Akın ÖZÇER

Akın ÖZÇER
Akın ÖZÇER
Tüm Yazıları
Çeşitlilik içinde birarada
10.11.2012
2967

 “Çeşitlilik içinde birarada” ya da Latincesiyle “in varietate concordia Avrupa Birliği’nin (AB) 2000 yılında resmen benimsediği döviz. Daha önceki tarihlerde Delors ve Mitterrand gibi bazı Avrupalı devlet adamları tarafından sıkça dile getirilmiş olduğundan, bu kavram öteden beri AB’yi çağrıştırıyor. Çeşitlilik içinde birlik olmak, aslında milyonların canına mal olmuş iki Dünya Savaşı’nın parçaladığı Eski Kıta’da kalıcı barış ve güvenliği sağlamayı amaçlayan AB projesinin de temel ayağını oluşturuyor.

“Çeşitlilik içinde birlik”, Avrupa ülkelerinin barış ve istikrarı sağlamak amacıyla ortak demokratik değerler etrafında biraraya gelmelerini sağlıyor kuşkusuz ama bu ilkeyi devletlerarası bir paktın oluşturulması için gerekli bir dışa açılımla sınırlı tutmak doğru değil. Ortak demokratik değerleri benimseyerek biraraya gelen üye ülkelerin bu değerlere dayanan bir anayasal düzene de sahip olmaları gerekiyor. Başka bir deyişle çeşitlilik içinde birlik aynı zamanda AB üyelerinin kendi ülkelerinde yaşama geçirmeleri gereken bir ilke. Örneğin Türkiye’nin bu ilkeye uyması için tüm vatandaşları arasında eşitliği sağlaması, onların anadil veya din ve mezhep farklılıklarını ve anadilde eğitim ya da ibadet yerlerinin tanınması gibi temel hak ve özgürlüklerini benimseyen ve yerelleşmeyi asgari düzeyde de olsa yaşama geçiren bir anayasaya sahip olması gerekiyor.

Yazımın başlığı öncelikle AB’yi çağrıştırıyor olsa da, amacım konuyu bu defa AB değil ama ABD bağlamında ele almak. Önceki gece başkanlık seçimlerinde beklendiği gibi, hatta çok daha büyük bir farkla ikinci zaferini kazanan Barack Obama yaptığı konuşmada bu konuya parmak bastı. ABD’nin gerçek gücünü nereden aldığını açıklarken “çeşitlilik içinde birlik” kavramını ön plana çıkardı. ABD’nin zenginliğini, dünyanın diğer ülkelerinden daha çok zenginliğe sahip olmaktan almadığını söyledi. Gücünün dünyanın en güçlü ordusunu elinde bulundurmasından kaynaklanmadığını belirtti. İnsanları ülkenin kıyılarına sürekli akın etmeye sevk eden temel faktörün dünyada övgüyle karşılanan Amerikan üniversiteleri ve kültürü de olmadığını dile getirdi.


Obama’ya göre, ABD’yi dünyada istisnai bir ülke yapan “dünyanın en çok çeşitliliği olan milletini birarada tutan değerler”.
 Bu değerlerin başında ortak bir geleceğe olan inanç geliyor. Bu inanç da ancak vatandaşların birbirlerine ve gelecek kuşaklara karşı yükümlülüklerini benimsemeleri ile oluşuyor. Azınlıkların, çoğunluktan ırk, dil, din cinsiyet ve inanç bakımından farklı birey veya toplulukların haklarını kısıtlayarak değil. AB’nin temelindeki ortak değerleri Türkiye’yi bölecek ölçütler olarak topluma dayatan ve düzenlediği raporları çöpe atan zihniyetin bir de Okyanus ötesindeki dev ülkede Obama ile gerçekleşen bu sessiz devrimden ders alması gerekiyor.

Konuyla ilgili önceki yazılarımda altını çizdiğim gibi, bu seçimlerde Afro-Amerikalılar, Latinler, kadınlar ve farklılıklarıyla toplumun azınlıkta kalan kesimleri Obama’yı destekledi. Beyazların yüzde 59’u, Afro-Amerikalıların yüzde 93’ü ve Latinlerin yüzde 71’i ona oy verdi. Erkeklerde desteği yüzde 52, kadınlarda yüzde 55, 30 yaş altı gençlerdeyse yüzde 60 oldu. Hem de daha ekonomi tam rayına girmediği, işsizlik yüzde 7 oranının üzerinde seyrettiği hâlde. Bu oranda bir işsizlikle ikinci kez seçilmeyi başaran Franklin D. Roosevelt’ten sonraki ilk ABD başkanı oldu. Amerikan seçmeni oy verirken en çok ekonomiyi gözönüne aldığı hâlde Romney’ye ülke genelinde üç milyon fark atmayı başardı.

Obama’nın başarısında güçlü mali olanaklarla (rakibinden 500 milyon dolar fazla) desteklenen kampanyasının payını küçümsemek mümkün değil. Ancak başarıdaki büyük payın, stratejisini ABD’nin değişmekte olan demografik yapısına ve değerlerine endekslemesi olduğunu da kabul etmek gerekir. Halkoyuyla marihuanayı serbest bırakan ya da eşcinsel evlilikleri yasallaştıran eyaletler bu değişimin somut bir göstergesini oluşturuyor kuşkusuz.

Romney’nin kaybetmesinin ardında bu değişimi iyi okuyamamasının rolü var. Oysa Latinler, Afro-Amerikalılar ve Asyalılar çok değil sadece yedi yıl sonra Amerikan seçmeninin üçte birini, 2050’de de salt çoğunluğunu oluşturacak. Bu seçmenin destek vereceği politika Obama’nın altını çizdiği çeşitlilik içinde birliğin gerisinde olmayacak kuşkusuz.

Cumhuriyetçiler bu değişime ne zaman ve nasıl uyum sağlar bu aşamada bilmek mümkün değil. Bizim için bunun bir önemi de yok zaten. Buna karşılık dünyadaki değişimi doğru okuyan siyasi partilere sahip olmamız önem taşıyor. Oysa Meclis’teki tabloya göz attığımızda 20’li, 30’lu yıllarda kalan, kavgalarını o dönemin gerçekleri üzerinden verenleri veya kongrelerinde temel sorunlarımızın var olmadığını bağıra çağıra söyleyenleri ya da demokrasi raporlarını çöpe atanları görüyoruz. Ne acı değil mi?


[email protected]

 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar