da mahvetmiştir.

Akıl ve vicdan çoğu durumda şiddetten çok daha verimli sonuçlar doğuracak çözümleri bize sunmaya hazırdır. Her durumda baltaları kapıp birbirimize saldırmak bizi hayvanlar dünyasından bile aşağıda tutar. Hayvanlar sadece doymak için avlanır ve asla fazlası için riske girmez. Kendisine akıl ve kullanışlı eller bahşedilmiş insanın bugünkü durumu gerçek bir başarısızlık öyküsüdür.

Devlet şiddeti, bireysel şiddet, fiziksel şiddet, duygusal ve cinsel şiddet, insanın doğasından neşet ettiği iddia edilen ancak gerçekte doğamızın suiistimal edilmesinden neşet eden bir anomalidir.

Bu kadar şiddet doğal değildir. Suçu doğamıza, dünyaya atarak kurtulamayız. Bunun bir tercih olduğunu kabullenmeliyiz.

Nitekim aynı zor şartlara farklı farklı tepki veren insanların ve toplumların varlığı bunun ispatıdır. Hem de en zor durumlarda bile...

Gandhi sivil itaatsizlik ve pasif direnişle Britanya'yı dize getirmiştir. Ancak hemen sonrasında Hindular ve Müslümanlar birbirlerini öldürmeye başlar. Gandhi 'Ben bunun için mücadele etmedim. Bu vahşeti izlemek yerine ölmeye yatayım daha iyi' der ve açlık grevine başlar.

Açlık grevinin bir yerinde Gandhi'ye gelen bir ziyaretçi 'Sen bir Hindu'sun. Bunlar benim çocuğumu öldürdü, söyle ne yapayım?' diye sorar. Gandhi şöyle cevaplar:

'Yapacağın bir tek şey var. Babası Hindular tarafından öldürülmüş bir Müslüman çocuğu evlat edineceksin ve onu ideal bir Müslüman gibi yetiştireceksin.'

Cesurlara atfedilse de şiddet korkakların işidir. Asıl cesaret bağışlayabilmektir.

Tabii önce kendini...

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar