Namık ÇINAR

Namık ÇINAR
Namık ÇINAR
Haberdar Tüm Yazıları
Yılgınlık
21.09.2012
3705

 Ne anlatayım şimdi size ben? Her seferinde aynı yerden başlayıp nereye varacağını bildiğiniz bir kâbusu görmeye yatmak üzerine kurgulu bir korku filminin bitmez tükenmez tekrarına benzeyen şu bildik yazılardan birini daha mı kaleme alayım gene bugün?


Hep birlikte bıkmadık mı, aynı şeyleri söyleyip aynı şeyleri dinlemekten?

Hem daha önceki feryatlarımdan hangisi bir halta yaradı ki, iki yüz kurbanı üç otobüse göz göre göre tıkıştırıp peş peşe yola düzmenin akılsızlıklarını kalkıp şimdi haykırmam yarayacak olsun?

Düşman edinmekten başka ne geçti elime?

Askerî okulda da böyleydim, daha on dördümdeyken. Sınıfın bir sorunu mu var, zırt diye ortaya çıkıp, sırtlanların arasına düşüp de ötekilerin seyretmekle yetindikleri bir ceylan yavrusu gibi, öğretmenlerle yüz yüze kalakalan tek ben olurdum.

Kışladaki pislikleri temizlerim sanmıştım yirmi dördümde. Kalktılar ordudan attılar.

Hiç yılmadım, bana mısın demedim; bacadan girdim tekrar. Yüzbaşılığa dek güç sarfettim.

Şimdi altmış dördümdeyim, akıllanmadım gitti. Bu defa da elimde kalem, hâlâ değiştirebileceğimi sanıyorum dünyayı.

Mazoşist miyim, neyim ben Allah aşkına? Ne İsa’ya yaranabiliyorum, ne Muhammed’e, ne Musa’ya.

Meselâ televizyonlara çıkıp ordudaki zayıflıkların temelde yatan sosyopolitik analizlerini yapmaya çalışıyorum ki, içeriden burnu sürtüle sürtüle gelmiş birisinin deneyimlerine ve gözlemlerine kulak versinler de, kendilerinden gizlenen gerçekleri artık görmeye başlasınlar; ama hayır, sövüyorlar.

Bildiklerimi bir bir yazıyorum ki, öğrensinler de vakit kaybetmesinler; ama hayır, burun kıvırıyorlar.

İşi, halka ihanet noktasına kadar vardırmış o seçkin ve darbeci askerlerin ipliklerini pazara çıkarıyorum diye, onlara ihanet ettiğimi ileri sürecek kadar da aymaz hâldeler.

Hele hele, askerlik yaşamları boyunca kendilerine köpek muamelesi yapmış olan o eleştirdiğim generallerden yana tavır takınarak, bana söylemediklerini bırakmayan eski meslektaşlarıma ne demeli?

Deli miyim neyim, ne zorum var benim?

En çok koyanı da, varsa yoksa satılmışlığım. Aklınıza hemen gelen, kendi fiyat etiketlerinizdeki gibi, sadece para zaten.

A densizler! hangi borsada gördünüz ruh hisselerimin döndüğünü? Gövdelerinizde bir hamal gibi taşıdığınız birkaç “lot”luk karakterlerinize benzemeyeceğimi ne vakit kavrayacak o kuş beyinleriniz?

O taraklarda bezim olsa, hiç böyle çileli mi olur yaşamım, edepsiz adamlar?

Satılmışlık benimkiyle değil, olsa olsa sizinkiler gibi hayat tarzlarıyla kaimdir.

Doksan yıllık bu arsız, bu rezil düzene karşı çıkmayarak onu savunacaksınız...

Ayaküstü cenaze namazlarında şehadet dolduruşlarına getirdiğiniz zavallı köylü çocuklarının gariban ana-babalarını yalandan pohpohlayacaksınız...

Egelerin, Akdenizlerin hazineden beslenen yalancı cennetlerinde, kalantorluk düzeyinize bağlı bir şekilde çoğu zaman helikopter hizmeti de alarak, adeta şairin dediği gibi “hâki ceketli ölülerin ceplerinden çalarak parasını, satın alacaksınız sahillerin püfür püfür havasını”...

Sonra da dönüp, bana sataşacaksınız.

Bu nasıl tahammülfersa bir kahırdır ki, hak etmediğin yalnızlıklar... kaçışlar... yoksunluklar... yoksulluklar... zaten bu yaşta tongaya düşürerek gelip seni bulmuşsa ve yaşamını allak bullak etmişse; yetmezmiş gibi ilâveten şimdi bir de birtakım fesatlıklar, onca naifliğine aldırmayıp toplumsal ve siyasal doğruları söyleme gayretinin sanki bir bedeli olarak, dikenli bir taç gibi süslemekteyse başını; değer mi be, değer mi!

Azıdişlerini senin yorgun etine geçirmeye çalışan vahşi köpeklerden müteşekkil bu mahlûkatla didişmeye değer mi?

Sussam, ne çok sevinen çıkacak kimbilir?

Daha ne kadar sürdürebileceğinizi umuyorsunuz bu kanlı gidişi? Daha ne kadar genç ölecek her iki taraftan da?

Ve aslında bütün meselenin “kitlelerin yarattığı artıdeğeri merkezin tek başına mı, yoksa yerel güçlerle paylaşarak mı toplayacağının kavgası”ndan başka bir şey olmadığını, çıkıp ne zaman söyleyeceksiniz bu zavallı insancıklara?

Çocuklarını kurban verdikleri meselenin özünün bu olduğu ortaya çıkarsa, sonra vazgeçerler diye mi korkuyorsunuz?

Bırakın vazgeçmelerini, savaşan her iki kesimden hesap dahi soracaklar, öğrendiklerinde bana kalırsa. Bunun için miydi diyecekler, bütün kötülükleriniz.

Buna inandım. Ama yoruldum da. Ayrıca çok da sıkıldım. Hep aynı şeyleri konuşan, işleyen; neredeyse tıpkı sizin gibi sığ biri olup çıkıverdim.

Ne estetik var yaşamımda, ne incelikli hazlar, ne şiirsel imgeler. Varsa yoksa sizin rezillikleriniz. Usandırdınız beni be!

Şimdi de kalkmış sıkıştırıyorsunuz.

Çoğunuz neye benziyor, biliyor musunuz? Hiçbir gerekliliğiniz olmadığı hâlde bütçeye yük getirenler olarak, sadece devasa bürokratik ritüellerde boy gösteren pagan rahipler gibi, törenselliklerin beratları, simgeleri, rozetleri, armaları, şeritleri, şiltleri tarzındaki havalarda uçuşan objelerinizle, adeta Orhan Pamuk’un romanlarından fırlamış müzeliklerle yarışır vaziyette kimselersiniz.

Biliyorum ki, eldeki materyallerle her biriniz müze açacak kıvamlardasınız.

Ne ki, hiçbirinizinkinin adı “Masumiyet Müzesi” olamaz ama.


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar