Markar ESAYAN

Dedektif
18.09.2011
3265

Geçen gün bir okurum bana yıllar yıllar önce AGOS’ta yazdığım bir makaleyi hatırlattı. Gerçekten de yazının böyle bir sihri var, kalıyor yazı, kâğıtlarda, fiber optik kabloların hızla ulaştığı devasa serverlerin midelerinde, ama daha çok da akıllarda ve gönüllerde...

Demişim ki, insan kendi hakkından vazgeçme şövalyeliği yapabilmeli. Bak sen!

Çok mutlu oldum. Çünkü yazmak dışında bir şey beni tatmin etmiyor.

Canım çok sıkılıyor benim, doğduğumdan beri. Bildiğiniz adi can sıkıntısından bahsediyorum, soylu bir şey değil yani. Hani canınız sıkılır ve yerinde durmazsınız ya, benim hayatım öyle işte. Zor bir yük bu. O yüzden roman yazıyorum. Roman yazmak çok zor iştir. Gerçekten hamallıktır. Ama çok zamanımı alıyor ve canımın sıkıntısını unutturuyor bana.

Pavlus Allah’a yakarır İncil’de ve “bedenindeki dikeni” almasını ister. Çok dua etmiştir. Bu dikenin ileri derecede görme bozukluğu veya zina arzusu olduğu söylenir. Adamın yerine konuşmayalım, bilmiyoruz. Ama ona gelen cevap “Lütfum sana yeter” olmuştur, Allahtan.

Lütfum sana yeter...

Ben anlamadım bu cevabı, ama çok etkilendim. Benim lütfum da, belki can sıkıntısı, belki ondan kaçmak için sığındığım meşgalelerdir, yazmak gibi... Belki de bilakis (ne güzel bir kelime değil mi?) dikenlerimdir onlar, kim bilir?

Geçen gün twitterda bir twittdaş, “İnsan niye yeniden dünyaya gelmek ister ki” diyordu, “canı sıkılır insanın, başka başka gezegenlere gelelim dünyaya geleceğimize.”

Makul, benim aklıma neden gelmedi ki!

Mesela ben asla geçmişime dönmek istemem. Gençliğine veya çocukluğuna özlem duyanları anlamam. Feci bir şey bu. İstediği kadar güzel, mutluluktan mayışarak geçmiş olsun, çok can sıkıcı. Hem benim çocukluğum da gençliğim de cenderede sıkışmış bir toplumun içinde geçti. Kâbus gibi, kimse konuşamazdı. Fısıltılar diyarı bir ülke.

Herkes fısıltıyla konuşurdu korkudan. Okulda da çok sıkıldım. 13 yaşında Böyle Buyurdu Zerdüşt’ü okumuşum bir halt anlamadan; übermench takıntısı edinmişim, sonra ateist olmuşum, Jethro Tull, Alan Parsons Project ve Inti Illimiani dinliyorum, feci durumdayım yani, tam bir kaos.

Okulun girişinde bronz bir Atatürk büstü var. Can sıkıntısından her sabah kafasını ters çeviriyorum. Düzeltiyorlar. Sabah 8:00’de giriyoruz okula, akşam 18:00’de çıkıyoruz. Feci bir can sıkıntısı. Akşam çıkarken hırsımı Atatürk’ten alıyorum, yine ters çeviriyorum kafasını. 1980’lerin ortaları, dikkatinizi çekerim. Okulda bu hain aranıyor sürekli. Faşist bir “Türk Müdür Başyardımcımız” var. Faşistliğinden beter, bir de iyi bir adam. Hiç çekilmiyor faşistin de öylesi. Çocuğun ağzını burnunu dağıttıktan sonra üzülüyor mesela. Sabah karşı zilzurna okulun kapısına dayanıp hademeye kapıyı açtırıyor, sonra kolonya içiyor odasında, içki yok diye. Ben severdim adamı.

Benim kadar çatlak bir arkadaşım var. Birlikte Transandantal Meditasyon’a sarıyoruz, can sıkıntısından. Tanıtımına gidiyoruz. Aklımıza yatıyor. Kabul töreni olacak, mantramızı vereceklermiş. “Meyve getirin” diyorlar, törende kullanacaklarmış. Ama elma olmazmış mesela. Liste veriyorlar, muz götürüyorum. Odaya giriyoruz. Tüten tütsüler var, adam Sanskritçe bir şeyler söylüyor, “veda” herhalde. Muza gözüm takılıyor.

Muz çok komik geliyor o anda bana.

Adam, adamın söylediği zımbırtı, tütsü ve muz. Hepsi daha da komik geliyor birarada bana. Gülmeye başlıyorum. Sonra kahkahalarla gülüyorum. Adamın bana tahammül etmesi canımı sıkıyor sonra. Çarpsana iki tokat, işine saygın yok mu senin!

Arkadaşımla iki ay sonra bırakıyoruz TM’yi. Bilinçdışının canına okumuşuz herhalde, o durmadan kusuyor, ben de halüsinasyonlar görüyorum devamlı.

Dişim ağrıyordu. Annem bir polikliniğe götürdü. Çekilmeyecek diye söz verdi ama... Oturdum koltuğa, doktor da söz verdi. Sadece bakacakmış. Sonra neresinden çıkardı anlamadım, John Wayne gibi çekti kerpeteni, ağzıma soktu, dişime yapıştı. Aldatılmayı sevmiyorum. Canım sıkılıyor. Elini öyle bir ısırdım ki, adam can havliyle okkalı bir tokat patlattı. Sonra annemi adamın tepesinde gördüm. Kovulduk. Dişim çekilmedi. Fena mı oldu?

Ömrüm boyu ne çıkacak diye can sıkıntısıyla izledim kendimi. Kendime çok ilginç geliyorum. “Ne garip bir mahlûk” bu diyorum. Ne düşünür, ne ister, ne yer, ne içer? Bir göz hep beni izliyor. Kendimi izlemek için tuttuğum bir dedektif gibiyim.

İnsan kendisiyle bu kadar meşgul olmamalı. İyi değil.

Kendi hakkından vazgeçme şövalyeliği.

Hoş lafmış harbiden.


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar