Murat BELGE

Murat BELGE
Murat BELGE
Tüm Yazıları
Avrupalı’sıyla, Asyalı’sıyla
23.09.2012
4802

Carillo’nun ölümü haberi üzerine ben de Avrolu ve Avrosuz Komünizm’in “eski defterler”ini karıştırmaya başladım. Aslında bu Avrokomünizm akımının öncüsü İtalyan Komünist Partisi’dir. Fransa’da Sovyet- Nazi Paktı’nı anlayan Thorez’ler, Waldeck Rochet’lerle yürüyen Komünist Parti’ye karşılık İtalya’da Togliatti vardı. O da resmî düzeyde Gramsci’nın üstünü örtmekle meşgul olsa da, partisinin Komünist Parti’lerin en demokratik olanı yapmayı başarmıştı. Zaten, dün değindiğim, KP’lerin 1945-1975 arası oy erozyonunun en az etkilediği parti de Togliatti’nin İKP’siydi. Daha sonra, Berlinguer ile, KP İtalya’nın en yüksek oy alan partisi hâline de geldi.

Çünkü Berlinguer kendi örgütünün geçmişinde bir kaya gibi Gramsci’ye dönmüş, ondan ders çıkarmakla meşguldü. İtalya’da ne yapması, nasıl davranması gereğini Sovyet “Bilim İşçileri”nden, örneğin Suslov’dan öğrenmeye ihtiyacı yoktu. Dolayısıyla da, Marksist teori İtalyan Komünist Partisi’nin ellerinde (hiç değilse bir kısmının ellerinde) yaratıcı bir anahtar hâline gelebildi. Bu durum, Fransa ve İspanya’daki kardeş partiler için pek fazla sözkonusu değildi. Onlar ancak bazı olaylara itiraz ederek Moskova’dan bağımsız bir tavır alabiliyorlardı: Macaristan’ın ya da Çekoslovakya’nın işgalini onaylamayarak, örneğin.

Tabii Amerika İtalya’nın politikasını denetlemek ve toplumun muhtemel ilerleme yönünü saptırmak için elinden gelebilir ne varsa yaptı. Daha önce de, Togliatti’nin oylarını düşük tutmak için yırtınmıştı Amerika; başarılı da olmuştu. Yetmişlerde, KP dışında kalan bütün İtalyan siyasî partilerini (Sosyalist Parti dâhil) sırf KP’yi iktidara getirmeme “ulusal” hedefinde ve stratejisinde birleştirmeyi başardı. Bir ülkenin kaderinde bir başka ülke ancak bu kadar belirleyici olabilir. Ancak, bugün İtalyan Komünist Partisi ortalıkta yok. Kendisi yok, mirası da mı kalmadı? Bir geleneği de mi kalmadı?

Berlusconi’nin üst üste seçimler kazandığı bir İtalya çıktı karşımıza. Sol gene bin parça.

Öncelikle bu üç partinin kendilerini Moskova çizgisinden ayırma hikâyesini anlatıyorum. Bu, doğal olarak Moskova’nın hoşuna gidecek bir şey değildi. Ama Moskova’nın bu yeni duruma “tepki göstermesi” doğrusu çok ilginç ve beklenmedik bir biçim aldı. Gorbaçov’la birlikte Sovyetler Birliği, adeta, çizgisini kendinden ayıranların ne kadar haklı olduğunu kanıtlamak üzere kolları sıvadı. Berlin Duvarı’ndan sonra, nerede kalmış Avro-komünist partileri hizaya getirmek, “uydu” denen ülkelerde olup bitenlere bile müdahale etmedi, edemedi.

Böylece “Avro”lar, “Avro” olmayanlar da, bütün takım geç kalmış oldu. Geçmişi haklı göstermek için harcadıkları yoğun çaba içinde, geleceği kurmanın —ya da “kurtarmanın”— imkânlarını harcadılar.

Dolayısıyla, Avro-komünizm, Moskova çizgisinden çıkmış olmak dışında ne olmaya karar verdiğini, bu ad altında Avrupa’nın halklarına nasıl bir toplum vaat ettiğini anlatmaya, göstermeye vakit ve imkân bulamadan, yıkılan büyük binanın enkaz altında gözden kayboldu. Bugünkü günde durum bu. Buradan bir çıkış var mı?.. Bunu tartışıyoruz ve çıkış varsa nereden, nasıl olacak, çok belli değil. Önceden hazırlanmış bir yol yok, olacaksa, o yolu bizler açacağız.

Sovyetler Birliği kendisi geç kalmıştı. Andropov’la bir hamle et, o ölünce yerine Çernenko’yu getir! Onun zaten ölmüş olduğunu anlayınca bu sefer Gorbaçov’a meylet! Bunlar bir rejimin can çekişme ihtilâçları gibi görünüyor.

Kendisi geç kaldı, herkesi de geç kalmaya zorladı. İşin tuhafı, bu “herkes” arasında bütün bu tarihe karşı mesafe almış Sosyal-demokratlar da var.

Bütün bunlar, bizim buralarda hâlâ patlama etkisi yaratan “liberalizm” tartışmalarıyla da bir tarafından ilişkili.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar