Cihan AKTAŞ

İki kadın, farklı roller
25.02.2013
2942

 Kimi sanatçılarda şöyle bir sabit fikir var: Mütevekkil halkımız sanki, “asker millet” kurgusunun yaydığı ve yerleştirdiği kutsal sahneler hatırına, darbe ikliminde yaşamayı sineye çekmeye her daim hazır olacaktır.


“Devlet sanatçısı” Ayten Gökçer
, asker postalının eksik olmadığı bir sanat evrenine çağırmıştı bizi.“Askerî hidayet” hâlâ Türkiye toplumunun tek şansı olarak açıklanabilirdi sanki...


Gülriz Sururi
’nin AK Parti ve başörtülü hanımlar üzerine son açıklamalarını başka nasıl okumak lazım... Başörtülü genç kızlar bir yerlerden emir almış olarak Nişantaşı kafelerinin müdavimleri oluyorlar Sururi’ye göre. Sistemin kamusal alanda yer vermemek için sebepler uydurduğu başörtülü genç kızın yerine kendini koyamayan tecrübeli oyuncunun bakışı, askerî komutlarla doğruyu ve yanlışı işaret eden bir sahnede donakalmış olmalı.

Sururi’nin Nişantaşı kafelerini önem ve kaliteyi belirten bir mihenk taşı olarak öne sürmesi, ayrı bir problem. Yeni ve tazeleyen sanat hareketlerine Nişantaşı kafeleri ne ölçüde katkı sunuyor acaba?


“Bu halk gitsin, yerine başkası gelsin!”
 Böylesi konformist sanatçı bakışıyla, mavi yolculuklara esin kaynağı olan kültürler, Homeros’a ilham veren halklar bile hayalinizdeki halka karşılık gelmeyebilir.


“Kitsch” gökten zembille düşmüyor

Hayalindeki halk kütlesine yakıştırılan saf itaati, sorunsuz uyumu sorgulayan simalara tahammülü yok“kumpanya” cumhuriyetinin. Tutarsızlıklar, kitsch’ler... Konformist sanatçı üstelik, başını örttüğü hâlde tesettüre uygun giyinmeyen kızları da dert ediyor... Evet elbette, baskı dönemlerinin sonunda böylesi sahnelere rastlarsınız.


Dilek Zaptçıoğlu
 Yeterince otantik değilsiniz padişahım isimli kitabının “Tırtıllar: Taşrada bir modernleşme hikâyesi” başlıklı bölümünde, Cumhuriyet’in bütün Türkiye’yi bir kumpanya kurgusu içinde dönüştürme emelini irdeliyor. “‘Eski Müslüman habitusunu yalnız sakil ve işlevsiz kılmakla kalmayan, onu gülünçleştiren, değersizleştiren radikal bir dönüşüm’ için halkevleri tiyatroları, didaktik oyunlar sergiledi yıllarca.” (İletişim, 2012)

Ben de öğretmen lisesinde öğrenciyken bu oyunlardan birinde rol almıştım: Göcekler Göğerince.Laik Cumhuriyet’in kadrini bilen aydınlanmış (veya yobazlığın karanlığından kendini korumuş) Türk köylüsü ve kemalist aydının iflah olmaz yobaz köylü zihniyetiyle savaşı...

Böyle bir sahne içinde ne Berfo Ana’yla onun faili meçhule kurban giden oğlu Cemil Kırbayır’a, ne bir Ergenekon kurgusu olan Umut Operasyonları yüzünden senelerce hapis yattıktan sonra masumiyetine karar verilen Abdülhamit Çelik’e yer var.

Kim kardeşliği geliştirmek için hâl çareleri aramaktansa merkezî hiyerarşinin üstünlüğü adına daraltmak istedi toplumun ufkunu, kim sürdürdü böyle bir hiyerarşi için tasnifleri... Olumlu, yapıcı ve hüner sahibi bir ruh yerine, Orhan Kemal’in Murtaza’sı tipinde bir gece bekçisinin kısır ruhu toplumun özüne nüfus etsin istenirken bir insiyatif ve yetenek kaybı gerçekleşmez mi...


Hangisi Antigone’yi hatırlatıyor?

Sanatçı yaşlanmaz, doğru, ancak sanatçının çocuksu kalma mahareti de duru ve berrak bir bakışı koruma çabasıyla olası.


Sururi
 80 yıllık ömründe ulusçu ideolojinin kendisine sunduğusahneyi ölümsüz kılmak adına, tarihimizin acı ve tuhaf gerçeklerini dilediği gibi yorumluyor.


Berfo Ana
 ise 105 yıllık ömrünün en yaşlı ve düşkün olması beklenebilecek çağında, elinden çalınan oğlunun hiç değilse mezarına ulaşabilmek için devlet kapılarında koşturmaya mecbur kalıyor. Gözlerinin fersiz, adımlarının titrek olmaması gerekirdi. Siz yine de Berfo Ana’dan sadece acının olgunlaştırdığı bir ana yüreğinden yükselebilecek cümleler duydunuz. Ve bundan sonra da yeryüzünün herhangi bir köşesinde bir annenin faili meçhul oğluyla ilgili mücadelesinden söz açıldığında, Berfo Ana orada bir şekilde var olacak.

Keşke Sururi 80 yıllık ömrünün bir deminde bütün Türkiye’nin bir “kumpanya” cumhuriyetiolmadığını fark edebilseydi! O zaman Kürt meselesinin kaynaklarını da, AK Parti’yi hazırlayan sebepleri de, başörtülü kızlara dönük toptancı çirkinleştirme işlemlerinin sebep olduğu üslup edinme denemelerini de başka türlü okuyabilirdi.


“Vesayet altındaki ruhtan saf ve sağlam sanat eseri çıkmaz”
 diyor Metin Önal Mengüşoğlu“Her Türk şair doğar, çünkü tümü doğuştan askerdir” başlıklı denemesinde ve sanatın ancak garnizon dışında üretildiğinde bir anlam ifade edeceğinin altını çiziyor.

Sanat elbette hayatın göze gösterilmeyen ama dehşetli hikâyeler barındıran köşeleriyle ilgilendiği oranda hayatı dönüştürür. Uzak yakın bakışlarla kim aileyi ayakta tutan yasayı insan eseri yasaların buyruğuna önceleyen Antigone’nin trajedisine daha yakın duruyor sahi? Sururi mi, Berfo Ana mı...



[email protected]

twitter.com/chn_aktas

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar