Sezin ÖNEY

Sezin ÖNEY
Sezin ÖNEY
Tüm Yazıları
Zaman doğruyu gösterecek
4.11.2011
3337

 KCK operasyonlarının arkasındaki istihbarat zihniyetinin, Soğuk Savaş döneminde, her yerde düşman görmeye başlayan CIA’inkini anımsatmaya başladığını düşündüğümü yazmıştım dün.

Batı Avrupa’da (ve tabii Türkiye’de) “komünizm tehlikesi” ile mücadele etmek için, oluşturulan paramiliter Gladio (ve türevleri) yapılanmalarının mimarlarından olan James Angleton’un, 1950’den itibaren neredeyse çeyrek asır damgasını vurduğu CIA’de nasıl her yerde ve herkeste, ‘düşmanı’ gören bir algı, zihin dünyası oluşmasına neden olduğunu da...

Angleton’un neredeyse paranoyaya varan ve “düşmanla barışın imkânsızlığını” vazeden sert, kıraç yaklaşımları, ABD’nin, ağırlıklı olarak haklar, eşitlik gibi kavramlar yerine güçlünün kuralları kafasına göre belirlediği bir düzeni savunan ‘aşırı realist’ politikacıların oluşturduğuna iktidarlarını da, “düşmanın çivi gibi yere çakılacağına” inandırdı.

Angleton üzerine bir kitap yazmış olan David C. Martin’in, Best Laid Plans: The Inside Story of America’s War Against Terrorism (En İyi Oluşturulmuş Planlar: Amerika’nın Terörizme Karşı Savaşı) başlıklı çalışması da var.


CBS
 televizyonunun ulusal güvenlik muhabiri olan Martin, John Wallcott ile beraber yazdığı bu kitapta, ABD devletinin “terörizmle” mücadele konusunda, Soğuk Savaş mantalitesini bir türlü aşamadığını öne sürüyordu. Martin’e göre, “komünizmle savaşta” yapılan hatalar sürekli tekrar ediliyor ve “terörün” gerçekte ne olduğu, nasıl bir etki yarattığı sağlıklı olarak irdelenmiyor ve ülkeye verdiği zararın boyutlarının doğru ölçümü yapılamıyordu. Son derece rasyonel bir görüntü altında, son derece duygusal tavırlar sergileniyordu.

Martin ve Wallcott’un çözüm önerisi basitti: “Terörizmde, diplomasi ve doğru yargı süreçleri herşeye yeter, istihbarat ve güvenlik alanlarına yoğunlaşmanın anlamı yok”.

1988’de yazılan bu kitap, Irak Savaşı ve Bush (ve Obama) döneminin “İslami terörle mücadele” politikalarına da yöneltilebilecek öngörülü eleştiriler sunuyordu aslında.

Türkiye de, yönetim bakımından hâlâ Soğuk Savaş dönemi zihniyetini aşamadığını, KCK soruşturmalarında sergilenen hoyrat tavırlarla ortaya koydu. Zaten bu haşin yargı yaklaşımı, Ergenekon davalarına da müthiş zarar verecek biçimde sergilenmişti.

Son KCK tutuklamaları, yeni anayasa tartışmalarını krize sokacak elbette. BDP’nin Anayasa Çalışmaları Komisyonu üyesi Prof. Büşra Ersanlı’nın seçilmesi bir tesadüf mü? Mesele, “örgüt bağlantısıysa” gerçekten, bir Ragıp Zarakolu, Ayşe Berktay gibi barış eksenli aydınlar mı kaldı “Türkiye’nin terörden arınması için tutuklanması elzem olan”.

Kaybediyoruz, çok kötü kaybediyoruz.

2007 Muhtırası sonrası ortaya çıkan demokrasi ruhunu, çok fena, hiç acımadan harcıyoruz.

Geçtiğimiz günlerde, Mısır’daki Tahrir Meydanı Başkaldırısı’nı örgütleyen gençleri konu alan bir belgeseli izlerken yüzümün kızardığını hissettim; demokrasiye olan heyecanları, naif fakat son derece güçlü insani duruşları, Türkiye’ye o kadar uzak ki...

“Model ülke” Türkiye ama belgesel BBC yapımı. Türkiye’de, ‘Arap Baharı’nda gerçekten ne olup bittiğini anlamaya çalışan uluslararası bir çalışmayı hiçbir medya kanalı gerçekleştiremez.

Hep ufak tefek heveslerle, demokrasi kırıntıları, insana odaklı bazı iyi niyetli çalışmalarla oyalanıyoruz. Neyse ki, siyasi bir ortamda doğsa da, SETA gibi, Mısır’da şube açmayı düşünen, Arap Baharı’nı akademik bir ciddiyetle çalışan, bu konuda bilgi birikimi oluşturan, bilgi akımını sağlayan düşünce kuruluşu var.

Her devletin, üzerine tehdit algısını kurguladığı bir saplantısı oluyor. Mesela ABD’de Kara Panterler takıntısı gibi. Devletin özgürlük sınırlarını zorlayan başlıca örgütlerden biri olan Kara Panterler hareketinin üyelerinden Mumia Ebu Cemal, bir polis memurunu öldürdüğü zannıyla 1982’den beri hapiste. İdama mahkûm. Hâlbuki, masum olduğunu kanıtlayabilecek ciddi deliller var.

1968’de FBI, Kara Panterler’i “ABD iç güvenliğine yönelik en büyük tehdit” olarak adlandırıyordu.

Öyle miydi gerçekten?

Türkiye’de PKK şiddetini tırmandırmanın yolu, siyasete buluşan tüm Kürtlere, “ülkenin batısındaki, nispeten ayrıcalıklı entelektüellerin bile, Kürt siyasetiyle ezkaza ‘selamlaştıkları’ şüphesi üzerine dahi tutuklanıverdiği” mesajını verip, onları sindirmek değil midir?

Kürtlerin siyaset yoluyla dile getirecekleri kimlik sorunlarının, bu devletin çatısı altında asla çözülemeyeceğini hissettirip, şiddeti birçok Kürt’ün gözünde meşrulaştırmak değil midir?

“Türk” halkını da, “nedir bu masum insanları öldüren PKK’ya düşkünlüğü Kürtlerin” diye, zaten toplumda varolagelen ayrımcılık sorunlarının batağına daha da itmek değil midir?

Benim gözümden mi kaçtı; Kürt Sorunu’nun demokratik çözümüne yönelik hiç adım atıldı mı, hadi gene iyi niyetle diyelim ki, seçimden beri?

Tüm bunların tek hizmet ettiği, Kürt Sorunu’nu patlatmak değil de nedir?

Ateşle oynanıyor ama ne yazık ki, hepimiz yanacağız...

Zaman, sonunda doğruyu gösterecek, ancak, daha bir sürü can yandıktan sonra.


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar