İsmet Berkan

İsmet Berkan
İsmet Berkan
Karar Tüm Yazıları
Çarpık duruma sevinmek, siyasetçiden hukuk dilenmek…
6.11.2025
17

Hayatta her zaman bu fark var elbette: Bir olan bitenler var, bir de olması gerekenler.

Gündelik hayatta, “Teori ve pratik arasındaki fark” deyip geçebilirsiniz ama söz konusu olan hukuk devleti, hukukun üstünlüğü gibi insanlığın yüzyıllarca uğraştıktan sonra geliştirdiği, Türkiye’de bile uğrunda nice fedakarlıklar yapılmış kavramlar olunca konu bu kadar basit olmuyor.

Bizim “hukuk devleti” ve “hukukun üstünlüğü” dediğimiz kavramın İngilizcesi “Rule of law.”

Sözlük veya ansiklopediyi açtığınızda bu kavramın karşılığı son derece basit: “Tüm vatandaşların kanun önünde eşitliğini destekleyen, keyfi olmayan bir yönetim biçimini güvence altına alan ve daha genel olarak keyfi güç kullanımını engelleyen mekanizma, süreç, kurum, uygulama veya norm.” (Encyclopædia Britannica)

Burada bu yazı bakımından önemli olan kavram “keyfi olmayan yönetim biçimi” kavramı. Yani kural vardır ve herkese eşit uygulanır; bir iktidar veya kral canı istediğinde canının istediği kişiye kuralı uygulayıp istemediğine uygulamamazlık edemez.

Hukuktur üstün olan ve kral da olsa cumhurbaşkanı da olsa herkes aynı kurala uyar, uymak zorundadır.

Modern devlet, “pozitif hukuk” adı verilen hukuk kurallarına tabi devlettir. Tabii vatandaşlar da aynı şekilde.

Peki “pozitif hukuk” ne demek? O da basitçe, “İnsan yapımı yasalar” demektir. Yasalarımızı biz insanlar, yine pozitif hukuka göre belirlenmiş kurallara uyarak yaparız.

Bizim Anayasamız, adı üstünde “ana” yasadır, yani ülkedeki bütün hukukun uyması gereken ana kuralları belirleyen metindir. Bu anayasaya göre hukukun nasıl yaratılacağı da bellidir. Yasaları parlamento yapar. Zaten o yüzden adı “yasama gücü”dür parlamentonun.

Parlamento usulüne uyduğu zaman Anayasada da değişiklik yapabilir. Böylece bütün yasaların uyması gereken yeni temel kural oluşturabilir.

Bizim Anayasamızın 90. maddesine 2004 yılında bir cümle eklendi, böylece maddenin son fıkrası şu hale geldi: “Usulüne göre yürürlüğe konmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”

Yani, Türkiye’nin imzacısı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve BM İnsan Hakları Sözleşmesi gibi anlaşmalar iç hukukun üstünde birer Anayasa hükmü olarak kabul edildi.

Ülkemizde bugün maalesef böyle onlarca örnek var ama biz yeniden en günceli haline geldiği için Selahattin Demirtaş’la ilgili örneği konuşalım.

Demirtaş için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tek bir karar almadı. Bu son konuştuğumuz karar aynı konuda verilmiş üçüncü karar aslında. (İlki 2018’de, sonra 2020’de ve son olarak 2025’te.)

Kararların tamamı Türk yargısını çok ağır dille eleştiren ve Demirtaş’ın temel hak ve özgürlüklerinin kısıtlandığını, derhal serbest bırakılması gerektiğini, yeniden ve adilce yargılanması gerektiğini söyleyen kararlar.

Türkiye bir hukuk devleti olsaydı ve kendi Anayasasına uygun hareket etseydi Demirtaş’ın 2018’de serbest kalmış olması gerekirdi. Ama yıl 2025, Demirtaş bu sabah yine güne Edirne Cezaevinde uyandı.

Bu durum tespitini açıkça yapalım bir kere. Türkiye hukuk devleti olmaktan çıkalı yargılamaların Cumhurbaşkanının veya başka siyasetçilerin kamuoyu önünde verdikleri demeçler, attıkları nutuklarla yapıldığı, insanların Cumhurbaşkanı öyle istiyor diye hapse atıldığı ve hapiste tutulmaya devam edildiği ülkenin adı.

Yani hukukun keyfi ve adamına göre uygulandığı, o yüzden de gerçekte herkese eşit uygulanan bir hukukun olmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Bu durumu da milletçe kabullenmiş gibi gözüküyoruz, o keyfi hukuku uygulayan siyasetçilere oylarımızla meşruiyet vermeye devam ediyoruz, adeta “Biz sana güveniyoruz, sen doğrusunu yapıyorsun” demiş oluyoruz.

Böyle dediğimiz için de günü geliyor “adil” olmasını, “hukuka uymasını” siyasetçiden dileniyoruz. Eskiden krala yalvarırlardı, biz Cumhurbaşkanına veya onun üzerinde etkili olduğunu düşündüğümüz Devlet Bahçeli’ye yalvarıyoruz, zaten yazılı olan kuralın uygulanması için.

Dün MHP lideri Devlet Bahçeli, Meclis grup konuşmasını tamamlayıp koridorda yürürken gazeteciler ona Selahattin Demirtaş’la ilgili son AİHM kararını sorunca Bahçeli “Demirtaş’ın tahliyesi hayırlara vesile olacaktır” dedi diye ülkede bir sevinç bir sevinç, görmeyin.

Önce DEM Parti eş başkanı, ardından da Edirne Cezaevinde 9 yıldır yatmakta olan Selahattin Demirtaş çıkıp Bahçeli’ye teşekkür ettiler.

Meselenin siyasi tarafı açısından elbette bir sürü şey söylenebilir, siyasetteki güçler dengesinden söz edilebilir, “Bahçeli böyle dedi ama bakalım Erdoğan ne diyecek” gibisinden papatya falları açılabilir, her şey olabilir.

Ama meselenin özü değişmez: Adaleti hukukta, zaten yazılı olan kurallarımızda değil de iki kişinin ağzından çıkacak sözlerde aramaya devam etmiş oluruz.

Bilmiyorum Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Devlet Bahçeli’nin bu çıkışını duyunca ne kadar memnun olmuştur ne kadar yüzünü ekşitmiştir? Bahçeli’nin grupta “Komisyon İmralı’ya gitsin” demiş olması da Erdoğan tarafından sevinçle karşılanmış olmayabilir.

Siyaseten konuşacaksak Bahçeli aslında el yükseltiyor, ortağını çok da gönüllü olmadığı şeyler yapmaya zorluyor.

Ama diyorum ya meselemiz siyaset değil, ülkemizin yazılı hukuku.

Sahiden kabul mü edeceğiz Türkiye’de işlerin böyle yürümesini? Saçma sapan suçlamalarla hapse atılıp yargılanan Ayşe Barım’ın tahliyesi için bile Beştepe’ye bakmaya devam etmeye, Ekrem İmamoğlu için adalet dilenmeye, başından hiç hapiste olmaması gereken Selahattin Demirtaş’ı adaletin a harfinin belirme ihtimali ortaya çıktı diye müteşekkir kılmaya, Osman Kavala’yı ve onu sevenleri böyle siyasi lakırdılarla ümitlendirmeye veya ümitlerini kırmaya devam mı edeceğiz?

Bu çarpık, hukuk devletinin hiçbir güvencesinin olmadığı durumlara sevinecek miyiz?

Kendi adıma konuşayım, ben çok utanıyorum.

TRUMP’IN İLACI MAMDANİ Mİ?

Macaristan’ın yeni sağcı popülist lideri Victor Orban’ın en büyük rakibi Budapeşte Belediye Başkanı.

Türkiye’de Tayyip Erdoğan’ın en büyük siyasi rakibi İstanbul Belediye Başkanı.

Şimdi Amerika’da Donald Trump’ın en büyük rakibi de bir belediye başkanı, dün New York’ta seçimi kazanan Zohran Mamdani.

Bu durum bir tesadüf değil.

Ülkelerin en büyük şehirleri, ülkenin siyasi liderinin en büyük rakibi.

Neden peki?

Bir basit neden şu: Bu liderler kendilerini iktidara getiren geniş kitlelerle ülkelerinin en büyük şehirleri arasında ciddi bir temsil krizi yaşıyorlar. Giderek daha fazla taşranın, ülkenin düzeninden memnuniyetsiz, kendi hayatlarının geldiği noktanın durumundan memnuniyetsiz kitleleri dışında kimseyi temsil etmiyorlar.

Örneğin Tayyip Erdoğan ve Victor Orban aslında iktidarlarının ilk yıllarında oylarını aldıkları kitlelere müthiş hizmet götürdü, onların ekonomiden aldıkları payı çok arttırdı ama zaman içinde bu temsil yeteneğini kaybetti, tepedeki dar bir azınlık dışında kimseye ekonomik fayda sağlayamaz hale geldi.

Trump ise daha ilk günden oyunu aldığı kitlelere ihanet etti, onlara ekonomik rahatlama falan getirmiş değil, getirecek gibi de değil. O yüzden sadece New York şehrinde değil, New Jersey ve Virginia eyaletlerinde de kaybetti. Her iki eyalet de, düne kadar Amerika’nın en şikayetçi eyaletleriydi, Trump’ın buralarda temsili kaybetmesi önemli.

Baktığınızda New York’ta seçilen Zohran Mamdani, bütün kampanyasını New York’u yeniden sıradan insanların da ev tutup kirasını ödeyebileceği, ekonomik olarak yaşanabilir bir yer kılmaya adadı. Onun vaatlerini ne ölçüde gerçekleştireceğini göreceğiz hep birlikte ama onun da tam olarak Trump’ın söylemini kullandığını görmeliyiz.

Daha önce ilginç bir siyasi tecrübe yaşanacağını söylemiştim. O tecrübe bu sabah itibarıyla başladı. Sonuçlarını merakla takip edeceğim.

Bakalım sol popülizm refah yaratmayı başarabilecek mi?

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar