Alper GÖRMÜŞ
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye ordusunun Soçi anlaşması sınırlarının gerisine çekilmesi için verilen sürenin dolmasına iki saat kala paylaştığı Twitter mesajında (29 Şubat, saat 22:00 civarı) bir kez daha “yüz yıl öncesi”ne atıf yaptı ve bundan sonra yaşanacakların en az yüz yıl önce yaşananlar kadar önemli sonuçlar doğuracağını söyledi:
“Türkiye, bugünü ve geleceği bakımından tarihi ve hayati bir mücadele içerisindedir. Neticeleri en az 100 yıl önceki kadar büyük olacak bir mücadeleden, ülkemizin ve Milletimizin menfaatlerini koruyarak zaferle çıkmak için gece gündüz demeden çalışmalarımızı sürdürüyoruz.”
Erdoğan, iki saat sonra başlatılacağını imâ ettiği taarruzu “yüz yıl önce”sine bağlayarak neyi hatırlatmak istemişti acaba? Ülkenin yüz yıl önceki mücadeleyle belirlenen sınırlarını korumaya dair bir vurgu mu söz konusuydu, yoksa o sınırların “adaletsizliğine” ve o adaletsizliğin giderileceğine dair bir vurgu mu?
Erdoğan’ın ilki dört yıl öncesine giden Misak-ı Millî vurgularını, “kapanmamış parantez” hatırlatmalarını hesaba kattığımızda, söz konusu vurgunun esas olarak yüz yıl önce belirlenen sınırlara bir itiraz mahiyetinde olduğuna inanmak daha makul görünüyor.
Neden böyle düşündüğümü anlatabilmek için, 2018’de kaleme aldığım ‘Misak-ı Millî savaşı’ ihtimali var mı? başlıklı yazılarda yer verdiğim Erdoğan’ın çıkışlarını bir kez daha hatırlatacağım. Fakat ondan önce, milliyetçiliğin bu derin hafızasının nasıl her fırsatta ortaya çıkıp popülerleştiğini gösteren taze bir örneği ele almak istiyorum.
Habertürk yorumcularının Kızlar Kalesi hatırlatmaları
Gazetecilik ölçütleriyle düşündüğümüzde öbür ana akım televizyon kanallarına nispî üstünlüğü açık olan (fakat reklamlarında iddia ettikleri ölçüde olmayan) Habertürk’ün iki yorumcusunun (Çetiner Çetin ve Abdullah Ağar) işaret etmelere doyamadıkları bir Kızlar Kalesi hatırlatması var.
Bilhassa Çetiner Çetin’in sınırdan yaptığı yayınlarda “şu arkamda gördüğünüz” diyerek hatırlattığı üzere, burası İngiliz casus Lawrence’in Ortadoğu’da ilk arkeolojik kazıyı yaptığı yerdi. Çetiner’e göre, “burası” yani İdlib, yüz yıl önce Ortadoğu’nun kilitlendiği yerdi ve yüz yıl sonra, şimdi kilit yine buradan kırılacaktı. Çetiner Çetin, 5 Mart’taki Erdoğan-Putin görüşmesinin beklendiği saatlerde buradan gerçekleştirdiği yayında “İdlib’i kesinlikle vermememiz” gerektiğini, şayet masada bir sonuç alınamazsa sahada mutlaka bu işin neticelendirilmesi gerektiğini uzun uzun anlattı.
Çok geniş bir yelpaze
Türkiye’nin, gazetecisinden akademiğine, kahvehane milliyetçisinden siyasetçisine ve devlet yöneticisine uzanan geniş bir yelpazede paylaşılan ortak bir inancı var. Hararetin iyice yükseldiği zamanlarda kendisini milliyetçi olarak tanımlamayanları da etkisi altına alan bu inanca göre, Türkiye’ye yüz yıl önce çok büyük bir haksızlık edilmiştir ve zamanı geldiğinde, gücü yeter hale geldiğinde bunu düzeltmeye hakkı vardır ve mutlaka düzeltmelidir.
İşte bu anlamda Misak-ı Millî tarih olmuş, tarihte kalmış bir kavram değildir Türkiye’de. İdlib meselesi tartışılırken ülkenin dışişleri bakanının “rejim işgal ettiği yerlerden geri çekilmeli” demesi de, ülkenin cumhurbaşkanının, ana muhalefet liderinin “adam kendi topraklarını savunuyor” sözlerini bir tür ihanet, gazilere ve şehitlere saygısızlık olarak nitelemesi de derinlere gömülü “vatanın asıl sınırları” duygusundan kaynaklanıyor. (Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan da İdlib’in “vatan toprağı” olduğunu söylemedi mi?)
Erdoğan’ın Misak-ı Millî vurguları
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2016 Ekim’inden bu yana, Türkiye’nin Misak-ı Millî diye bir meselesinin olduğunu vurgulayan konuşmalar yapıyor. Konuyu ele alırken kurduğu cümleler bazen sadece tarihsel-kültürel bir ilgiyi imâ ediyor gibi görünüyor, bazen de tarihsel bir haksızlığın düzeltilmesi üzerinden düpedüz sınır tartışması açıyormuş izlenimi veriyor.
Erdoğan, Misak-ı Millî vurgusunun fizikî sınırlara dair olduğuna en fazla yaklaşan değerlendirmesini bir dergide yayımlanan makalesinde yaptı. Cumhurbaşkanı, eski milli eğitim bakanlarından Hasan Celal Güzel yönetimindeki Yeni Türkiye dergisinin Misak-ı Millî özel sayısına yazdığı önsözde (Mart, 1917) Birinci Dünya Savaşı’nın “aslında hâlâ sona ermediğini” söylüyor, “kapanmamış bir parantez”den söz ediyor ve bunun “kilidinin” de Misak-ı Millî olduğunu hatırlatıyordu.
Fakat Erdoğan’ın bunun öncesine ve sonrasına denk gelen başka Misak-ı Millî vurguları da vardı. Şimdi bunlara kronolojik olarak bakalım.
15 Ekim 2016 (Rize’deki Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi'nin 2016-2017 Akademik Yılı’nı açarken yaptığı konuşmadan): “Birileri bize, 'Irak'la niye ilgileniyorsunuz, Suriye'yle niye ilgileniyorsunuz?' diyorlar. (...) Tarih kitaplarımızda Misak-ı Millî'yi okuyoruz değil mi? Misak-ı Millî'de ne var? Eğer Misak-ı Millî diye bir derdimiz varsa, kusura bakmayın, o zaman bu soruyu kendi içimizde birbirimize soramayız. Tam aksine burada 'Üzerimize düşen görevler var' demek zorundayız.”
19 Ekim 2016 (Beştepe’deki muhtarlar toplantısında yaptığı konuşmadan): “Misak-ı Millî niye rahatsız ediyor. Misak-ı Millî'yi gündeme getiren Gazi Mustafa Kemal. Neden rahatsız oluyorsunuz. Burada bir tarih yok mu? Burada bir milletin geçmişi yok mu? (...) Maalesef hem batı hem de güney sınırlarımızda Misak-ı Millî hedeflerimizi koruyamadık. Dönemin şartları itibarıyla bu durumu mazur görenler, göstermeye çalışanlar olabilir. Bu yaklaşımı bir yere kadar mazur görmek mümkündür. Asıl vahimi, zorunluluklardan kaynaklanan bu durumu esas olarak kabul edip kendimizi tamamen bu kabuğun içine hapsetme anlayışıdır. Biz işte bu anlayışı reddediyoruz. Türkiye'yi 1923'ten beri böyle bir kısır döngüye hapsedenlerin amacı coğrafyamızdaki bin yıllık varlığımızı, Selçuklu ve Osmanlı geçmişimizi bize unutturmaktır.”
Mart, 2017 (Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Yeni Türkiye dergisi için kaleme aldığı “ Kapanmayan parantezin kilidi: Misak-ı Millî” başlıklı önsözden): “Bugün Suriye’deki, Irak’taki, Mısır’daki, Libya’daki, Balkanlar’daki, Kafkaslar’daki hadiselerle niçin bu kadar yakından ilgilendiğimizi, ilgilenmemiz gerektiğini ancak geçmişe bakarak anlayabiliriz. Türkiye’nin oralarda ne işi olduğunu soranlara en güzel cevabı tarih verecektir. Gayet açıktır ki, Birinci Dünya Savaşı, aslında hâlâ sona ermiş değildir. Kanı kanla, zulmü zulümle örtmeye çalışanlara karşı biz kendi tarihimizden, kendi kültürümüzden aldığımız güçle çalışmaya, mücadele etmeye devam edeceğiz. Misak-ı Millî’yi unutmamak bu mücadelenin ilk ve en önemli şartıdır.”
10 Kasım 2017 (Beştepe’deki muhtarlar toplantısında yaptığı konuşmadan): “Biz Kurtuluş Savaşımıza başlarken ilan ettiğimiz Misak-ı Millîmize de sahip çıkamadık. Suriye ve Irak'taki gelişmelerde zaman zaman dillendiriyorum. Biz Misak-ı Millîmize yeniden sahip çıkmak zorundayız diyorum. Eğer o hudutlar içinden ülkemize saldırılar oluyorsa buradan buyurun devam edin deme lüksümüz yoktur. Gereğini, gerektiği şekilde yapma zorunluluğumuz var. İdlib'de yapılmakta olan budur. Açıklıyorum; Afrin'de yapılmakta olan da budur.”
Hayali cihan değer...
Yukarıda zikrettiğim 2018 tarihli yazılarımda şu soruyu sormuştum:
“Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ilk olarak Ekim 2016’da dile getirdiği ve o günden bu yana her fırsatta tekrarladığı Misak-ı Millî temalı çıkışlar iç politikaya yönelik bir retorikten mi ibaret, yoksa başı sonu hesaplanmış gerçek bir politik ajandanın kamuoyu yaratma aşamasını mı yansıtıyor? Böyle bir ajanda varsa, bu, zamanı geldiğinde Türkiye’yi Misak-ı Millî sınırlarına kadar genişletecek bir savaşı göze almayı da içeriyor mu?”
İdlib’de yaşanan ve şimdilik bir ateşkesle nihayetlenen sürece baktığımda ben bu soruya şöyle spekülatif bir cevap veriyorum: Kanaatimce Erdoğan, güney sınırlarımızdaki kargaşanın Türkiye’ye yeniden Misak-ı Millî sınırlarına dönmek için bir imkân sağlayıp sağlamadığını son dört-beş yılda hep aklının bir köşesinde tuttu. Türkiye’nin toplam siyasi-bürokratik aklının hiç akıldan çıkarmadığı bu hedefi gerçekleştirmesinin kendi iktidarı ve kurduğu yeni siyasi ittifaklar için muazzam bir sigorta işlevi göreceğini düşündü. Ne var ki iki küresel gücün birbiri peşi sıra çıkardığı kırmızı kartlar bunun mümkün olmadığını kesin olarak gösterdi ve bu büyük hayalinden en azından şimdilik vazgeçti.
Yazarlar
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları




































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.07.2025
14.07.2025
23.06.2025
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025