Markar ESAYAN

Kelam...
16.11.2014
1841

 Çoğunluk kendini daha iyi ifade edebildiğinde, söze daha hakim olduğunda daha iyi anlaşılabileceğine inanır. Bu çaba “iyidir”. Ama bu eğilim gizli/açık başka niyetler daha taşır ki orada işler birazcık karışır. Öyle ki, kendimizi, fikirlerimizi daha iyi anlatabildiğimizde sadece daha iyi hissetmekle kifayet etmeyiz.

Bu çabanın sonunda insanların bizim gibi düşünmesini bekleriz. Bu kendi başına kötücül bir durum değildir doğrusu. Ama konu burada kapanmaz genelde. Düşüncelerimize ikna olan insanlar bizi memnun ederken, ikna olmayanlar öfke yaratır.

Peki neden öfkeleniriz?

Sanırım “düşüncemize” çok güveniyoruzdur. Eğer herkes bizim gibi düşünürse dünya daha iyi bir yer olacaktır ve insanlık boşuna acı çekmektedir.

Eğer insanlar bize ikna olmamayı sürdürüyorsa suçu 1) Onlarda, 2) Kendimizde, 3) Kelamda buluruz.

1- İnsanlar duymak istediklerini değil de “hakikati” gerçekten merak etselerdi, bizi de anlayabileceklerdi. Ama böyle olmamaktadır çünkü insanlar ya bön, ya cahil ya da kötü niyetlidirler. “Hakikate” direnenlerin başka bir tanımı olamaz.

2- Bizler kendimizi daha iyi anlatabilseydik, anlattıklarımızı daha başarılı eylemlerle ispatlayabilseydik, tüm dünya bulunduğumuz merkeze zaten kendiliğinden çekilecekti.

3- Sorun dildedir. Dil tüm hakikati iletememekte ve biz ne kadar çaba sarf edersek edelim, aklımızda/bünyemizde olan hakikat fikri cüssesini kaybetmeden söz formuna dönüşememektedir. Dil kısıtlayıcı ve yontucudur.

İnsanlar anlaşılamamaktan hep şikayet ederler. Hayatın anlamını kendi değil de, başkaları üzerinde çalışmakta bulmaya eğilimlidirler.

Sanırım Cioran (Hitler’e epey destek verdikten sonra) şu özeleştiriyi benzer bir nedenle yapıyordu: “Her insanın içinde bir peygamber uyuklar ve o uyandığında dünya daha kötü bir yer olur.”

“Bu eğilimler korunma içgüdüsünün bilmediği derinliklerde doğar” diyor o...

Doğrudur, yani ihmal ettiğimiz iç dünyamızın loş derinliklerinde...

Oysa insanın tortusu dahi çok önemlidir ve kendisine ait olmalıdır.

Asıl mücadele insanın içinde olduğuna göre bu makul bir tesbittir. Çoğumuz içimizde olan bitenin bir otomatik pilota bağlı olduğunu varsayarız. İçimizde kötülük yoktur. Niyetimiz hep temizdir.

Gerçek pek öyle değildir. İç dünyamız bize zimmetlenmiştir ve bu emanete dikkat edilmediğinde varlığımız orta malı olur. Kişiye dair pek bir şey kalmaz. Kendi haline bırakılan bir çevre çürür, bozunur, çünkü evrende çürüme kanunu vardır.

Cismani ve ruhani kanunları bilmemek onlardan azade olduğumuz anlamına gelmez.

İyilik varlıksal, kötülük eylemsel/bireysel olduğuna göre, kendi haline bırakılan eylemliliğin karanlık tarafa yönelmesi bundandır.

Sokrates boşuna “Üzerinde düşünülmemiş bir hayat yaşanmaya değer değildir” dememişti.

Kelamın tamamına asla sahip olamayız. Hakikatin tamamını kapsamaya yönelik çaba seküler dünyada faşizme, ruhani alemde putperestliğe yol açar.

Hakikat arayışı, verili şartlarda, bizim mütevazı bir yerinden dahil olabileceğimiz ve ancak başka insanlarla muhabbete geçtiğimizde büyütebileceğimiz bir süreçte anlamlıdır. Diğer hakikat arayışlarını kayda alan bu had bilme durumu dünyayı daha yaşanabilir kılabilir. Demokrasinin özünde de bu çoğulcu söyleşi fikri yatmaktadır.

Üstelik çoğulculuk bile mutlaklaştırılamaz, o anda bozunmaya başlar. Çoğulculuk bir süreç oldukça değerlidir, tamam olduğunda değil, çünkü olamaz.

Demokrasilerde her şeyi bir tarafından halka zimmetlemenin iyi sonuçlar vermesinin açıklaması budur.

Birey düzeyinde huzurlu insan, her zaman haklı olamayacağını içine sindirmiş kişidir. “Yanıldığımın bana gösterilmesine, haklı olduğumu ispatlamaktan daha çok ihtiyacım var. Çünkü sürekli haklı çıktığım o yer benim cehennemim olacaktır.”

Dindarlar da dünyayı daha iyi bir yer yapamadılar ama modern çağlarda şiddetin aşkın hale gelişi, temelde had bilme konusundaki farktan ileri geldi.

Dindarlar, hiçbir zaman cenneti bu dünyada düşünmediler. Şiddet bu manada bir sınıra çarpıp durabiliyordu. Ama modernler insanoğlunun sürekli tekamül ederek nihai mükemmeliyete ulaşılabileceğine inandılar. Seküler paradigmada cennet bu dünyaya indi; tabii cehennem olarak… Çünkü Hakikati/Kelamı tamamen kapsadıklarını düşündüler.

İnsan Mars'a indiğinde veya birgün yeni bir dünya keşfettiğinde de bu temel mesele hiç değişmeyecek.

Çünkü nereye gidersek gidelim, kendimizi de oraya götüreceğiz.

Oysa insan en uzun yolculuğu kendi içinde yapar. Bu yolculuk içimizde başlamamışsa, toplarken dağıtıyoruz demektir.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar