Cemil KOÇAK
Sorunun kendisinin bile abes olduğunu düşünen ne kadar çok kişi olabileceğini hayal bile edemiyorum. Bizzat Atatürk Nutuk’un daha ilk cümlesinde 19 Mayıs’ın önemini ve anlamını belirttikten sonra artık bu soruyu sormanın ne anlamı olabilir ki?
AYNI soruyu Kâzım Karabekir’e soracak olsaydık, anılarında belirttiği üzere bize tam bir ay öncesini, 19 Nisan 1919 tarihini verirdi. Paşanın Trabzon’a çıktığı tarihtir bu. Elbette o dönemden kalan pek çok kişisel tarih de verilebilir. Ama biz bir başka yöntem izleyelim ve Millî Mücadele’nin politik meşruiyet kaynağı ve yürütücüsü meclise bu soruyu soralım; bakalım ne gibi bir yanıt alacağız?
Heyeti Mahsusalar
Heyeti Mahsusalar kitabımda da yazdığım üzere, Millî Mücadele’nin başlangıç ve bitiş tarihi, yasa hükmü haline geleceğinden mecliste görüşüldü ve tartışıldı. 1923 yılı sonbaharında gündeme gelen yasa tasarısı, Millî Mücadele’ye düşmanca tavır almış veya Millî Mücadele’ye katılması yönünde Ankara Hükûmeti’nden çağrı alsın almasın harekete katılmamış veya Lozan Antlaşması ile saptanan Türkiye’nin yeni sınırları dışında kalan ülkelerin “ahalisi”nden olup, söz konusu ülkelere giden ve geri dönmeyen veya aynı “ahali”den olup Ankara Hükûmeti’nce oluşturulan “millî ordu”da görev almakla birlikte artık kendi ülkelerine dönmek isteyen subaylara ilişkindi ve bu subayların yeni oluşturulacak olan ordu kadrosundan tasfiye edilmesini öngörüyordu. Tasarı, kısaca orduda tasfiyeyi hedeflemişti. Recep Peker’in ifadesiyle bin ilâ binbeşyüz kadar subay ordudan çıkarılacaktı. Millî Savunma Bakanı Kâzım Özalp ise, halen ordu kadrosunda üçbin kadar subay ile binbeşyüz kadar da askeri personelin varlığından söz ediyordu. Orduda toplam 5.000 kişilik bir kadro vardı. Ankara, Osmanlı subaylarının tamamını üzerine almıştı; fakat aslında almak istemiyor ve geniş bir tasfiyeye gitmeyi amaçlıyordu.
Meclisteki tartışmalar
Tasarıyla ilgili tartışmaların ilginç bir başka noktası da, yine Millî Mücadele ile ilgili olanıydı. Bu tartışma da Millî Mücadele’nin başlangıç tarihine ilişkindi. 1923 yılının sonbaharında ikinci mecliste yapılan görüşmeler sırasında, Millî Mücadele’nin başlangıç tarihi olarak İzmir’in işgal tarihi olan 15 Mayıs 1919’un kabul edilmesi talep ediliyordu. Recep Peker, bu konunun önemine dikkat çekiyor ve subaylar açısından savaşta geçen her yıl için çift kıdem alınmakta olduğunu belirttikten sonra, Millî Mücadele’ye katılan subaylar açısından hangi tarihten itibaren her savaş yılı için çift kıdem almaya başlayacaklarının hesabında, bu başlangıç noktasının önemini açıklıyordu. Peker, Millî Mücadele’nin başlangıç ve bitiş tarihlerinin bu bakımdan saptanması gerektiğini vurguluyor ve Millî Savunma Bakanlığı’nın subayların kıdem ve emeklilik haklarının hesabında bu nedenle güçlük içinde kaldığını gözlediğini bildiriyordu. Örneğin, mecliste İstanbul’un işgali olan 16 Mart 1920 tarihi de, bir görüşe göre, Millî Mücadele’nin başlangıç tarihi olarak söz konusu edilmişti. Peker, Millî Mücadele’nin sona eriş tarihi olarak da Mudanya Mütarekesi’nin esas alınmasını istiyordu. Mütarekenin imzasından sonra dahi Anadolu’ya gelmiş ve çift kıdem hakkından yararlanmak isteyen subaylar bulunuyordu ve bunlara bu hakkın tanınması hiçbir şekilde doğru olmazdı.
Bir milletvekili de 26 Ağustos 1922 tarihini önermişti. Bu tarihten sonra Anadolu’ya geçen subayların kıdemleri sayılmamalıydı. Bir başka görüş ise, İzmir’in işgalinden önce Erzurum Kongresi’nden evvel Erzurum’da yapılan kongrenin başlangıç sayılması yönündeydi. Bu görüşün ana fikri, kongrelerin başlangıç olması yönündeydi. Aslında kongreler meselesi de mecliste epey tartışıldı; Erzurum kongresinden önceki vilâyeti şarkiye kongresinden başlayarak, Batı Anadolu’daki müdafaai hukuk kongrelerine kadar geniş bir yerel kongre ağının başlangıç tarihi olamayacağı ifade edildi. Bir başkası ise, “bu mücadelei millîye tarihini daha evvele götürmek” istiyordu. Bir başka önergeye göre, “cidali millî”nin başlangıcı 16 Mart 1920 olarak gösterilmişti. Oysa bir başka önergede İzmir’in işgal târihi olan 15 Mayıs kabul edilmişti ki, Peker’e göre, bu gayet doğruydu. Meclis de 15 Mayıs’ı tercih ediyor gibiydi. Peker’e göre de, “İzmir’in işgal tarihi ki, hakikaten milleti heyecana getirecek, bütün milleti cidali millîye sevk ve tahrik edecek hâdisattandı.”
Millî Savunma Bakanı Kâzım Özalp, Millî Mücadele’nin başlangıç tarihi belirsiz kalmıştır şeklinde konuşuyor ve ardından soruyordu: “Acaba 23 Nisan mıdır, yoksa İzmir’in tarihi işgali midir?” Paşanın konuşmasından ilk meclisin konuyu bir komisyona havale ettiğini ve komisyonun İzmir’in işgal tarihini başlangıç ve Lozan anlaşmasının meclisçe onay tarihini de son olarak kabul ettiğini anlıyoruz.
Bu tarihler niçin önemliydi? İki nedenden dolayı. Birincisi, Millî Mücadele’ye katılan ve katılmayanların tesbiti açısından gerekliydi; ikincisi katılanların savaş kıdemlerini tayin edebilmek açısından. İster orduda kalsın, ister emekliye ayrılsın, subayların kıdemlerinin ve emekliliklerinin hesabında bu tarihler çok önemliydi. Sonunda yasada 15 Mayıs 1919 tarihi geçerli kılınacaktır. Meclis Millî Mücadele’nin sonu olarak da 26 Ağustos’u belirleyecektir. Bir diğer seçenek ise Mudanya mütarekesi idi.
Herhalde açıkça fark edilmiştir ki, mecliste hiç kimse Millî Mücadele’nin başlangıç tarihi olarak 19 Mayıs’ı ifade etmemişti! Henüz hiçbir meclis üyesi, yani Millî Mücadele’nin içinden gelenler, bu tarihin öneminin farkında değildi. Oysa ikinci meclis üyelerinin neredeyse tamamı CHP üyesiydi. Ancak 1927 yılında okunacak olan Nutuk’tan sonra 19 Mayıs zikredilecektir. Ama o da ancak uzun yıllar sonra yeniden hatırlanacaktır. Atatürk’ün ölümüne yakın bir tarihte bile 19 Mayıs yerel düzeyde ve silik hatırlanıyordu. Hatta Atatürk doğum gününü bile sembolik olarak 19 Mayıs olarak ifade ederken, yanındakilerin bu tarihi hiç hatırlamayacak olmaları manidardır.
Milli Mücadele ve subaylar
Rüştü Paşa mecliste yaptığı konuşmada böyle diyordu: “Harekâtı millîyeyi de kısımlara ayırmak lâzımdır. Birincisi mütarekenin iptidasından Erzurum-Sivas kongresine kadar olan zaman, sonra Sivas Kongresi’nden itibaren Sakarya zaferine kadar olan zaman, sonra Sakarya zaferinden son zamana kadar olan zaman... Harekâtı millîye zabitanının yaptıkları hizmetler ki, bu zamana göre taksim etmek lâzım gelir ki, derecesi anlaşılsın... Söylediğim gibi, mütarekenin bidayetinden son zamanlara kadar kolordu kumandanları, erkânı harb reisleri, hepsi bıraktılar gittiler. Erzurum’da kolordu kumandanları yoktu. Bıraktı, savuştu... Mevki kumandanı yok... Ahzı asker şube reisi yok, kalem reisleri yok... Kimse kalmadı. Kolordu kumandanları da savuştu. (“Allah selâmet versin” sesleri)... Sonra zaferler başladı. Sarıkamış, Kars alınınca, anlaşıldı ki, rütbe var, para var, bilmem ne var. Hepsi Erzurum’a doğru koşmaya başladılar. O vakitten evvel kimse gelmiyordu. Sonra kâmilen Erzurum’a gelmek istediler. Eşya var, filan var, para var... Hepsi Erzurum’a doğru gelmek istiyorlardı. Kimse garb cephesine gelmiyordu. Garb cephesinde ordu teşkil ediliyordu. Zabitana lüzum var. Şark cephesinden istiyor. Şark cephesi, cephesinden garb cephesine zabit gönderemiyordu. Sakarya zaferi olduktan sonra hepsi garb cephesine koşmak istediler. İstanbul’da bulunan ümera, erkânı harb vesaire müracaat ettiler. ‘Bana kolordu kumandanlığı veya erkânı harbiye reisliği verirseniz geleyim.’ Hepsi böyledir. Anadolu’ya gelenler hizmet için gelmedi. Bir rütbe kapayım, bir makam kapayım diye geldiler. İngiliz Muhibler[i] Cemiyeti’ne girenler, Amerika[n] mandasını isteyenler de hepsi koştu geldi. (Alkışlar)... Bunların hepsi oldular şimdi mücahit... Bir zamanlar mevkiini terk edip, rütbesini terk edip, işe iştirâk etmeyenler, şimdi bir taraftan tekaüde sevk ediliyor. (“Çok doğru” sesleri)...”
19 MAYIS BAYRAMI
19 Mayıs uzun yıllar boyunca sadece Samsun’da yerel bir gün olarak anıldı ve kutlandı. 1935 yılında kabul edilen resmî bayramlar arasında da sayılmadı. Uzun yıllardan sonra Atatürk, en yakınlarına bugünün önemini sorduğunda, arzu ettiği yanıtı alamayacaktır. Oysa Birinci Dünya Savaşı yıllarından beri kutlanan bir idman bayramı vardı. Cumhuriyetin ilânından bir süre sonra bu idman şenlikleri yeniden hatırlandı ve eskisi gibi kutlanmaya başlandı. Nevin Yurdsever Ateş’in araştırmasında, yıllar sonra 1935 yılında daha sonra üç büyükler olarak anılacak olan İstanbul’un futbol kulüplerinin öncülüğünde Mayıs ayında bir günün Atatürk spor günü olarak kutlanmasının gündeme geldiği hatırlatılmaktadır. İlk kez 24 Mayıs 1935 tarihinde Atatürk Spor Günü (bayramı) adı altında kutlama gerçekleşti. Bu tarihten itibaren kutlamalar devam etti. Bir sonraki yıl tarih değiştirildi ve 19 Mayıs’ta jimnastik bayramı adı altında kutlandı. Böylece eski bir gelenek, yeni bir öneriyle 19 Mayıs tarihini birleştirmiş oldu. 1937 senesinde nihayet Atatürk, 19 Mayıs, Samsun, gençlik ve spor bir araya gelebildi. Kutlamalar yaygınlık kazandı; ama bir yandan da jimnastik şenlikleri hala devam ediyordu. 1938 yılında dahi Atatürk’ün bizzat izlediği şenliklerin hala bayram adına kavuşamadığına dikkat edilmelidir. Bayramla ilgili yasa ancak 20 Haziran 1938’de benimsendi. Atatürk’ün ölümünden sadece birkaç ay önce; Atatürk bu bayramı hiçbir zaman göremedi. Bugünkü bayramın adını ise 12 Eylül yönetimine borçlu olduğumuzu yazarsam, bilmem bazı hatıraları canlandırabilir miyim?
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
- Sovyetler boğazlarda imtiyaz talep etmişti
9.02.2016 - Sovyetler Montrö Antlaşmasını değiştirmek istedi
3.02.2016 - Türk sovyet anlaşması 1945 yılında feshedilmişti
26.03.2016 - Sadece donanmayla mı? Çok zor...
19.03.2016 - Sıkıyönetim bildirilerini hatırlarken
13.03.2016 - Sosyalistlerin hatırlamak istemediği tarih
5.02.2016 - Başarısız bir ‘ihtilal’ daha var
28.02.2016 - Bitmeyen Halkevleri meselesi
20.02.2016 - İttihat ve Terakki Cemiyeti CHP’ye sesleniyor
13.02.2016 - CHP ‘propaganda bürosu’nun önemini keşfediyor!
7.02.2016
Yazarlar
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplumun İnşası İçin Meclis Adım Atmalı: Yasa Çıkarmalı, Komisyon Öcalan’ı Dinle 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
Merdan
Bence de kuru bir yazı. Kuru ve bayat. Devletin ve hatta nerdenyse bütün toplumun dizginleri, faşist bir devlet mekanizmasının sıkı kontrolündeyken. Ve bu mekanizma Uludere, Hırant Dink davalrındaki gibi açık ve pervasızca adaletsizlikten yana tavır alıyorken... Kürtlerin demokratik yollarla(?) haklarını almaları bir yana, talep etmeleri dahi teröristlikle damgalanır ve engellenir. Silahsız mücadelede bunun değişeceğine dair en ufak bir ihtimal yoktur. Ermenilerin ellerinde silah yok mesela.