Mücahit BİLİCİ
“O Ses Türkiye” isimli bir televizyon programında genç bir şarkıcı Kürtçe bir ninni söylemek istiyor. Bunun için “yayıncı”dan (önce patron ama daha derinde Türklük) izin istiyor. Haklı, çünkü işleyeceği şeyin bir tür cürüm olduğunu biliyor. Denklemden teknik nezaket kısmını çıkardığımızda bile geride neredeyse bir “dilenme” edasından kurtulamayan bir üslup görüyoruz: İstediği şeyin “küçücük” olduğunu tekraren söylüyor. Annesinin o bebekken onun kulağına fısıldadığı ninniyi televizyondan annesine hitaben okumak istiyor. Annesinin “tek kelime Türkçe bilmiyor” olduğunu dile getiriyor. O bu vesileyle “annesinin gönlünü almak” istiyor. Kürtçe bir ninni, söylenebilmek için ruhlara işlemiş Türklük bürokrasisinin içinden geçerek “temiz” kağıdı almak zorunda.
Hayri Kasaç isimli bu genç kardeşimiz, şüphesiz yapısal bir gerçekliği yansıtan bir örnek olarak burada bahse konu ediliyor. O bir mağdur ve tipik bir örnek. Onun yerinde olan çoğu Kürt genci benzer psiko-sosyal baskıyı hissedeceği için aynı duruma düşmekten kurtulamazdı.
Hayri 20 saniyede halledeceğini düşündüğü bir ninni için tam 35 saniyelik özür ve mazeret beyan etmek zorunda kalıyor. Yani güvenlik soruşturmasından geçiriyor kendini. Temiz kağıdını alması için kendini sıfırlaması, politiklikten biyolojikliğe ricat etmesi gerekiyor. Annesini anneliğe, kendisini de bebekliğe geri çekmek zorunda. Yaptığı şey merhametten başka bir şeyle muhatap kalmamayı garantileyecek şekilde kendini iptal etme işlemi. İzin koparabilmek için hak ve iddialardan geri çekilme eylemi gerçekleştiriyor. Buna ihtiyaç hissetmesi normal. Çünkü kimliği ve dili ulusal bir nezarethanenin bodrum katında tutuklu (Diyarbekir cezaevindekilerin hatıraları bunun işkenceli bir fotoğrafıdır). Neticede Kürtçe, savaş ve barış süreçlerine bağlı olarak teneffüse çıkabilen bir dil. Kürtçe bir hak-hukuk meselesi değil, bir izin ve sadaka konusu olduğu için Kürtler Türklerin huzurundayken Kürtçe konuşmanın bir ihlal, bir suç olduğunu bilirler. Kürtler hadlerini iyi bilir.
Kürtlere haklarını sadaka olarak verme konumundakiler nezdinde Kürt dili, en derin, en etkili meşruiyetini her zaman (Türkçe bilmeyen) bir annenin (hapisteki) oğluyla görüş gününde konuşma ihtiyacına mani olmaktaki vahşete “ayıptır, günahtır” deme lüzum ve konforunda buluyor. Çünkü o seviyede Kürtçe Kürt olmaktan çıkıyor, safi bir dil’e, sadece “dil”e dönüşüyor. İnsanın konuşma ihtiyacı kadar yalınlaşıp, gayrıpolitik bir mahiyet kazandıktan sonra Kürtçe dili konuşulma vizesi alıyor ve hakimiyet makamındakiler için “acınma”nın nesnesi haline geliyor. Sadaka, verilebilmek için gideceği adresin acınmaya liyakat kazanacak kadar soyunmasını ister. Dilenenin üst başının yırtık, kendisinin de iddiasız ve benliksiz olması gerekir.
‘ANALAR AĞLAMASIN’
Adına Kürt sorunu denilen haksızlığa ve silahlı çatışmaya çözüm arayışlarının veya barış girişimlerinin her zaman “analar ağlamasın” klişesiyle başlaması bir tesadüf değildir. Analar ağlamasın’da anneliğin kutsal sayılması ve annelerin evlatlarına olan şefkatlerinin safilik ve fıtriliği bir gayrıpolitik dayanak noktası olarak kullanılır. Şöyle bir avantajı da vardır: Kimin annesi? İbare hem askerin hem de örgüt üyesinin annesine göndermede bulunmaya açık bir esneklikte ve insanilikte. Retoriksel olarak etkili ama tuhaf bir formülasyon. Üzerinde düşünüldüğünde sanki “Sorun gelip annelerin ağlamasına mı kaldı?” dedirtecek bir gariplik var.
Peki neden ‘çocuklar ölmesin’ diye değil de onların ‘anneleri ağlamasın’ denilerek sorun dile getiriliyor? Çünkü askerlerin ve örgüt mensuplarının insan oldukları gerçeği ile yüzleşmemek için bu iki unsur için gözyaşı dökülmesine izin verilmez. Sırasıyla “şehitlik” ve “terörist” tanımlamaları (biyopolitik bir ayrıştırmanın taksonomisi olarak) hayat hakkına dair devletin takdir iradesini yansıtırlar. Bu kişiler ölmezler (“şehitler ölmez” ve “teröristler etkisiz hale getirilir”). Uğurlarına ağlanamaz. Birini ulaşılamayacak kadar kutsal bir yüksekliğe, diğerini de yine erişilemeyecek kadar mahrem bir derinliğe koyarlar. Geriye gözyaşlarına hakim olamayan “anneler” kalır. Analar ağlamasın vurgusu, bu doğallığa karşı devletin çaresizliği kadar insanilik maskesidir.
Anneler ağlamasın söylemi de Kürtler söz konusu olduğunda meselenin neden hep duyguya çekildiğine dair başka bir örnektir. Şurası açık ki Kürtler duygunun hapishanesinde tutuluyor. Sevgi, acınma, kardeşlik gibi söylemler Kürtleri dilenci tutmanın araçlarıdır. Dilsiz insan (anne) ile masum bebek (ninni) arasında gel-gide mahkum olan Kürt, duygunun konusu kaldığı sürece esir ve dilenci olmaya devam edecek. Ne zaman ki Kürt ve Kürtçe resmen tanınıp hukukun konusu olur işte o zaman Türkiye’de Kürt ilk kez insan ve ilk kez eşit olacak.
Anneler ağlamasın değil anneler konuşsun dendiğinde sorunla yüzleşme başlar. Kürtler izne tabi, acınmaya muhtaç olduğu sürece ninnilere mahkum kalır. Kürtçe müzik bile duygu olduğu için tolere edilir ama Kürtçe söz ve konuşma dikkat ederseniz hala tam olarak meşru değildir. Çünkü aklı ve yetişkinliği temsil eder.
AHMET KAYA
Hayri Kasaç örneğini başka bir örnekle karşılaştırmadan bu bahsi tamamlamak doğru olmaz. Türk huzurda Kürtçe konuşma olaylarının en meşhurlarından biri, kuşkusuz, Ahmet Kaya’nın saldırıya uğradığı ödül gecesindeki konuşmasıdır. Aradaki fark neydi? Ahmet Kaya özgürleşmiş bir Kürt olarak dilenmek ve acınma talebinde bulunmak yerine sahip olduğu Kürtçe şarkı söyleme ve klip çekme hakkını ve bir Kürt olarak insaniyetini başı eğik, mahcup bir şekilde değil, başı dik bir surette dile getirme cüretinde bulunmuştu. Onun Türkçe konuşması bir Kürtçe konuşma cesaretiydi. Huzurdaki efendilerin cevabı ne oldu? Ahmet Kaya, ellerine geçen çatal, bıçak, marş ile saldırıya uğradı. Türk milliyetçiliğinin satırlı kültür esnafından, köksüz medya tetikçilerine ve hukuksuz adli bürokrasisine uzanan tahakküm altyapısı devreye girip onu sürgüne mahkum etti ve sürgünde vefat etti (bu vesileyle Ahmet Kaya’ya binler rahmet).
Orada ilginç olan bir boyut da Mahsun Kırmızıgül’ün durumuydu. Kalbi ve vicdanıyla Ahmet Kaya’nın yanında olduğunu tahmin edebileceğimiz bu Kürt sanatçı göründüğü kadarıyla o saldırgan tayfanın içinde kalmış, dışına çıkamamıştı. Ama bu çoğu Kürdün çaresizliğini yansıtan bir mahkumiyet haliydi. Kürtlüğünü mahcup olmadan vurgulamanın ağır maliyeti karşısında egemen Türklüğün içinde çaresizce ve gönülsüzce kalmak.
Yazarlar
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTefessüh… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUAnayasa engeli olduğu halde yeniden seçilmek isteyen başkan ne yapar? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkanİktidar ülkeyi yönetebiliyor mu ki? Tek kişi ne kadar yönetebilirse o kadar işte… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçay2025’in kalanı nasıl geçecek? 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBüyük Aldatmaca: Popülizmin (Halkçılığın) Yolsuzluk Ve Eşitsizlik Konusundaki Yalanları 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESiyasî kimlikler panayırı kapandı 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
25.07.2025
22.07.2025
10.07.2025
1.07.2025
28.06.2025
17.06.2025
1.06.2025
21.05.2025
11.05.2025
4.05.2025