Yasemin ÇONGAR
* Yasemin Çongar’ın bu yazısı YA DA köşesinde değil, EX LIBRIS / DÜNYA BUNLARI OKUYOR adlı köşede yayımlanmıştır.
***
Evden ayrılmak bir nevî cihaddır aslında. Bir cihet arayışıdır; kaybolmayı göze almak, yönünü tek başına bulmaya cüret etmektir. Evden ayrılmadan kendine varamazsın, evden ayrılmadan büyüyemezsin. Nerden öğrendik tam bilmiyorum ama böyle öğrendik biz. Hemingway’in her hikâyenin sonunda kasabayı terk eden delikanlılarını sevmeme ihtimalimiz olmadı hiç. Seyyarlığı, seyyahlığı, sürgünü, ait olmamayı ve çok uzun kalmamayı seçenleri nedense kendimizden bildik. “Biz”derken bir kavimden, bir kuşaktan söz etmiyorum elbet. Biz, belki de sizsiniz: “Kim bu biz” sorusu zihninde belirmeden okuyanlarınız şimdi; kasabadan ayrılan delikanlıyı her düşündüğünde “nihayet” diyenleriniz; hangi yaşta, hangi meşrepten olursanız olsun, evinizi görünüşte hiç sebepsiz, ama aslında başka türlüsü mümkün olmadığı için terk ettiğinizi kimselere anlatmazken, bunu içten içe bilenleriniz.
Çok sevdiğim bir cümlesinde, “Seyahatte ilk keşfettiğin şey” der Elizabeth Hardwick, “artık varolmadığındır.” Kapıyı çekip çıktığında zira, sadece evi ve evdekileri değil, kendini de bırakırsın geride. Eşiği geçtikten sonra, artık her adımınla seni tanıyanlardan uzaklaşırsın. Senden, isminden, eskilerin ve ümitlerinle seni “sen” yapan her şeyden bîhaber bir dünyaya doğru ilerlersin. Bazısı için kendi sokağının sonunda başlar isimsizlik; yüzleri birer tüketim mâmulü gibi zahirî âlemlerde gezinip duran talihsizlerinse denizler aşması, ücralara varması gerekebilir. Ama sonunda bir an gelir ve senin için “bakir” bir diyarda, herkes için “sır” bir adam, “sır” bir kadın olarak yürürsün bir süre. Evinden uzak yerlerde, onlar seni bilmezler, sen onları bilmezsin. “Biz”den bir meslektaşın deyişiyle, sen evden uzaklaştıkça “isminin kudreti de, cezası da geride kalır.” Bilinmeyenin bağrına açılan her seferin, her gözüpek göçün özeti de bu değil mi aslında?
Her göç, insanın kendinden dışarı bir adım atmasıyla başlamıyor mu? Ve her göç, ebediyen eksik bir kopuş olarak kalmıyor mu? Her göç, nihayetinde bir yerinden bölmüyor mu insanı? Bir ayağı arafta yaşamak değil mi göçmenlik?
Hiç dönmeyecek bile olsak, dönüşün bizim için hep bir ihtimal olarak kalması bu yüzden sanırım. Kendimizi bulmak için, kökümüzü bulmak için er geç yeniden yollara düşmemiz gerekebileceğini biliyoruz. Yokluğumuzda hiç bir şeyin aynı kalmadığını, ayrıldığımız evin bizi öylece durup beklemediğini, değiştiğini, dağıldığını, belki de öyle bir evin zaten hiç olmadığını, aslında vaktiyle dört duvardan ziyade, bir duyguyu terk ettiğimizi de seziyoruz oysa… Zamanın o duyguyu nasıl usul usul öğüttüğünü görüyoruz. Hayalle hakikat arasındaki medceziri hiç dinmeyen saatler, evimizin hayalini getirip her seferinde biraz daha incelmiş bir kum yığını halinde ayaklarımızın dibine bırakıyor sanki ve sonra, yine hakikate doğru geri çekilirken hep daha fazlasını kendi karanlık karnına alıp götürüyor. Götürsün. Dönmenin imkânsızlığını sezmek, dönüş ihtimaline sahip çıkmaktan vazgeçirmiyor bizi. Gitmek, şifasından sual olunmayan bir muska gibi, sihri asla sınanmayacak bir anahtar gibi boynumuza asılı, orada göğsümüzde duruyor hep.
Ayrılsak da birlikte de olsak, hatırla!
Nesli tükenmekte olan bir gazeteci türünün temsilcisiydi o; çok güzel hikâye anlatırdı. Vakitsiz düştü toprağa, buna rağmen ardında çok hikâye bıraktı; onlardan birini okuyorum şimdi. Evini aramak için evinden ayrılan bir adamın hikâyesi. Sen giderken “aile isminin kudreti de cezası da geride kalır. Vardığın bu yeni yerdeki hiçkimse, senden öncekilerin binbir güçlükle inşa ettikleri itibarının farkında bile değildir” diyor hep genç kalacak bu gazeteci; sonra kayıp bir geçmişi taş üstüne taş koyarak yeniden kurmaya girişmesinin gerçek hikâyesini anlatıyor.
House of Stone : A Memoir of Home, Family, and a Lost Middle East (Taş Ev: Bir Ev, Aile ve Kayıp bir Ortadoğu Hâtıratı), Anthony Shadid’in yayımlandığını göremediği son kitabının adı. Shadid’i hatırlıyor olmalısınız. İki ay önce, Beşşar Esed karşıtı isyancılarla konuşup, gazetesi New York Times’a yazmak için, Türkiye sınırındaki dikenli tellerin arasından geçerek gizlice Suriye’ye girmişti. İdlib ve civarında bir hafta kaldı, yeterince gözlem yapıp haber topladıktan sonra dönmek üzere Türkiye sınırına doğru yürürken, şiddetli bir astım krizi geçirdi, yolun ortasında durdu, eğildi, iki büklüm oldu, elleriyle büyük bir kayayı kavrayıp üzerine kapandı, o halde biraz çırpındı, sonra sakinledi, nefesi zayıfladı, giderek azaldı ve kısa bir süre sonra tamamen durdu. Son anlarının tanığı olan yakın arkadaşı Times fotomuhabiri Tyler Hicks’in yarım saat boyunca sunnî teneffüs yaptırması işe yaramadı. Oklahoma City doğumlu Shadid, doğduğu şehirden on bin kilometre uzakta ama ailesinin tam bir asır önce terkettiği toprakların yanıbaşında, son on yıldır hikâyelerini dünyaya anlatmak için boydan boya dolaşıp durduğu bir diyarın orta yerinde öldü. Kırk üç yaşındaydı.
Irak Savaşı’na ilişkin haberciliği nedeniyle 2004 ve 2010’da iki kez Pulitzer Ödülü kazanan, 2002’de Ramallah’da bir İsrailli askerin omzundan vurduğu, 2011’de Mübarek’in devrilişini Kahire’de izlerken Mısır polisiyle çatışan, birkaç ay sonra Libya’da Kaddafi yanlısı milislerin elinden Türkiye’nin arabuluculuğu sayesinde kurtulan Shadid’in, “kendine dönmek için Ortadoğu muhabirliğine mola verdiği” bir senenin ürünü House of Stone. 2006’da Hizbullah ile İsrail arasındaki savaşın bitiminden, 2008’de iç savaşın hayaletini yeniden Beyrut sokaklarına salan çatışmalara kadar geçen sürede, İsrail askerlerinin önce ele geçirip sonra bıraktıkları Marcayun Kasabası’nda kalıyor Shadid; amacı, 2006’daki savaş sırasında kendine verdiği sözü tutmak. Sınıra dokuz kilometre uzaklıktaki bu Lübnan yerleşiminde, büyük büyükbabasının Birinci Dünya Savaşı sırasında terk ettiği bir ev var; yıllardır boş duran binayı, ilk kez İsrail roketleriyle yıkıldıktan sonra gören Shadid, “Birlikte de olsak, ayrı da bütün aileme hitap eden cümlelerin bir timsali olarak sana sahip çıkacağım” diye fısıldıyor evin harap duvarlarına, “Geçmişi hatırla. Marcayun’u hatırla. Kim olduğunu hatırla! ” Sözünü tutuyor, bütün bir seneyi üst üste koyduğu taşlarla evi, yan yana dizdiği kelimelerle de evin temsil ettiği geçmişi hatırlamaya adıyor; isminin kudretini de cezasını da yeniden hissetmek için ve hissettikçe, o güne dek sebebi belirsiz bir sızı gibi ruhunda taşıdığı eksikliği keşfedip, kabullenmek için.
Sepya bir anlatımı kesen kırmızı cümleler
“Arapça” diye yazıyor Shadid sonradan öğrendiği anadiline duyduğu hayranlığı gizlemeksizin,“binlerce yıl boyunca, pek az şeyi tarifsiz bırakıp, hiçbir nüansa gölge düşürmeyecek şekilde yavaş yavaş evrildi. Beyt, kelimenin tam anlamıyla ‘ev’ demektir ama akla düşürdüklerinin yankısı odaların, duvarların ötesine taşarak, aileye ve yuvaya dair özlemlerin hepsini birden çağırır. Ortadoğu’da beyt kutsaldır. İmparatorluklar çöker. Ülkeler yıkılır. Sınırlar yerinden oynar ya da yeniden birleşir. Eski sadakatlar erir gider ya da hiçbir ikazda bulunmaksızın değişiverir. Bina ya da bildik bir yer olarak ev ise, nihayetinde, gücünü yitirmeyen tek kimliktir.”
Shadidlerin Marcayun’daki aile evi, geçmişin kayıp, geleceğin ise hep muğlak olduğu bir diyarda “tek sabit” olan beyt kavramını temsil ediyor gerçekten de. İsber Samara, geçen asrın başında, biraz da kendi Bedevî geçmişine, ailesinin göçebe alışkanlıklarına duyduğu tepkiyle, bir yerde durmak, yerleşmek, kök salmak için inşa etmiş bu evi. Sonra artık duvarları arasında yaşayacak kimse kalmadığında da “gerekirse boş dursun ama bizim olsun” demiş; Amerika’ya yerleşen çocukları, torunları günün birinde dönmek isterlerse onları bekleyecek, beyt bilecekleri bir yer olsun...
“Bir tepenin üzerinden bakan haliyle, Levanten şeyler anlatıyor burası; İsber Samara’nın heves ettiği hayat biçimini anlatıyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden öncesini, artık kaybolmuş bir çağı, herkesin paylaştığı ortak bir memleketin topraklarından her tür insanın geçip gittiği günleri getiriyor akla. Evin bulunduğu Hayy al-Saray, kireç taşıyla, sivri kemerleriyle ve kırmızı kiremitli çatılarıyla o zamanlar bölgenin en iyi mahallelerindenmiş. Burada kullanılan yer karoları, uluslararası bağlantıları ve kozmopolitan bir şıklık arayışını yansıtan bir şekilde, 1800’lerde Marsilya’dan getirilmiş. Tıpkı gümüşlerin her gün parlatıldığı ve kahvenin daha ziyade ikindide ikram edildiği Hayy’da ikâmet eden Osmanlı beyefendilerinin başlarına giydiği fesler gibi, bu karolar da Levant’ın stilini temsil ediyordu. Oturdukları divanlar kadar eski ve tozlu görünen ihtiyar pederşahların nemlenen gözlerini sildikleri mendillere isimlerinin ilk harfleri işlenmişti. Değer verilen aile isimleri babadan oğula geçerdi. İsber makbul bir isim değildi.”
Gerisi, İsber Samara’nın “kendi kendini yeniden icat etmenin yeri ve zamanı olmayan bir yer ve zamanda kendi kendini yeniden icat etmesinin” hikâyesi. İsber ve karısı Behice, ancak“mükemmel olmayan ama iyiniyetli insanların” yapabileceği gibi her köşesi hem kendilerine hem de dönüşmek istedikleri çifte benzeyen bir ev inşa ediyorlar. Bir asır sonra, bir yandan bu ilk inşaatı “hatırlarken” bir yandan da, kendisinin evi yeniden canlandırma gayretini gayet ayrıntılı tariflerle yazan Shadid ise, kızı Laila ile oğlu Malik’e her şeyden çok bir “dönüş ihtimali” bırakmak istediğini biliyordu sanırım.
House of Stone’un sepya tonlu bir anlatımı var; nesnesi hep biraz sır kalan hasretini bir hazine gibi koruyarak, müphemden ürkmeden, muğlağı severek yazıyor Shadid, ama siz kendinizi metnin bu loşluğuna tam kaptırmışken, ustura ağzı gibi kısa, kesik, kırmızı cümlelerle kendi nostaljisini deşip geçmeyi de biliyor; “Ne kadar pitoresk de olsa, Marcayun ölüyor” deyiveriyor birden ve onun aynı zamanda keskin ve iktisatlı tasvirleriyle meşhur bir savaş muhabiri olduğunu hatırlıyorsunuz.
Marcayunlular önceleri “metruk bir evi ayakta tutmaya çalıştığı” için aklından zoru varmış gibi bakıyorlar Shadid’e; çok geçmeden onunla arkadaş olduklarında ise, koyu sohbetlere dalıyor ama kasabalarının mukadder ölümünden söz etmek istemiyorlar hiç, günü değil geçmişi konuşmayı seviyorlar, eski bayramlarda her evde kurulan, kuş sütünün bile eksik olmadığı kırk kişilik sofraları anlatıyorlar. Shadid’in yeni ahbaplarından biri, Hikmet, “Marcayun’daki evimizin Amerika’dan daha eski olduğunu söylemiş miydim” diyor, “tam dört yüz yılllık. Sana belki aptalca gelecek ama bu bana gurur veriyor.”
Shadid’in kendi ailesinin Lübnan’dan Amerika’ya uzanan serüvenini anlattığı bölümlerde benzer bir gururun izlerini bulmak mümkün. Bugünün hikâyesini ise, Marcayun’daki evin inşaat macerası belirliyor. Shadid’in yapmak zorunda kaldığı akıl almaz pazarlıkları, “artık bu kadarı da olmaz”dedirten terslikleri, tehirleri, yanlış anlamaları gülümseyerek okurken, Lübnanlı ustaların bizim buralardakilerin “emmioğlu” olduğundan hiç şüpheniz kalmıyor; tevekkülün ve mizahın bu toprakların ortak meyvesi olduğunu daha iyi kavrıyorsunuz.
En sonunda, inşaat bitip, İsber’le Behice’nin evi ya da Beyt-al Samara, derin bir uykudan uyanmışçasına mahmur ama taze bir çehreye kavuştuğunda, “daha iyisi mümkündü” diye düşünüyor Shadid. “Biraz daha çok param olsa, pencerelere daha güzel kollar takabilirdim. Biraz daha fazla zamanım olsa eski kapılardan ve kemerlerden bazılarını kurtarabilirdim. Ama yine de, terkedilmiş ve savaşta yıkılmış bir evi, hayatımda zarafete en çok yaklaştığım şeye dönüştürebildim sanırım.”
Eksik bir zarafet bu; Shadid’in kısıtlı zamanı ve parası kadar, bir zamanların Levant’ının kadim kuralsızlığını da yansıtıyor. Marcayunlu inşaat ustası Ebu Cin’in, “Ne zaman biter” sorusuna, hep aynı cevabı vermesi ilk başta saçma geliyor Shadid’e. İşin niteliği ne olursa olsun, “Yarın biter” diyor Ebu Cin. Yarının ne demek olduğunu, bir senelik inşaatın sonunda anlıyor Shadid: “Yarın, gelecek demekti ve burada geleceğin ne getireceği her zaman müphemdi, müphem kalacaktı.”
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERYeni Bir Çözüm Süreci Ne Kadar Mümkün? 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİNSANLIĞIN ÖLÜMÜ 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
5.12.2013
24.09.2013
27.07.2013
29.05.2013
1.04.2013
8.12.2012
1.12.2012
17.11.2012
10.11.2012
3.11.2012